Cumartesi, Aralık 08, 2007

Ermeni yasa tasarısı'nın Türkçeye çevrilmiş tam metni ve cevabı




Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK
Türk Tarih Kurumu
Ermeni Masası

Ermeni Yasa Tasarısı'nın İçeriği ve İddialara Verilen Cevaplar


  • Eylül 2000 yılından beri ısıtılıp ısıtılıp Amerikan kongresine getirilen "Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı" bu defa Demokrat Kongre başkanı Nancy Pelosi sayesinde geçecek kaygısı Türkiye'de hakimdir. Aslında tasarının geçip geçmemesinin birkaç açıdan önemli olmadığı kanaatindeyim. Birincisi, zaten benzeri karar tasarıları Eyalet Parlamentolarında kabul edilmiştir. ANCA'nın resmi sitesine göre şu an 42 Eyalette Ermeni soykırımı kabul edilmiş durumda. Gerçi bu sayı abartılıdır gerçek rakam 32 kadardır ama bunun da önemi yoktur. Nasıl olsa önümüzdeki yıl içinde hedeflenen sayıya ulaşmaları mümkündür. İkincisi, tasarının yaptırım gücü yoktur. ABD Başkanından 24 Nisan günü 1,5 milyon Ermeninin öldürüldüğünü ifade etmesi istenmektedir. Bu güne kadar Amerika'nın Cumhuriyetçi veya Demokrat başkanları 24 Nisan konuşmalarında "soykırım" sözcüğünü telaffuz etmeden aynı anlama gelebilecek sözler sarf ettiler. Ancak bu söylediklerimizden Türkiye'nin tasarıyı engellemek için mücadelesine son vermesi anlamı çıkarılmamalıdır. Elbette Türkiye var gücüyle hakkındaki bu son derece haksız, ahlaksız ve karalayıcı tasarıyı engellemek ve Türk milletinin sonsuza dek "soykırımcı" olarak damgalanmasının önüne geçmek için mücadele edecektir. Aksi takdirde diasporadaki Türk çocukları okul kitaplarında katil olarak ilan edilmenin ezikliği ile bulundukları ülkelerde asosyal bir kişilik geliştireceklerdir.
  • Diğer taraftan Alt Temsilciler komitesine sunulan söz konusu tasarı tarihi açıdan gayri ciddi ve maddi hatalarla doludur. Gerekçeler özensiz ve bu senatörler ne versek kabul eder mantığı ile hazırlanmıştır. Tasarı, Başkan'ın ABD dış politikalarını, insan hakları, etnik temizlik ve ABD arşiv kayıtlarının ortaya koyduğu Ermeni soykırımı gibi konulara daha duyarlı bir şekilde yürütülmesini temin etme çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca yine Başkan'dan 24 Nisan'ı 'Ermeni Soykırımını Anma Günü' olarak ilan etmesini talep etmektedir. Bu çağrı, doğal olarak Türkiye ABD arasındaki ilişkileri etkilemeye yöneliktir. Bu bakımdan yaptırım gücü olmamakla birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinin dostluk ve işbirliği çerçevesinde yürütülmesine pürüz getireceği için önemlidir. Çünkü bu tasarıda önceki tasarıdan farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti soykırımdan sorumlu tutulmaktadır. Halbuki önceki tasarının politika deklarasyonu kısmında üçüncü bir madde vardı ve burada soykırımın Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapıldığı ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin soykırım yapmadığı açıkça belirtiliyordu. Belki daha da önemli olan, tasarı kabul edildiği takdirde ABD'de Türk imajının çok olumsuz bir şekilde etkileneceğidir. Bu da iki ülkenin ticari ve kültürel ilişkilerinde önümüzdeki yıllarda önemli bir kambur oluşturacaktır. Bu yüzden tasarının doğruları yansıtmadığı Amerikan kamuoyuna anlatılmalıdır. Bu amaçla, tasarının maddelerindeki maddi hatalar aşağıda değerlendirilmektedir.

(1) Ermeni soykırımı 1915 -1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tasarlanıp uygulandı ve yaklaşık 2 milyon Ermeni'nin sınır dışı edilmesiyle, bunlardan 1,5 milyon kadın, erkek ve çocuğun öldürülmesiyle, kurtulan 500 bininin de evlerinden kovulmasıyla ve 2500 yıllık Ermeni varlığının anavatanından tasfiye edilmesiyle sonuçlandı.

Bu maddede sözde soykırımın Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915-1923 yılında gerçekleştirildiği, 2 milyon Ermeni'nin sürgüne gönderilerek 1,5 milyon kadın, çocuk ve erkeğin ölümüne sebep olunduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca hayatta kalan 500.000 Ermeni'nin evlerinden çıkarılmak suretiyle Anadolu'daki 2500 yıllık Ermeni varlığının sona erdirildiği öne sürülmektedir. Halbuki 1923 yılında Osmanlı Devleti artık tarih sahnesinde yoktur. Başta V. Dadrian ve pek çok diğer Ermeni araştırmacı da 1915-1916 yıllarında 1,5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğünü ve sözde soykırımın gerçekleştiğini iddia ettiği bilinmektedir. O halde neden tarihin 1923'e kadar uzatıldığı sorusu akla gelmektedir. Muhtemelen Ermeni lobileri tarihi bu aralıklarda tutmak suretiyle, Türkiye'nin reddi miras yoluyla cezasız kalmasının önüne geçmeyi planlamakta ve T.C. devletini de karalamaktadırlar. Diğer taraftan öldürüldüğü veya hayatta kaldığı belirtilen Ermeni sayısı hakkında tasarıda yer alan rakamlar abartılı ve yanlıştır. 1914 Ermeni nüfusunun tahminlere göre 1.400.000-1.700.000 arasında olduğu artık bir çok bağımsız araştırmacı tarafından ortaya konulmuştur. Dr. Johannes Lepsius-ki pro Ermeni bir papaz ve yazardır- Patrikhanenin verdiği rakamların üzerini çizerek 1.845.450 rakamını yazmıştır (Der Todesgang des Armenischen Volkes, Potsdam 1919, s. 308). 2 milyon nüfus rakamı ise hiçbir kaynakta geçmemektedir. (Bkz. H. Özdemir ve diğ. Ermeniler: Sürgün ve Göç, Ankara, 2004, s. 49-50). 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğü de bir efsanedir. Bu efsane 24 Temmuz 1915 tarihinde (yani tehcirin resmen 44. günü) Harput Amerikan konsolosu Leslie Davis'in raporunda "ne kadar Ermeni'nin öldürüldüğünü söylemek imkansızdır, fakat sayının bir milyondan az olmadığı tahmin edilebilir" demesiyle başlamıştır (NARA 867.4016/269) Kaldı ki Ermenilerin teorisyeni Dadrian bile 1 milyon hayatta kalan Ermeni'den bahsetmekte ve kayıpları da 1.1 milyon olarak pek çok yayınında beyan etmektedir. 1919 Paris görüşmelerinde Bogos Nubar Paşa yaklaşık 600-700 bin Ermeni'nin tehcir edildiğini belirtmektedir. Ayrıca Patrikhane savaş sonunda Anadolu'daki toplam Ermeni sayısını en az 644.000 olarak vermektedir. Cemiyet-i Akvam 1922 yılında dünyadaki Türkiye Ermeni sayısını 817.873 olarak açıklamaktadır. Üstelik aynı belgeye göre Müslüman olan veya Türkiye'de kalan 281.000 Ermeni bu rakama dahil değildir. (NARA 867.4016/816) O halde nasıl 1.5 milyon Ermeni öldürülmüş olabilir. Kaldı ki savaş sonrasında Ermeni Patrikhanesi tarafından İngiltere ve Fransa büyükelçilerine gönderilen bir memorandumda 1914-1918 arasında "200.000 Ermenin canlı canlı gömüldüğü veya Van Gölü, Fırat ve Karadeniz'de boğularak öldürüldüğü" iddia edilmektedir. Bu memorandum, Paris Barış görüşmeleri öncesinde Amerikan delegasyonuna verilen bir rapora "Report Presented to the Preliminary Peace Conference by the Commission on the Responsibility of the Authors of the war and on the Enforcement of Penalties, March 29, 1919) da aynen yansımıştır.Demek ki 1919'da Ermeni Patrikhanesi de Ermeni kayıp sayısını 200 bin olarak tahmin etmektedir.

(2) 24 Mayıs 1915 Müttefik Kuvvetler; İngiltere, Fransa ve Rusya ilk kez açıkça bir başka hükümeti "insanlığa karşı suç" işlemekle itham eden ortak bir bildiri yayınladı.

Tasarının 2. maddesinde 24 Mayıs 1915 tarihindeki Müttefik deklarasyonuna yer verilerek güya Osmanlı devletinin sürgünden önce uyarılmasına rağmen etnik temizlik yaptığı ileri sürülmekte ve bu şekilde devletin planlı ve sistematik bir operasyon ile Ermenileri imha ettiği fikri uyandırılmaya çalışılmaktadır. Elbette bu deklarasyon yayınlanmıştır ama yayınlayanlar o tarihte Osmanlı'yı parçalamak için gizli anlaşmalar yapan devletlerdir. Ayrıca deklarasyonu yayınlayan Rusya o tarihlerde ülkesindeki Yahudilere karşı katliam yapmaktaydı. İngiltere ise Alman kökenli isyancı vatandaşlarını sınır dışı etmekte yada toplama kamplarına göndermekteydi. Ayrıca belirtilmelidir ki, deklarasyonda bahsedilen iddialar Ermeni siyasi partilerinin görüşlerine dayanmakta ve tarih 20 Mayıs 1915'de Rusların Van şehrini tamamen işgal etmesi ve Ermenilerin Müslümanları kılıçtan geçirdiği bir dönemdir.


(3) Bu ortak bildiride, "Müttefik Kuvvetler'in, bu suç için Osmanlı Devletinin tüm üyelerini ve yanında bu katliamlara bulaşmış işbirlikçilerini de bizzat sorumlu tutacağını açık açık Bab-ı Ali'ye beyan eder" deniliyordu.


Yukarıda ifade edildiği gibi bu Müttefiklerin bir propaganda faaliyetidir. Nitekim Osmanlı Devleti verdiği cevapta, Osmanlı topraklarında Ermenilere karşı katliam yapıldığı kesinlikle yalandır demiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun cevabında çok ilginç bir detay da vardır: Bu iftiraların kaynağı Romanya ve Bulgaristan'da bulunan İngiltere ve Rusya konsoloslarıdır. Gerçekten de Taşnaksutyun Siyasi propaganda büroları da bu iki ülke başkentindeydi ve Mavi Kitap'taki pek çok katliam haberiyle ilgili raporlarda bu bürolardan çıkmıştır.

(4) I. Dünya Savaşı sonrası Türk hükümeti, Ermeni soykırımının "organizasyonu ve uygulamasında" ve "Ermenilerin katliamı ve imhasında" yer almış bulunan üst düzey yöneticileri suçladı.

Tasarının 4. maddesi savaş sonrasında Osmanlı'nın suçu mahkemelerinde kabul ettiğini ve soykırım sanıklarının tutuklu olanlarını mahkum ettiğini iddia etmektedir. Ünlü Amerikan tarihçisi Justin McCarthy bu mahkemeleri "kanguru mahkemeleri" olarak değerlendirmekte, mahkemelerin işgalci müttefiklerin kukla yönetimi tarafından kurulduğunu hatırlatmaktadır. İngiliz Yüksek Komiseri S.A.G. Caltorphe Londra'ya yazdığı bir raporda yargılamaların maskaralığa dönüştüğünü ve hem Türk hem de kendi hükümetlerinin itibarını zedelediğini belirtmiştir. (FO 371/4174/118377) Ferudun Ata adlı bir tarihçi tarafından hazırlanan İşgal İstanbulu'nda Tehcir Yargılamaları, Ankara 2005 adlı eserde ifade edildiğine göre, dönemin hükümeti, Paris Barış Konferansı'nda daha uygun koşullar elde etmek ve muhalifi olduğu İttihat ve Terakki Milletvekillerinden intikam almak için mahkemeleri kurmuştur. Mahkemeler de sorgular da düzmecedir. Yalancı şahitler, sanıklar aleyhine ifade vermeye zorlanmıştır. Örneğin Yozgat tehcir davasından sanık olan Jandarma komutanı Binbaşı Tevfik aleyhine ifade veren kunduracı Artolos ücret karşılığı ifade vermesi için İstanbul'a getirilmiş, daha sonra aynı kişi Dr. Ata'nın tespitine göre Müslüman olmuş Rifat adıyla komisyona ifade vermiştir. Dr. Ata'nın eseri bunun gibi yalancı tanık ifadelerini deşifre etmektedir. Tanıklar lehine ifade veren kimse mahkemeye çıkarılmamıştır. Mahkeme başkanları yalan şahitleri bazen ortaya çıkarmalarına rağmen asla cezai işleme baş vurmamışlardır. Dr. Ata şahitlerin İngiliz Yüksek Komiserliğinde oluşturulan "Ermeni-Rum Şubesi"nde eğitilerek mahkemeye gönderildiğini tespit etmiştir. Tevfik Paşa hükümeti döneminde mahkeme kararlarının temyizi için açılan davaların büyük bir çoğunluğu da bozulmuştur. Temyiz sonucu kararı bozulanlar arasında maalesef idam edilen Nusret Bey'in davası da vardır. Öte yandan İngiliz Komiseri Amiral Caltorphe da bu mahkemelerin Müttefik güçler için utanç verici olduğunu rapor etmiştir (FO 371/4173/61185'den naklen Gunther Lewy) 4. Nisan 1919'da ABD'nin Yüksek Komiseri Lewis Heck, " yaygın bir şekilde, [yargılamaların] çoğunun kişisel intikam saikiyle veya İtilaf Devletleri yetkililerinin ve özellikle İngilizlerin kışkırtmasıyla yapılmakta olduğuna inandığını" rapor etmiştir. (NARA 867.00/868; M 353, roll 7, fr. 448) Kaldı ki haksız yargılamalarla bu kararların alınmasına yardımcı olan İngiltere, 144 İttihatçı ileri gelen mahkumu benzeri suçlamalarla Malta'ya götürmüş ama haklarında somut delil bulamadığı için mahkemeye çıkarmamıştır.

(5) Jön Türk Rejiminin (İttihat ve Terakki Partisi) yetkilileri, kurulan askeri sıkıyönetim mahkemelerinde, Ermeni halkına karşı katliamlar organize etme, uygulama suçlamasıyla yargılanarak mahkum edildiler.

Dr. Feridun Ata'nın yukarıda işaret ettiğimiz tespitleri dışında, Justin McCarthy, Gunter Lewy gibi tarihçiler bu mahkemelerin güvenilir olmadığını, sanıklar aleyhine şahitlik yapanların sorgulamalarının yasal zeminde yapılmadığını, savunmalarının dikkate alınmadığını, mahkeme başkanlarının savcı gibi hareket ettiğini, sanığa savunma hakkının usule uygun olarak verilmediğini belirtmişlerdir. Lewy'nin de belirttiği gibi yargılamalar boyunca mahkeme hiçbir tanık dinlememiş ve hükümler tamamıyla savunmanın yanıtı dikkate alınmadan yalan şahitlerin ifadelerine dayanılarak verilmiştir. ABD'nin Yüksek Komiseri Lewis Heck Yozgat mahkemesindeki sanıkların "anonim mahkeme kayıtlarına" dayanılarak yargılanmalarını onaylamadığını ifade etmiştir. (NARA 867.00/81'den naklen Gunther Lewy). Ayrıca mahkemeye çıkarılanların büyük bir çoğunluğu görevlerini suiistimal ve askeri emre itaatsizlik gibi suçlardan mahkum olmuşlardır.

(6) Ermeni soykırımının başta gelen organizatörleri olan Harbiye (Savaş) Bakanı Enver, İçişleri Bakanı Talat ve Donanma Bakanı Cemal işledikleri suçlardan dolayı idama mahkum oldular, ancak mahkemelerin kararları uygulanmadı.

İşgal İstanbul'undaki olağanüstü mahkemelerde Enver, Talat ve Cemal gıyaplarında yargılanmışlar ve idama mahkum edilmişlerdir. Ancak tasarı metninde ima edildiği gibi bu üç kişi, "Ermeni halkına karşı katliamlar organize etmek ve uygulamak"tan değil, ülkeyi korkunç bir savaşa sokmak gibi siyasi bir suçtan dolayı mahkum edilmişlerdir. Ayrıca not etmek gerekir ki, İttihat ve Terakki Partisinin I. Dünya savaşında en etkili bu üç kişisinin mahkemeleri firarda oldukları için gıyaben yapılmış, mahkemelerinde hiçbir somut delil gösterilmeden mahkumiyet kararı verilmiştir. Dolayısıyla bu sanıklara verilen cezanın infaz edilmemesi ihmal veya işlenen suça kayıtsız kalmakla alakalı değildir. Üstelik Cemal Paşa Suriye'deki kamplarda Ermenilere yaptığı yardımlar dolayısıyla Ermenilerin bile takdirini kazanmış, Lepsius bile onun yardımlarını övmüştür. Sonuçta, bu üç tarihi şahsiyet firar ettikleri ülkelerde Nemesis adlı gizli bir Ermeni terör örgütünün tetikçileri tarafından öldürülmüşlerdir. Üstelik bu örgüt, mahkemelerde suçlu bulunmayan Sait Halim Paşa, Bahaeddin Şakir ve Cemal Azmi gibi devlet görevlilerini de yargısız infaza tabi tutarak öldürmüştür.

(7) Ermeni soykırımı ve bu adlî başarısızlıklar, Avusturya, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Vatikan ve diğer birçok ülkenin ulusal arşivlerinde yer alan karşı konulamaz delillerle belgelenmiştir. Bu belgelerdeki sayısız kanıt, bu gerçekleri, bu olayları ve bu sonuçları doğruluyor.

Tasarının 7. maddesinde Avusturya, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya ve ABD arşivlerinde yeterli arşiv belgesinin soykırımı ispat için mevcut bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak tarafımdan Amerikan arşivlerindeki bütün malzeme görülmüş ve didik didik edilmiş olmasına rağmen somut olarak kişiler hakkında kullanılabilecek nitelikli belgelerin sayısının çok az olduğu tespit edilmiştir. Ölümlere veya katliamlara doğrudan tanıklık edenlerin ifadelerini içeren belge sayısı çok azdır. Tanık ve konsolos raporlarında sözü edilen hemen bütün katliam bilgileri duyumlara dayanmaktadır. Belgelerin önemli bir kısmı da Patrikhane ve Taşnak siyasi propaganda bürolarının deklarasyonlarından ibarettir. Nitekim Malta'da tutuklu bulunan 144 Türk hakkında Amerikan arşivlerinde yapılan araştırma sonucunda hiçbir somut veriye ulaşılamamış ve R.G. Craigie, Lord George Curzon'a yazdığı 13 Temmuz 1922 tarihli yazıda delil teşkil edebilecek somut bir bilgiye ulaşamadığını belirtmiştir. Bu yüzden olsa gerek Türk Hükümeti tarafından resmen Ermenistan Cumhuriyetine önerilen ortak bir tarih komisyonu kurulması ve çalışma sonuçlarının her iki tarafça kabul edilmesi teklifi reddedilmektedir.

(8) ABD Ulusal Arşivleri, Ermeni soykırımı İle ilgili çok kapsamlı ve doğru belgeleri bünyesinde barındırmaktadır. Özellikle de ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 59. kayıt grubu altındaki 867.00 ve 867.40 numaralı dosyalar kamuoyu ve ilgili kuruluşların kullanımına büyük ölçüde açıktır.

Amerikan arşivlerinde bulunan belgeler çeşitli tasnifler altında toplanmıştır. Ermenilerin genelde iddialarını dayanak olarak kullandıkları koleksiyon "Dışişleri Bakanlığı Belgeleri" ve özellikle de "Türkiye'nin İçişleri"dir. Bu belgelerin büyük bir çoğunluğu Morgenthau'nun iki Ermeni tercümanının yorumuyla derlenmiştir. Ermeni siyasi propaganda bürolarının hazırladığı sahte tanık ifadeleri söz konusu raporlara girmiştir. Bununla birlikte özellikle konsolos raporlarındaki duyumlarla ilgili satırlar göz ardı edilerek bu belgeler okunduğunda tehcir operasyonun olumlu tarafları hakkında çok değerli bilgiler içerdikleri görülecektir. Mesela Halep'te bulunan J. Jackson'ın raporlarında Halep'e ulaşan Ermenilerin sayısının 500.000'lere ulaştığı, bunların kent içinde ve dışında evlere, köylere ve kamplara yerleştirildikleri, Cemal Paşa'nın yaptığı yiyecek yardımları, kampların yönetimi ve gelenlerin din, mezhep ve ulaşım vasıta çeşitlerine göre tasniflerinin yapıldığı görülmektedir.

(9) 1913-1916 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nu nezdinde ABD Büyükelçisi olan Henry Morgenthau, aralarında Osmanlı İmparatorluğumun müttefiklerinin de yer aldığı çeşitli ülkelerin resmi görevlilerinin Ermeni soykırımına ilişkin protestolarını organize etti ve başını çekti.

Madde 9-10. da Morgenthau'nun kitabını soykırım iddialarını desteklemek için kullanmak bilimsel açıdan kınanacak bir durumdur. Amerikalı tarihçi Heath Lowry, Morgenthau'nun Hikayesi adını verdiği kitabında büyükelçinin iki Ermeni tercümanının raporları nasıl tahrif ettiklerini delilleriyle göstermiştir. Kaldı ki Morgenthau'nun eseri yerine onun Dışişleri Bakanlığına göndermiş olduğu raporların aslını kullanmak daha doğru ve bilimsel metotlara uygun bir yaklaşımdır. Diğer taraftan Morgenthau Anadolu'ya ayak basmış bile değildir ve kendisi fazlasıyla Ermenilerin davasına angaje olmuş bir kişidir. Kendisinden sonra İstanbul'da görev yapan Amiral Bristol de raporlarında Morgenthau'yu taraf olmakla ve katliam haberlerini abartılı olarak bildirmekle suçlamıştır. Morgenthau'nun eserinin 1918 yılında Paris Barış Konferansında Ermenistan delegasyonunun devlet kurma taleplerini desteklemek üzere yazılmış bir propaganda eseri olduğu kanaati bilim çevrelerinde hakimdir.


(10) Büyükelçi Morgenthau, ABD Dışişleri Bakanlığı'na Osmanlı İmparatorluğu hükümetinin politikasını "bir ırkın imha kampanyası" olarak açıkladı ve kendisine 16 Temmuz 1915'te Dışişleri Bakanı Robert Lansing tarafından "Bakanlık, Ermeni zulmünü durdurmak için (yürüttüğünüz)....prosedürünüzü onaylıyor" şeklinde bir talimat verildi.

Morgenthau'nun raporunda geçen bu tür ifadeler onun tercümanı Arshag Schmavonian ve sekreteri Hagop Andonian'ın ne kadar etkisinde kaldığını göstermektedir. Morgenthau'nun bu tespitlerini yaptığı günlerde henüz pek çok ilde sevk ve iskan faaliyeti ya başlamamış ya da birkaç hafta önce başlamıştır. Unutulmamalıdır ki Erzurum dışında pek çok doğu vilayetinden sevk 1Temmuz 1915 sonrasında başlamıştır. Harput'tan sevkıyat 4 Temmuz'da Elazığ'dan 1 Temmuz'da, Trabzon'dan 1 Temmuz'da ve Yozgat'tan 18 Temmuz'da sevk başlamıştır. Demek ki Morgenthau'nun raporunu kaleme aldığı Temmuz ayı, henüz yaşananları "bir ırkın imha kampanyası" olarak betimlemek için çok erkendir. Bu rapor, olsa olsa büyükelçinin ön yargısını anlamak bakımından uygun olabilir. ABD Dışişleri Bakanlığının söz konusu talimatı, kuşkusuz Büyükelçisinin bakanlığa verdiği raporlar doğrultusundadır. Henüz erken bir tarihte ABD Dışişleri Bakanlığının katliamların bir ırkın imhası boyutunda olduğuna kanaat getirerek bir talimat vermesi zaten mümkün değildir.

(11) 9 Şubat 1916'da Kongre'nin hem Senato hem Temsilciler Meclisi'nde kabul edilen 12 sayılı kararında, ABD Başkanından, "bu ülkenin vatandaşlarının, o tarihlerde açlık, hastalık ve tarifsiz acılarla boğuşan Ermenilerin refahı için toplanmakta olan fonlara katkıda bulunarak onlara olan sempatilerini ifade edebilecekleri bir gün ayırmasının" önerilmesi kararlaştırdı.

Robert Lansing'in bu önergesi de Amerikanın Ermeni kamplarındaki mültecilere yardım faaliyetine katkıda bulunmaya yönelik bir faaliyetin sonucudur. Dolayısıyla Lansing'in önergesinin Ermenilerin iddia ettiği gibi bir amaçla hazırlanmadığı açıktır. Zaten Dışişleri Bakanı Lansing, Başkan Wilson'a gönderdiği 21 Kasım 1916 tarihli yazısında Ermeni tehcirinin aslında Ermenilerin ihanetinden dolayı yapıldığı savunulmuştur. Ayrıca altı çizilmesi gereken bir nokta da şudur ki, o tarihlerde Müslüman köylü de aynı şartlardan muzdariptir. Justin McCarthy'in "Death and Exile" kitabında belirtildiği gibi Müslümanların kayıpları da 2 milyonun üzerinde olup, çoğu açlık ve salgın sebebiyledir. Hikmet Özdemir'in "Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918" kitabında belirtildiği gibi hastane kayıtlarına göre ordunun bile salgınlardan kaybı 401.859 kişidir.

(12) Başkan Woodrow, bir Kongre kararıyla, Amerikan halkının evlatları sayılan 132.000 öksüz ve yetim dahil, Ermeni soykırımından kurtulanlara yardım temelinde 1915-1930 arasında $116.000.000'lık bir tutara ulaşan ve "Yakın Doğu Fonu" olarak bilinen derneğin oluşturulmasını onayladı ve teşvik etti.

Öncelikle bu derneğin ilk oluşumu "Ermeni ve Süryanilere Yardım Komitesi" şeklinde olmuş ve kuruluşunda ABD İstanbul Büyükelçisi H. Morgenthau önemli bir görev ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu yardım komitesinin taşradaki üyeleri misyonerler ve fakat özellikle konsoloslar olmuştur. Mesela Halep koordinatörü konsolos J. Jackson'dır. Bu komite 1919 yılında aynı amaçla kurulan diğer fonları bir çatı altında toplayarak NER "Yakın Doğu Fonu" adını almıştır. Bu tasarıda vurgulanmayan husus, bu yardım kuruluşlarının Osmanlı hükümetinin destek, teşvik ve izniyle Ermeni ve diğer vatandaşlara yardım götürdükleridir. Savaşın başlangıcında Osmanlı Devleti yabancı kuruluşlarının Ermenilere yardım etmelerine, "tehcire karşı direnişin cesaretlendirilebileceği" ve mültecilerin her türlü ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Ancak devletin maddi olanaklarının yetersiz kalması üzerine bu dernek de dahil yabancı yardım kuruluşlarına sınırsız çalışma imkanı verilmiştir. Bu şekilde kampları yardım kuruluşlarına açmak bile aslında başlı başına Ermenilere karşı bir ırk imha politikası uygulanmadığına kanıttır.

(13) 359 Sayılı, 13 Mayıs 1920 tarihli Senato Önergesi, "Senato Dış İlişkiler Komitesinin Alt Komitesi tarafından yürütülen oturumlarda alınan tanık ifadelerinin rapor edilen katliamların ve Ermeni halkının çektiği diğer mezalimlerin doğru olduğunu açıkça doğruladığını" ifade ediyordu.

Maalesef şimdi ve o dönemde Amerikalı politikacılar olaylara zaman zaman sırf Ermeni seçmenlerinin gözüyle bakmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Ermeni propagandası masum Ermenilerin barbar Türkler tarafından katledildiği şeklindeki masalı temsilcilerine kabul ettirmişlerdir. Kaldı ki kısmen bu tanıklık ifadelerinde doğruluk payı bile olsa, tarafsız bir ülke, Türk tanık ifadelerine de başvurmayı görev bilmelidir. Nitekim Ermeniler de doğu Anadolu'da 1914-20 arasında yüz binlerce Türk ve Müslüman öldürmüşlerdir. Amiral Mark L. Bristol, Türkiye'de görev yaptığı sırada Ermeni propagandalarının ne kadar hayal mahsulü olduğunu görmüştür. 12 Mart 1926 tarihinde yazdığı geçmişte olanları özetlerken şunları yazmıştır: "Rusların Doğu Anadolu bölgesine ilerlediği sırada Süryani ve Ermeniler Rusya saflarına katılmışlardır.Rusların ilk ve ikinci ileri harekatları sırasında Ermeni ve Süryaniler işgal edilen bölgedeki Müslüman nüfusa karşı intikam fırsatını kullanmışlardır. Ruslar özellikle Erzurum civarında Ermenilerin taşkınlıklarını ve şehrin Müslüman mahallelerinin büyük bir kısmının katledildiğini rapor ediyorlar. Ne kadar büyük boyutta taşkınlıklar yaşandığı belki hiç bilinmeyecektir. Fakat Ermeni ve Süryanilerin kuvvetlerini Rusya ordusu ile birleştirdikleri güneye doğru olan bölgede, Amerikalılardan aldığım raporlara göre, Hıristiyanlar Müslüman nüfusu tamamen imha etmişler,o kadar ki, yörede "yaşayan tek bir canlı hatta köpek, kedi, tavuklar bile kalmamıştır" (NARA 767.90g15). Ne var ki raporların bu kısımları Ermeni yazarlar tarafından özenle ve gayri ahlaki boyutlarda gizlenmektedir.

(14) Önerge, General James Harbord tarafından yönetilen Ermenistan Amerikan Askeri Misyonu Senatosuna gönderilen ve "tecavüz, ihlal, işkence ve ölüm yüz güzel Ermeni vadisinde unutulmayacak hatıralar bırakmıştır ve o yörede gezenler bütün devirlerin bu en muazzam cürümünün delillerinden kendilerini pek uzak tutamazlar" diye yazan 13 Nisan 1920 tarihli raporun ardından geldi.

General Harbord görevi gereği gerçekleri öğretmek için gittiği Doğu Anadolu'da pro-ermeni bir kişi olmasına rağmen Müslüman köylülerin Andranik'in yaptığı mezalimleri duyduğunda çok etkilenmiş ve raporunda bunları da yazmıştır. Bununla birlikte Ermeni tarihçiler onun Ermenilerin mezaliminden bahseden satırlarını görmemezlikten gelmektedirler. Nitekim Harbord yapılan bütün propagandalara rağmen "Ermenistan'ın mandasını üstlenecek devlet, aynı zamanda, Anadolu, Rumeli, İstanbul ve Kafkasya'nın da mandasını üzerine almalıdır" şeklinde rapor hazırlayarak kongrenin salt Ermenistan'ın mandasını üzerine alma yönündeki görüşünün değişmesinde rol oynamıştır.

(15) ABD Holokost Anma Müzesi'nde de gösterildiği gibi, Adolf Hitler, komutanlarına 1939'da Polonya'ya saldırı emri verdiğinde kendisine yöneltilen eleştirileri "Bugün Ermeni soykırımını kim hatırlıyor" diyerek bertaraf etmiş ve Yahudi soykırımının önünü açmıştı.

Tasarı'da Adolf Hitler'in sözüne sığınılması da (madde 15) tam bir aldatmacadır. Ermeni bilim adamı Dr. ROBERT JOHN, Amerikalı bilim adamı Heath Lowry ve Türk bilim adamı Türkkaya Ataöv bu sözün bir sahte alıntı olduğunu ispatlamışlardır. Nürnberg'de Hitler'e atfedilen hiçbir konuşma metninde bu alıntı bulunamamıştır. Mahkeme Alman Askeri kayıtları arasında Hitler'in 22 Ağustos 1939 günü ordu komutanlarına yaptığı konuşmanın iki versiyonunu dosyaya almıştır. Bunlar US-29/786 PS ve US-30/1014 PS sayılarını taşımaktadır. Her iki belgede de Ermenilerden söz edilmemektedir. Maalesef pek çok bilim adamı benzeri Ermeni yalanlarını tespit etmelerine rağmen dile getirememekte, eleştirememektedirler. Çünkü Ermeni diasporasının fanatikleri Atatürk'e atfedilen bir yalan röportajı ortaya çıkardı ve eleştirdi diye, The Armenian Review dergisinin editörünü işten attırmıştır.

(16) Soykırım sözcüğünü 1944 yılında ilk olarak kullanan Raphael Lemkin, BM Soykırımı önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin ilk savunucularındandı. Lemkin, Ermeni meselesini 20. yüzyıla ait kesin bir soykırım örneği olarak tanımlıyordu.


Rafael Lemkin'in bu soykırım suçunu tanımlarken "Hitler'in Yahudilere ve Türklerin Ermenilere yaptıkları gibi....bütün milli, ırkî veya dinî grupların sistematik imhası" ibaresini kullanması günümüzde hiçbir şey ifade etmemektedir. Çünkü Lemkin bir tarihçi değildir ve hukuki tanımı sahip olduğu bilgiler doğrultusunda yapmaktadır. Elindeki bilgilerin Ermeni görüşleri doğrultusunda olduğu açıktır. Ayrıca o günden beri yapılan çalışmalar Ermenilere yapılan sevk ve iskan operasyonunun tanımda yer alan unsurlara uymadığını ortaya koymuştur. Lemkin'in tanımı yaptığı dönemde Ermeni tehciri hakkında bilgi ve belge çok azdır ve bilimsel çalışmalar son derece sınırlıdır.

(17) Soykırımla ilgili ilk karar BM tarafından Lemkin'in önerisi üzerine 11 Aralık 1946'da benimsendi. BM Genel Kurul kararı (96) ve BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi, BM'nin mevcut hükümlerini yasalaştırarak benzer suçları önleme ve cezalandırma amacıyla Ermeni soykırımını bir suç olarak tanımladı.

Ermenilerin hemen her tasarıda yer verdiği bu iddia etkileyici olmakla birlikte, tamamen asılsızdır. "Ermeni soykırımı" BM tarafından asla kabul edilmemiştir. Bilakis 1948 sözleşmesinin geriye işlemediği hem sözleşmede hem de Ermeni yanlısı olarak hazırlanıp BM'ye sunulan raporlara karşı yapılan eleştirilerde dile getirilmiştir. 1985'te toplanan Alt Komite (yukarıda da değinildiği gibi) soykırım iddialarına karşı ortaya konulan deliller ışığında raporu kabul etmeyi reddetmiş ve "not" etmekle yetinmiştir.

(18) 1948 yılında BM Savaş Suçları Komisyonu Ermeni soykırımı hakkında 'insanlığa karşı suçlar terimini kesin olarak karşılayan fiillerden biridir' tanımıyla Nurenberg Mahkemeleri için bir öncül olarak kullandı.

Tasarının bu maddesi de Ermeniler tarafından sıklıkla işlenen bir yanlış yoruma dayanmaktadır. Öncelikle ifade etmek gerekir ki Nüremberg mahkemelerinde sanıklar insanlığa karşı işlenen suçlardan ceza almışlardır. Zaten aksi de mümkün değildir çünkü soykırım sözleşmesinin kabul tarihi 1951 yılıdır. Nitekim BM Ekonomik ve Sosyal Kurulu, İnsan Hakları Komisyonu, Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu 1985 yılında 1915'te Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğu Anadolu bölgesindeki olayları soykırım olarak tanımamıştır.

(19) Komisyon, "Sevr Barış Antlaşması'nın 230. maddesinin hükümlerinin, 1915'teki İttifak Devletleri beyannamesiyle uyum içinde...Türk topraklarında Ermeni veya Rum asıllı Türk vatandaşlarına karşı işlenmiş suçları" kapsadığını belirtiyordu. Bu nedenle, bu madde, Tokyo ve Nuremberg sözleşmelerinin 6c ve 5c maddelerine göre "insanlığa karşı suçlar" kategorilerinden birine örnek teşkil etmektedir.

Önceki maddede açıklandığı gibi Nuremberg mahkemeleri, II. Dünya Savaşı sırasında işlenen suçlar için mağlup hükümetleri cezalandırmak üzere Müttefik devletler tarafından kurulmuştur. Bu mahkemelerin davaları "soykırım davaları" değildir. Dolayısıyla Nuremberg ve Tokyo Sözleşmelerinin 6c ve 5c Maddesi Ermeni tezleri açısından asla emsal oluşturamaz.

(20) 8 Nisan 1975'te kabul edilen Temsilciler Meclisi kararı (148) ile "Bu yılın 24 Nisan'ı 'insanların insanlara insanlık dışı davranışının hatırlanmasının ulusal günü' olarak düzenlenmiştir. ABD Başkanı bugünün tüm soykırım kurbanlarını, Özellikle de Ermenilerin hatırlanması için Amerikan vatandaşlarını çağırmaya yetkili kılınmış ve bu çağrıda bulunması kendisinden istenmiştir" denmiştir.

Ne yazık ki Ermeni propagandalarının etkisiyle alınan bu karar gereği ABD Başkanları I. Dünya Savaşında çeşitli sebeplerle ölen Osmanlı vatandaşlarını etnik ve dini bakımdan ayrıma tutmakta ve sadece Ermeni ölüler için anma gününde konuşma yapmaktadır. Ölüleri dinleri ve etnik kökenleri nedeniyle siyaset konusu yapmak medeni insanlara ve ülkelere yakışmasa gerektir. Kaldı ki ABD Başkanları soykırım sözcüğüne bugüne kadar konuşmalarında yer vermemişlerdir. Bu isabetli bir yaklaşım tarzıdır, çünkü olayların hangi şartlarda yaşandığını konu alan "Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917" adlı çalışmamızda, açık bir şekilde sevk ve iskanın sistematik, planlı bir yok etme planının uygulaması olmadığı kanıtlanmıştır. Bu çalışmamız özellikle konsolos ve misyoner raporlarına dayanmaktadır.

(21) Başkan Ronald Reagan 22 Nisan 1981 tarihli 4838 no'lu kamuoyu açıklamasında kısmen, Ermeni soykırımı, Kamboçya soykırımı ve Yahudi soykırımından çıkarılan derslerin asla unutulmaması gerektiğini" belirtti.

Ermenilerin ABD'de güçlü bir lobi faaliyeti olduğu bilinmektedir. Ayrıca Boston ve Massachusetts ve California Eyaletlerinde çok sayıda Ermeni yaşıyor olması buradaki senatörleri Ermeni tezlerine sıcak bakmaya yöneltmektedir. Başkanlar da politikacılardan farksızdır ve seçmen kitlelerinin taleplerini göz ardı edemezler. Üstelik Ronald Reagan'ın konuşma yazarı Ermeni asıllı bir ABD vatandaşıdır. Bu yüzden Ronald Reagan'ın kişisel olarak soykırıma inandığını belirtmesi sürpriz teşkil etmez.

(22) 10 Eylül 1984'te kabul edilen Temsilciler Meclisi kararı (247) ile "Bu yılın 24 Nisan'ı 'insanların insanlara insanlık dışı davranışının hatırlanmasının ulusal günü' olarak düzenlenmiştir. ABD Başkanı bugünün tüm soykırım kurbanlarını, özellikle de 1,5 milyon Ermeni'nin hatırlanması için Amerikan vatandaşlarını çağırmaya yetkili kılınmış ve bu çağrıda bulunması kendisinden istenmiştir" denmiştir

Böyle bir karar alınmış olsa bile ABD Başkanı bu talep doğrultusunda 24 Nisan gününü "Ermeni soykırım günü" olarak kabul etmeyi ve anmayı reddetmiştir. Temsilciler Meclisinin kararı elbette siyasi nitelikli bir karardır ve doğru olup olmaması çok az imza sahibini ilgilendirmektedir.

(23) 1985 yılı Ağustos ayında, ABD Ayrımcılığı Önleme ve Azınlıkları Koruma Alt Komisyonu 14/1 oyla, "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve cezalandırılması Sorunu" adlı bir çalışma raporunu kabul etti. Bu raporda "Nazi sapkınlığı 20. yüzyıldaki tek soykırım olayı değildir. Diğer örnekler arasında "1915-1916'da Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermenileri katliamı" gösterilebilecek örnekler arasına girebilir, deniyordu.

Tasarının en ciddi yalanı ise BM İnsan Hakları Komitesinin bir raporunun 1915-1916 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından katledilmesini kabul ettiğine dair bir raporu kabul ettiğidir. Mr. Whitaker raporu olarak hazırlayanın adıyla anılan bu rapor alt komitede kabul edilmemiştir. Tam tersine komite raporu teslim almayı "alındı" sözcüğünü taslaktan silerek (Dosya E/CN.4/1986/5-E/CN.4/Sub.2/1985/57; Para.57) reddetmiş, bunun yerine "not alındı" şeklinde özel rapora (E/CN.4/1986/5 E/CN.4/Sub.2/1985/57 sayfa 99. para 1). Maalesef bu kuyruklu yalan bilimsel toplantılarda bile karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca taslak 10 leyhte, 6 karşı ve 6 çekimser oy ile İnsan Hakları Komitesine sunulmamıştır. Diplomatik ve hukuki açıdan bakıldığında Mr. Whitaker raporu kabul edilmemiş "not" edilmiş ve daha yüksek karar organına transferi reddedilmiştir.

(24) Bu raporda "Birtakım tanık ve bağımsız otoritelerin söylediklerine göre Ermeni nüfusunun muhtemelen yarısından fazlasını teşkil eden 1 milyon kişi öldürülmüş ya da ölümcül koşullarda tehcir edilmiştir" deniyordu. Bu durumu, ABD, Almanya ve İngiltere arşivlerindeki ve Osmanlı İmparatorluğu'nun müttefiki Almanya'nın o dönemki diplomatları da dahil raporları doğrulamaktadır.

Mr. Whitaker'in raporunun Ermeni tarihçilerin görüşleri doğrultusunda hazırlandığı açıktır. Nitekim alt komite toplantısına ABD temsilcisi Mr. Carey bile "bütün mevcut kaynakların dikkate alınmadığı ve bu sorun titiz bir şekilde derinlemesine incelenmemiştir....Soykırım sorunu yeterince titizlikle ele alınmamıştır". Aynı komitedeki toplantı da Fransa temsilcisi Mr. Joinet "Mr. Whitaker'in raporu hakkındaki tartışma aslında tarih hakkında bir tartışmadır" demiştir. Nitekim 1. madde hakkındaki yorumumuzda bir milyon rakamının bir duyumdan ibaret olduğu ve tehcirin ilk günlerinde gündeme geldiği belirtilmiştir.

(25) ABD Soykırımı Anma Konseyi (bağımsız bir federal teşekkül) oybirliğiyle 30 Nisan 1981'de kendi müzelerinde Ermeni soykırımına yer vermeyi kararlaştırdı ve o günden beri de yer vermektedir.

Müze yetkililerinin Ermeni propagandası ve baskısı altında aldığı bu karar "soykırım tezini" güçlendiren veya realiteye dönüştüren bir karar olarak değerlendirilemez.

(26) ABD Columbia Bölgesi Temyiz Mahkemesi'nce 1993'te ortaya konan, Ermeni soykırımıyla ilgili eldeki dokümanların muğlak olduğuna ilişkin iddia ABD'nin uzun dönem politikasına uymayacağı gerekçesiyle geri çekildi.

Türk tarafının tarihi olaylar hakkındaki görüşleri alınmadan alınan her karar gibi bu kararın da bağlayıcılığı yoktur. Bu ve benzeri kararlar Ermeni tarihçilerin ortaya koyduğu veriler ışığında alınmaktadır.

(27) 5 Haziran 1996'da Temsilciler Meclisi yabancı yardımlar ve uluslararası dış ticaretle ilgili 3540 kanunda değişiklik yaparak, Türkiye Hükümeti'nin Ermeni soykırımını tanıyıp kurbanlarını onurlandırıncaya kadar Türkiye'ye yapılan yardımlarda 3 milyon dolarlık bir kesinti yapılması kararlaştırıldı.

Yine bu karar da, Ermeni propaganda faaliyetlerinin Temsilciler Meclisinde etkili lobisi sayesinde alınmıştır. Politikacılar maalesef gerçeklerle ilgilenmemekte, çok az bilgi sahip oldukları konularda bile oy kaygısıyla yanlı hareket edebilmektedirler. Zaten Türkiye de soykırımı tanıma şartı getiren hiçbir yardımı kabul etmeyecek kadar bu konuda kesin politika sahibidir.


(28) Başkan William Jefferson Clinton 24 Nisan 1998'de "Bu sene geçmişte de olduğu gibi Amerikan Ermenilerini tarihin en üzgün bölümlerinden biri olarak anacağız. Bu anma, yurdundan edilmeler ve 1,5 milyon Ermeni için yapılacaktır" demişti.

Görüldüğü gibi Başkan Clinton katliam ve tehcirden söz etmekte ama yaşanan trajediyi "soykırım" olarak tanımlamamaktadır. Soykırım hukuki çerçevesi çizilmiş bir suçtur ve 1948 BM Sözleşmesi ile koşulları ortaya konulmuştur. Başkan Clinton hukuki bakımdan Ermenilerin yaşadıklarını soykırım olarak açıklayan her hangi bir karar olmadığının farkında olarak "soykırım" sözcüğünü kullanmamaktadır. Kaldı ki katliam ile soykırım hukuken çok farklı kelimelerdir. Katliam her zaman her toplumda görülebilecek adi vakalardır.


(29) Başkan George W. Bush ise 24 Nisan 2004'te "Bugün 20. yüzyılın en korkunç trajedilerinden birinin anılmasına ara vereceğiz. 1,5 milyon Ermeni'nin sürülerek öldürülmesini hatırlamak amacıyla saygı duruşundayız" dedi.

Yine burada da yaşananlar trajedi olarak nitelendirilmektedir. Savaşın kurbanları karşısında saygı duruşuna geçmek her insanın insanlık görevidir. Ermeni tasarısının başlangıcından beri iddia ettiği ise olayları soykırım olarak nitelendirilmiş göstermeye çalışmaktadır. ABD Başkanlarının bile hukuken olayları "soykırım" olarak tanımamış olmaları aslında bu tasarının başından beri çelişkili olduğunu ortaya koymaktadır.

(30) Ermeni soykırımının uluslararası alanlarda tanınıp kabul edilmesine rağmen yerli ve uluslararası otoritelerin soykırımı cezalandırmadaki başarısızlıkları benzeri soykırımların olmasına ve gelecekte de olabilmesine bir nedendir ve Ermeni soykırımını tanımak gelecekte soykırımın önlenmesi için tek çözümdür.

Maalesef bunu söyleyenler 26 Şubat 1992'de Hocalı'da bir katliam yapmış, 180.000 Azeri'yi Karabağ ve çevresinden tehcir etmiş ve Azerbaycan topraklarının %20'sini işgal ederek bir milyondan fazla insanı "kaçgın" durumuna düşürmüştür. Bu insanlar hala "ölecek bir vatanımız bile yok" diyerek sefil şartlarda kendilerine hükümet tarafından tahsis edilen gayri sıhhi evlerde günlük 30 dolarla yaşamaya çalışmaktadırlar. Azerbaycanlılar kendilerine yapılan muameleyi bir soykırım olarak nitelendirmektedirler. Demek ki kendilerine soykırım yapıldığını iddia edenler bile soykırım yapabilmektedirler. Bu haliyle tasarının Ermenilerin yaptığı mezalime ve Hocalı katliamına engel olmamış olması düşündürücüdür.

Pazar, Eylül 16, 2007

Enver ve Cemal Pasa'yi da Ermeniler oldurmus


Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Hikmet Özdemir'in, Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa'nın 1921 ve 1922 yıllarında Ermeni suikastçılar tarafından öldürülmesini yabancı ve yerli belgelerle incelediği "Üç Jöntürk'ün Ölümü" adlı kitabı yayınlandı. Kitapta yer alan belgelere göre, Talat Paşa gibi, iddiaların aksine Cemal ve Enver Paşaların da Ermeniler tarafından öldürüldükleri ortaya çıktı. Remzi Kitapevi tarafından basılan "Üç Jöntürk'ün Ölümü" adlı 336 sayfalık kitapta, Ermeni suikastçıların 1980'lerde Türk diplomatlarına yönelik saldırıları da yer aldı. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni "bir siyasi tavır ve okul olarak vatansever hareket" olarak tanımladığı "Üç Jöntürk'ün Ölümü" kitabında, İttihat ve Terakki liderliği ile Ankara'daki Kemalistler arasındaki iktidar mücadelesinin yanı sıra, Ermeni suikastçıların Talat Paşa, Cemal Paşa ve Enver Paşa'yı nasıl öldürdükleri de belge ve mektuplarla detaylı biçimde anlatılıyor.

ONLARI UNUTANI UNUTMAK GEREK
Prof. Dr. Özdemir, kitabın sunuşu niteliğindeki 25 sayfalık değerlendirmesinin son bölümünde şunları söylüyor: "Atatürk'e yürekten bağlı bir akademisyen olarak, İttihat ve Terakki'yi diriltmek ve onun yönetimlerini benimsemek gibi bir siyaset anlayışının kesin olarak karşısındayım. 1920-1926 döneminde Kemalist-İttihatçı ilişkileri bu açıdan da değerlendirilmelidir. Üç Jöntürk'ün Ölümü'nde aktarılan mektuplar, Kemalist ve İttihatçı liderler arasında bir ilişkinin değil, kıyasıya ve çok şiddetli mücadelenin varlığını kanıtlamaktadır. İttihatçılar ve Kemalistler arasında çok ciddi bir ayrım bulunduğunu düşünmekteyim. Fakat, çok dramatik bir tarihi gerçeğin de bilincindeyim: Ermeni suikastçılar tarafından bir mistik 'kör inanç' adına katledilen, Talat, Cemal, Enver ve dava arkadaşları (ve elbette 1980'lerde yurtdışındaki görevlerinde katledilen diplomatlarımız) Türk Ulusu'nun vicdanlarına emanet edilmiş şehitlerdir. Onları unutanları unutmak gerekir, diye düşünüyorum. Üç Jöntürk'ün Ölümü, onları unutmamak adına bir mütevazı katkı mı bilemiyorum?"

EN ÇOK SALDIRI FRANSA DA GERÇEKLEŞTİ
Talat, Cemal ve Enver Paşa'ya yönelik suikastların nasıl planlandığı, hangi istihbarat örgütleri ve ülkelerin rol oynadığı irdelenen kitapta, özellikle Talat Paşa cinayetinde Almanya'daki yargılamayla ilgili tartışma yaratacak yeni belgeler ve bilgiler yer alıyor. "Üç Jöntürk'ün Ölümü" kitabındaki istatistiklere göre, 1970'lı yıllardan 1984'de kadar Türk diplomatlarına karşı en çok saldırı Fransa'da yaşanıyor. Türk diplomatlarına yönelik saldırıların ülkelere göre dağılımı şöyle : "Fransa (37), İsviçre (25), İtalya (20), Lübnan (17), ABD (15), Türkiye (14), İspanya (11), İran (10), Belçika (5), İngiltere (5), Kanada (5), Danimarka (4) Yunanistan (4), Batı Almanya (4), Avusturya (3), Hollanda (2), Portekiz (2), Avustralya (1), Irak (1), SSCB (1), Bulgaristan (1), ve Yugoslavya (1)" (ANKA)

Haberin orjinali:
http://www.sabah.com.tr/haber,338FA40DAFD24F7AB48C4FC23654C548.html

Pazartesi, Mart 12, 2007

Bırakın Tarihçiler karar versin - Prof. Dr. Justin McCARTHY

Günümüzde süre giden Ermeni meselesi tartışmaları boyunca tarih yazmaya çalışan politikacıları hedef alan bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. “Bırakınız tarihçiler karar versin”. Bu ifadeyle ne demek istediğimizi çok azımız ortaya koyabilmiştir. Şimdi bunu yapmanın tam zamanıdır.

Milliyetçi eğilimleri korumak amacıyla yazılmış yanlı tarih ile olması gereken tarih arasında çok büyük bir fark vardır. Tarih geçmiş hakkındaki doğruyu bulmayı hedefler. Tarihçiler doğrunun aldatıcı olduğunun farkındadırlar. Kararlarını etkileyen önyargılarının olduğunu bilirler. Bütün gerçeklere hiçbir zaman ulaşılamayacaklarını da bilirler. Fakat tüm bunlara rağmen her zaman doğruyu bulmaya çalışırlar, o doğru her ne ise.

Tarihi kullanan milliyetçiler ise çok farklı emellere sahiptirler. Geçmişteki olayları milli mücadelelerinde birer silah gibi kullanırlar. Onların bir amaçları vardır- davalarını kazanmak- ve bu uğurda her şeyi kullanırlar. Bir tarihçi bütün ilgili gerçekleri bir araya getirmeye ve bir bütünlük içinde olaylara bakmaya çalışırken, öte yandan bir milliyetçi tarihten amacına yönelik olan parçaları seçer ve diğerlerini dikkate almaz.

Diğer insanlar gibi tarihçiler de politik amaç ve ideolojilere sahiptirler, fakat gerçek bir tarihçi gerçekler onun inancını doğrulamadığında hatalarını da kabul eder. Ancak davası uğruna her şeyi göze almış bir milliyetçi bunu asla yapmaz. Gerçekler öngördüğü teorilere uymazsa, milliyetçi onları dikkate almaz ve davasını tamamlamak için başka yollar arar. Gerçek tarihçiler hatalar yapabilirler. Davası uğruna her şeyi göze alan milliyetçi ise bilinçli hatalar yapar ve entelektüel suç işlerler.

Ermeni Sorunu uzun süreden beri milliyetçi çalışmalara konu olmaktadır. Bu ise tarihsel araştırmanın prensiplerini hiçe sayan tutarsız bir tarihin oluşmasına neden olmaktadır. Fakat Türkler ve Ermeniler kullanılması gereken araçlarla tarihe yaklaştıklarında, mantıklı ve tutarlı sonuçlar elde edeceklerdir. “Bırakın tarihçiler karar versin”; bütün gerçeklere bakan, bütün görüşleri değerlendiren, tarihsel prensiplere başvuran ve mantıklı sonuçlara varan diğer tüm tarihsel araştırmalar gibi, yapılması gereken tarihsel bir araştırmaya çağrıdır.

Tarihçiler özellikle şu temel soruları sorarlar: “Bir Ermenistan var mıydı? Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu içinde kendi devletlerini haklı olarak talep edecekleri kadar Ermenilerin çoğunluğu oluşturduğu bir bölge var mıdır?”

Bunların cevaplarını bulabilmek için, tarihçiler özellikle istatistik arşivleri olmak üzere, devlet nüfus istatistiklerine bakarlar, çünkü devletler çok nadiren kendi kendilerine yalan söylerler. Devletler kendi vatandaşlarının sayısını bilmek, onları anlamak, izlemek, askere almak ve daha önemlisi vergilendirmek için bilmek isterler.

Bu konuda Osmanlıların diğer devletlerden farkı yoktur. Diğer devletler gibi hatalar yaparlar, özellikle de kadınların ve çocukların sayımında bu hatalar söz konusudur. Ancak bu eksik sayımlar istatistiksel metotlar kullanılarak düzeltilebilir. Sonuçta Osmanlıda yaşayan Ermenilerin sayısı hakkında en gerçekçi tabloyu elde etmiş oluruz. Birinci Dünya Savaşı başlarında Ermeniler “Osmanlı Ermenistan” (Ottoman Armenia) diye tabir ettikleri bölgede toplam nüfusun yalnızca %17’sini teşkil etmekteydiler. Aslında dünyadaki tüm Ermeniler Doğu Anadolu’ya gelseler yine de orada çoğunluk oluşturamazlardı.

Osmanlı’nın doğusunda yaşayan Ermenilerin görece az sayıda bulunmalarından şu iki çıkarıma ulaşılabilir: Birincisi, Anadolu’daki Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne karşı tek başlarına büyük bir tehlike oluşturmaları olanaksızdı. Bazı Ermeni isyancıları devlet düzenini bozmuş olabilir, ancak bunların çok azı Osmanlı otoritesini tehdit edecek düzeydeydi. Ermeni isyanları, yalnızca Ruslar tarafından sağlanabilecek olan dış desteğe ihtiyaç duymuşlardır. İkincisi, Ermeni milliyetçileri öncelikle o bölgede yaşayan Müslümanları tamamen tahliye ettikleri takdirde yalnızca kendilerine ait olan devleti yaratabileceklerdi.

Müslüman-Ermeni arasındaki düşmanlığın tarihi gelişimini anlamak için tarihsel prensipler kullanılabilir. Bu ilkeler uygulandığında Ermenilerin tarihinin de başka tarihlerden farklı olmadığı görülür. O tarihin bir kısmı, çevre koşulları nedeniyle tekdir, ancak diğer tarihlerle başka yer ve zamanlarda geçen olaylarla benzerlikler taşır. Bu prensipler:

1. Çoğu etnik çatışmalar uzun süreler içerisinde oluşurlar. Almanlar ve Polonyalılar, Finliler ve Ruslar, Hint yarımadasındaki Hindular ve Müslümanlar, İrlandalılar ve İngilizler, Avrupalılar ve Kuzey Amerika’daki yerli Amerikanlar- bütün bu çatışmaların yayılması kuşaklar boyu ve sık sık da yüzyıllarca sürdü.

2. Modern zamanlara gelinceye kadar etnik grupların ve insanların toplu, çoğu karşılıklı, ölümlerinin en az iki tarafın savaşmasının bir sonucuydu.

3. Milliyetçi devrimcilerle devletler arasında çatışma çıktığında tarafların ilk karşı karşıya gelmesini devrimciler başlatmışlardır. Yerleşik devletlerin çıkarını iç barış oluşturur. İyimser olarak baktığımızda, devletlerin yurttaşlarına sağladıkları yararlar sonucunda iç huzur beklerler. Daha az iyimser olursak, barışın vergi toplamayı ve iç değil de dış düşmanlarla savaşmak için orduyu kullanmayı kolaylaştırdığı görülür. Dünya tarihi bunun örnekleriyle doludur. Osmanlı İmparatorluğu içindeki Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan isyanları bu prensibin doğruluğunu gösterir şekildedir.

Bu prensipler doğrultusunda, Türklerin ve Ermenilerin tarihi, başkalarının tarihinden farklı değildir. Tarihi prensipler uygulanmıştır.

Türkler ve Ermeniler arasındaki anlaşmazlık uzun bir süre içerisinde gelişmiştir. Ermeni-Müslüman anlaşmazlığının ortaya çıkmasında ilk suçlanması gereken Rusların emperyalist yayılmasıdır. Korkunç Ivan zamanında, 16. yüzyılda Ruslar fethettikleri topraklardan Müslümanları sürme politikası izliyorlardı. Sonraki üç yüz yıl boyunca, Müslümanlar, çoğu Türk olmak üzere, bugün Ukrayna, Kırım ve Kafkasya olarak bilinen yerlerde ya öldürüldüler ya da buralardan sürüldüler. 1770’lerden 1850’lere kadar Rus saldırıları ve Rus kanunları 400,000’den fazla Kırım Tatar’ını topraklarını terk etmeye zorladılar. Kafkasya bölgesinde 1.2 milyon Çerkez ve Abhaza Ruslar tarafından ya sürüldü ya da öldürüldü. Bunlardan üçte biri yaşamını kaybetti- çoğunlukla göz ardı edilen Müslüman katliamlarından biridir. Tatarlar, Çerkezler ve Abazalar Osmanlı İmparatorluğu’na geldiler. Onların varlığı Osmanlı Müslümanlarına Rus istilasının neler yapabileceğini öğretti.

1790’larda Kafkasya bölgesindeki Ermeni azınlığın üyeleri Müslüman yönetime karşı isyana başladı ve Rus istilacılarla ittifak kurdular. Silahlı Ermeni birlikleri Ruslara katıldılar. Ermeni casuslar Ruslar için istihbarat çalışmalarda bulundular. Bu savaşlarda Müslümanlar katledildi ve sürüldüler. Ermeniler buna karşılık daha önce, Karabağ gibi, Müslümanların yaşadıkları yerlere göç etmeye başladılar. Bu Güney Kafkasya ve sonra Doğu Anadolu’da yaşayan insanların, iki farklı kampa bölünmelerine yol açacak olayların başlangıcıdır-bir tarafta Rus İmparatorluğu ve Ermeniler, diğer tarafta Müslüman halk ve Osmanlı İmparatorluğu. Çoğu Ermeni’nin ve Müslüman’ın kuşkusuz bu anlaşmazlıklarla ilgisi yoktu, ama olaylar onları bir taraf tutmaya zorladı.

1827-1829 Ruslar ve İranlılar ile Ruslar ve Osmanlılar arasındaki savaşlar doğuda 1920’lere kadar sürecek olan nüfus değişimlerine neden oldu. Ruslar bugün Ermenistan Cumhuriyeti olarak tanınan Ermeni Hanlığı’nı fethettiklerinde nüfusunun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Bunların yaklaşık üçte ikisi, 60,000 Müslüman, Ruslar tarafından Erivan’ın dışına sürüldüler. Ruslar işgallerini Ermenilerden de destek buldukları Anadolu’da sürdürdüler. Savaşın sonunda Ruslar Doğu Anadolu’yu terk ederken onlara 50-90,000 kadar Ermeni de katıldı. Erivan ve diğer bölgelerden sürülen Müslümanların yerlerine yerleştiler, onlara İran’dan gelen 40,000 Ermeni de katıldı.

Büyük nüfus değişimleri başlamış ve sonucunda Anadolu Müslümanları ve Ermenileri arasındaki güven kaybolmuştu. Ruslar 19. yüzyılda, Kırım Savaşı ve 1877-78 Rus-Türk Savaşı sırasında Anadolu’yu iki kere daha fethedeceklerdi. Her iki savaşta da önemli sayıda Ermeniler Ruslara katılıp casusluk ve işgal kuvvetleri polisliği yapmışlardır. Örneğin Erzurum’da, İngiliz konsolosluk görevlilerinin raporuna göre Ruslar tarafından atanan Ermeni polis şefi ve onun komutasındaki Ermeni kuvveti “Muhammet’e inananlara taciz etmişler, kötü davranmışlar ve hakaret etmişlerdi”, ve 6,000 Müslüman aileyi şehri terk etmeye zorlamışlardı. Ruslar geri çekilirken Müslümanların intikamından korkan 25,000 Ermeni de onlara katıldı. Ancak en büyük göç 1882 yılında çoğunluğu Türk olan 70,000 Müslüman’ın ve 40,000 Lazın Rusların işgal ettikleri topraklardan sürülmesidir.

1900’lerde yaklaşık 1,400,000 Türk ve Kafkas Müslüman, Ruslar tarafından yerlerinden edilmiştir. Bunların üçte biri ölmüş, öldürülmüş ya da açlık ve hastalıkların kurbanı olmuştur. 125,000 ile 150,000 arasında Ermeni, Osmanlı Anadolu’sundan (Ottoman Anatolia) Erivan’a ve Rusların elinde bulunan Güney Kafkasya’nın diğer bölümlerine göç etmişlerdir.

Bu Rus emperyalizminin ödettiği bedeldi. Yalnızca bir buçuk milyon insan sürülmek ve öldürülmekle kalınmamış, aynı zamanda etnik barış da yok edilmiştir. Müslümanlara, yedi yüz yıldır beraber yaşadıkları 19. yüzyıldaki Ermeni komşularının, Rus ilerlemesiyle, bir kez daha düşman olabileceklerini öğretmişlerdi. Ruslar, tarih öğretileri anlaşmazlıklar ve toplu katliamlar içinde muhtemel olan, iki taraf yaratmışlardı.

Ermeni isyancıların eylemleri Osmanlının doğusundaki Müslümanlar ve Ermeniler arasındaki ayrılığı ve karşılıklı korkuyu arttırdı.

Belli başlı Ermeni devrim örgütleri 1880’lerde ve 1890’larda Rus İmparatorluğu’nda kurulmuştu. Bu örgütler ideolojik olarak sosyalist ve milliyetçilerdi. Seçtikleri silah ise terördü. İsyancılar açıkça planlarının Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na karşı koyduğu planla aynı olduğunu ortaya koymuşlardı. İsyancılar Bulgaristan’da öncelikle Müslüman köylüleri katletmişlerdi. Osmanlı Devleti bu sırada Bosna’da Sırplarla savaş halindeydi ve yerel Türk halktan kendilerini bu isyancılara karşı savunmalarını istemişti, bunu gerçekleştirdiler de, ama birçok can kaybettiler. Avrupa gazeteleri ölen Müslümanlardan değil de Bulgarlardan bahsetti. Avrupalılar bütün bu ölümlerin isyanlardan kaynaklandığına inanmıyor, Türklerin kötü niyetine bağlıyorlardı. Ruslar görünüşte Hıristiyanları kurtarmak amacı ile işgal etmişlerdi. Sonuç Bulgaristan’da yaşayan Müslüman halkın %17’sini oluşturan 260,000 Türkün öldürülmesi ve %34’ünün de sürülmesi olmuştur. Ermeni isyancıların da izlemek istedikleri plan buydu.

Ermeni isyanları hem Rus hem de Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin gerilla çeteleri kurmalarıyla başladı. Silahlar kaçak olarak elde edildi. Bu gerillalar Osmanlı devlet memurlarını öldürdüler, Müslüman köylere saldırdılar, ve on dokuzuncu yüzyılın en etkili terör silahı olan bombayı kullandılardı. 1894’te isyancılar artık açık bir devrim için hazırdılar. İsyanlar Sasun, Zeytun, Van ve diğer bölgelerde 1894 ve 1895’te başladı. Bulgaristan’da olduğu gibi masum sivilleri öldürmekle işe başladılar. Zeytun isyanının lideri emrindeki kuvvetlerinin 20,000 Müslüman’ı öldürdüğünü açıkladı. Bulgaristan’da olduğu gibi Müslümanlar karşılık verdiler. Örneğin Van’da 400 Müslüman ve 1,700 Ermeni Öldü. İsyanlar birbirini izledi.1909’da Adana’da, devlet kontrolü kaybedince, Ermeni isyanı çok kötü bir hal aldı ve isyancılar ve masumlar olmak üzere çoğunluğu Ermeni 17,000 ile 20,000 arası insan öldürüldü. İsyanlar devam ederken, 1894 ve 1897’de Ermeniler en büyük intikam saldırılarının onlardan gelebileceğini düşünerek kasıtlı olarak Kürt aşiretlerine saldırdılar. Bunun sonucu olarak Kürtler ve Ermeniler arasında meydan savaşları başladı.

Ama işler Ermeni isyancılar için kötü gitti. Ermeniler Bulgarların planını izlediler, Müslümanları öldürdüler ve intikam saldırılarına maruz kaldılar. Kendi insanları daha fazla acı çekti. Güvendikleri Ruslar ve Avrupalılar da bu olaylara karışmadılar. Avrupa’nın politikaları ve iç sorunlar Rusları engelledi.

Ermeni isyancıların yaratmak istedikleri neydi? Sırplar ve Bulgarlar Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan ettiklerinde talep ettikleri, Sırpların ya da Bulgarların çoğunlukta olduğu topraktı. Kendi topraklarından Türkleri ve diğer Müslümanları kovmuşlardı, ama bu Müslümanlar zaten bir çoğunluk değillerdi. Bu Ermeniler için geçerli değildi. Şiddetle göz diktikleri topraklarda çoğunluğu Müslümanlar oluşturuyordu. Bir Ermenistan kurmanın yolu bu Müslümanları kovmaktı.

Birinci Dünya Savaşı’nı iyi anlayabilmek için bu tarihi çok iyi bilmek gerekir. Uzun bir tarihsel süreç içerisinde iki anlaşamayan taraf oluştu.

Rus emperyalistler ve Ermeni devrimciler Osmanlıların istemediği bir kavga başlattılar. Osmanlılar Rusların ve Ermenilerin planlarına karşı gelerek kendi vatandaşlarını savunmak zorundaydı. Tarih Osmanlılara, Ermeniler eğer zafer kazanırsa bunun toprak kaybetmenin yanı sıra toplu sürülmenin ve öldürülmenin de Müslüman çoğunluğun kaderi olacağını öğretmişti. Bu da Ermeni isyanının kesinlikle temel amacıydı.

Büyük Savaşın beraberinde getireceklerini 1905 Rus Devrimi’nde görebiliriz. Ruslar Azerbaycan’daki etnik anlaşmazlıkları körüklemişler ve iki toplum arası savaşı tahrik etmişlerdir. Azeri Türkleri ve Ermenileri boyunduruğu altında yaşadıkları imparatorluğa karşı savaşacaklarına birbirleriyle savaşmışlardır. Hem Türkler hem de Ermeniler birbirlerini düşman kabul etmenin acı derslerini öğrendiler, ve çoğu da ne kan ne de savaş istiyorlardı. Ama taraflar çoktan yaratılmıştı.

1914 sonlarında Osmanlı doğusundaki toplumlar arası anlaşmazlık Ermeni isyanı ile başlamıştır. Yaklaşık 8,000’i Kağızman’dan, 6,000’i Iğdır’dan ve diğer yerlerden olan Anadolu Ermenileri Rusya’nın elinde bulunan Güney Kafkasya’ya eğitime gitmişlerdi. Daha sonra yerel isyancılara katılmak üzere geri döndüler ve isyan bütün doğuyu sardı. Osmanlı Devleti sadece Sivas vilayetinde 30,000 isyancı olduğunu tahmin ediyordu, muhtemelen abartılmış olmakla beraber isyanın genişliği açısından önemli bir ölçüdür. Askeri hedefler saldırılması gereken ilk yerlerdi: telgraf telleri kesilmişti. Stratejik dağ yolları tutulmuştu. İsyancılar özellikle doğuda asker toplamakla görevli Osmanlı devlet memurlarını hedef almışlardı. Uzak kesimlerdeki Müslüman köylere ilk saldırılar ve Müslümanlara yönelik katliamlar başladı. İsyancılar Zeytun, Muş, Şebin Karahisar, ve Urfa’yı almaya çalıştılar. Sınırlarda bulunması gereken Osmanlı silahlı kuvvetleri, bunun yerine içeride isyanları bastırmak zorunda bırakılıyordu.

En şiddetli isyan hareketi Van şehrinde görülmüştü. 1915 Mart’ında kenti zayıf bir Osmanlı garnizonunun elinden aldılar ve kaçamayan bütün Müslümanları öldürdüler. Civar bölgeden toplanan 3,000 Kürt toplanıp Van’ın dışında yer alan Zeve’ye getirildi ve burada katledildi. Buna cevaben Kürt aşiretler, önlerine çıkan Ermeni köylülerden intikamlarını aldılar.

Tarihsel prensipler yine iş başındaydılar. İsyancılar eyleme geçmişler ve sonunda ortaya, savaşan iki taraf çıkmıştı. Ermenilerin Van ve çevresinde yaptıklarından sonra Müslümanlar Ermenileri kendilerini öldürebilecek düşman olarak görmeye başlamışlardı. Ermenilerin tek korktuğu şey Müslümanların intikam almalarıydı. Bu insanların çoğunda savaşma isteği yoktu, ama buna zorlanmışlardı. Bu çatışma acımasız olacaktı.

Sonraki beş yıl içerisinde Osmanlının doğusunda tam bir savaş yaşanıyordu. Ruslar saldırıya geçmiş ve doğuyu ele geçirmiş, bir milyondan fazla Müslüman ölmektense mülteci olmayı tercih etmişti. Kaçarlarken yolda Ermeni çetelerin saldırılarına maruz kaldılar. Ruslar geri çekilirken bu defa kaçma sırası Ermenilere gelmişti. Ruslar saldırdılar ve geri çekildiler, sonra tekrar saldırdılar, sonra bir kez daha geri çekildiler. Her ilerleyişlerinde yüz binlerce insanın kaçmasına neden oldular.

Doğu Anadolu’da iki savaş yaşandı, biri Rus ve Osmanlı orduları arasında ve diğeri yerel Müslüman ve Ermeniler arasında. Ordular arasındaki savaşta siviller ve düşman askerleri bazen insancıl bazen de kötü muamele gördüler. Ama Müslümanlar ve Ermeniler arasındaki savaşta hiç merhamet yoktu. Ailelerini savunmak için erkekler bütün gaddarlıklarıyla savaştılar.

Bugün genel kanı olarak göç olayının sadece bir tarafını görülüyor, diğer bir deyişle sadece Anadolu’daki zorunlu göç, Ermenilerin tehciri görülüyor. Aslında zorunlu göç olayları sadece Ermeni tehciri demek değildir. Ermeniler için en kötü zorunlu göç, geri çekilen ordularıyla birlikte yaşadıklarıdır. Onlar da, aynı Osmanlı ordularıyla birlikte geri çekilen Müslüman halk gibi acı çekmişlerdir. Açlık ve hastalıklar, her iki taraftan da, düşman mermilerine hedef olan insanlardan daha fazla insan öldürmüştür. Tarihsel prensipler içerisinde bu öngörülmüştür: açlık ve hastalık her zaman en kötü katillerdir. Yine bir tarihsel prensibe göre mülteciler her zaman en fazla acı çekenlerdir.

Bir çok zorunlu göçten biri de Ermenilerin Anadolu’dan Osmanlı Hükümeti tarafından planlı bir şekilde göç ettirilmesidir. Tarihin ve savaşta geçen olayların ışığında, Osmanlıların Ermenilerden korkmaları için bariz nedenleri olduğu gerçekti, ve zorunlu göç tarihsel olarak Balkanlarda ve Orta Doğuda sorunların çözümü için uygulanan yöntemlerden biriydi. Şu da doğrudur ki, askerleri Ruslarla ve Ermenilerle savaşan Osmanlı Hükümeti, Ermeni göçmenleri iyi koruyamamıştır. Ne yazık ki, 200,000’den fazla göçmen Ermeni Büyük Suriye’ye ulaşmış ve yaşamışlardır. (Bazılarına göre toplam göç edenlerin üçte ikisi kurtulmuşlardı.)

Zorunlu Ermeni göçünde soykırım yapıldığını iddia edenler, göçten sonra hâlâ yaşayanları görmemezlikten geliyorlar. Çoğunlukla Osmanlı kontrolü altındaki Ermeniler, İstanbul, İzmir, Edirne ve devlet gücünün daha çok hissedildiği diğer bölgelerdeki Ermeni vatandaşları ne tehcir edildi ne de saldırıya uğradılar. Herhalde buralardaki Ermeniler bir tehdit oluşturmuyorlardı.

Bu gerçeklerin ışığında mantıksal olarak soykırım iddiaları direnemez. Eğer soykırım olduğu hala düşünülüyorsa, o zaman 1915 ve 1916’da öldürülen Türklerden ve Kürtlerden de bu yüz kızartıcı suçta kurban olarak bahsedilmeleri gerekiyor. 1918’de Ermenilerin geri çekilmesi sırasında yollarının üstünde bulunan köylerde ve Erzincan, Bayburt, Tercan ve Erzurum’da öldürdükleri masum insanları da hesaba katmak gerekiyor. Ermenilerin Silisya’da yaptıkları saldırılar ve katliamların, müttefikleri Fransızlar ve İngilizler tarafından da üzüntüyle karşılandığı açıkça tartışılmalıdır. Savaş sırasında Ermenistan Cumhuriyeti’nde Erivan’da Türklerin üçte ikisinin sürülüp ve öldürüldüğü de hatırlanmalıdır.

Bu, Türkler ve Ermeniler arasındaki anlaşmazlığın tarihidir. Tarih tam olarak anlaşıldığı zaman Türkleri suçlayanların iddiaları iyi bir şekilde anlaşılabilir.

Ermeni milliyetçilerinin iddiaları incelenirken ilk olarak Ermenilerin katıksız yalanları incelenmelidir.

Ermeni Sorunu hakkında üretilen uydurmaların en meşhuru, Osmanlı İç İşleri Bakanı’nın ve diğer devlet görevlilerinin Ermenileri katletmeleri talimatlarını içerdiğine inanılan “Talat Paşa Telgrafları”dır. Ne var ki bütün bunların birer uydurmaca olduğu Şinasi Orel ve Süreyya Yuca tarafından kanıtlanmıştır. Ancak, bu telgrafların neden bu kadar ciddiye alındığını insanlar kendi kendilerine sormaktadır. Bütün bir halk, kurşun kalemle bir telgraf kağıdı üzerine yazılmış bir nota dayanılarak soykırımla suçlanamaz.

Talat Paşa’nın ağzından söylenenler sadece bu örnekle kalmıyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz Propaganda Ofisi ve Amerikalı misyonerler Osmanlı devlet görevlilerinin ağzından söylenmiş gibi, bir takım küfürlü ve iğrenç şeyler yapmalarını emreden bir takım yayınlar yaptılar.

Osmanlıların suçu kabullendiklerini iddia eden uydurmalardan biri de Amerikan Büyükelçisi Morgenthau tarafından yapılandır. Morgenthau okuyucularından ona inanmalarını, Talat Paşa’nın kendisine laf arasında Ermenileri yok etme planlarını anlattığını söylemiştir. Bu sözde boşboğazlığı konuya biraz sağduyu ve diplomatik uygulamalar bilgisiyle baktığımızda değerlendirebiliriz. Osmanlı Dahiliye Vekili’nin bu sözleri söyleyebileceğine kim inanır? Amerika’nın, Ermenileri eskiden beri desteklediğini ve bunun değişmeyeceğini elbette biliyordu.Eğer içini boşaltmak, itiraf etmek isteseydi herhalde son açılacağı kimse Amerikan Büyükelçisi olurdu. Evet, bütün bunları kime anlatıyor? Amerikan Büyükelçisi’ne! Talat Paşa deneyimli bir politikacıydı. O da şüphesiz bütün politikacılar gibi kuralları çiğnemiş ve hatalar yapmış olabilir. Ama hiç kimse Talat Paşa’nın geri zekalı olduğunu iddia etmemiştir. Belki de Büyükelçi Morgenthau A.B.D. Dışişleri Bakanlığı’nın bu öyküye inanmayacağını bildiğinden, bu olayı kendi üstlerine hiç bildirmedi, sadece daha sonra yazdığı popüler bir kitapta kaleme aldı.

Amerikalıların sözlerinden alıntılar seçmecedir. Ermeni davasını gözü kapalı savunanlar, bir Amerikalı Büyükelçi Morgenthau’nun sözlerini seçip almışlar ama başka bir Amerikalı Büyükelçi Bristol’ün sözlerini göz ardı etmişlerdir. Neden? Çünkü, Bristol dengeli bir rapor hazırlamış ve olaylarda Hem Ermenileri hem de Müslümanları cinayetler nedeniyle suçlamıştır.

En çok görülen uydurmaca, ünlü “Hitler’den alıntılar”dır. Hitler yaptığı Yahudi soykırımını (Holocaust) savunmak için “Günümüzde Ermenilerin yok edildiğini kaç kişi hatırlıyor?” dediği söylenir. Bu alıntı artık her yıl okul kitaplarında, Amerikan Kongresi ve Fransız Parlamentosu’ndaki demeçlerde ve Türklere saldıran tüm yazılı metinlerde yer almaktadır. Profesör Heath Lowry’nin bu alıntının doğruluğu üzerine ciddi kuşkuları vardır. Hitler’in bu sözleri söylemediği çok muhtemeldir. Ama bundan daha da önemli bir sorun var: Adolf Hitler gibi biri Ermeni tarihi konusunda güvenilir kaynak olarak nasıl kabul edilebilir? Hitler’in daha önceki hangi beyanları çok güvenilir bulunmuş da bu açıklamasına güven duyulabilsin? Politika arenasında “Hitler” kelimesi sihirli bir biçimde felaket simgesi olarak anılmaktadır. Ermeni sorununda, ondan alıntı yaparak siyasi bir polemik yaratmak ve Türkleri de Hitler’in neden olduğu felaketin öncüsü olarak göstermek istemektedirler. Günümüz dünyasında hiçbir şey düşmanlarınızı Hitler’le birlikte anmak kadar karalayamaz. Bunların hepsi saçmalıktır, ama konu hakkında hiçbir şey bilmeyen insanları kandırabilecek kadar iyi hazırlanmış saçmalıktır. Aynı zamanda bu bilinçli olarak tarihin çarpıtılmasıdır.

Nüfus ile ilgili bilgiler de çok kullanılan birer uydurmacadır. Ermeni milliyetçilerinin bu konuda kendilerine özgü bir zorlukları vardı- Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayırmayı planladıkları topraklarda azınlığı oluşturuyorlardı. Bu sorunun çözümü ise uydurma istatistikler oluşturmaktı. Ermenileri Doğu Anadolu’nun en büyük etnik grubu olarak gösteren uydurma rakamlar ortaya çıktı. Bu nüfus sayılarıyla ilgili istatistikler, ismini Marcel Leart olarak değiştiren bir Ermeni tarafından, Ermeni Patriki’nin çalışmasıymış gibi gösterilerek Paris’te basıldı. Doğal olarak Ermenilerin sayısı abartıldı ve Türklerinki de olduğundan az gösterildi. Çok ilginçtir ki bunlar yine ciddiye alındı. Ama bu veriler Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Anadolu’yu Ermenilere hibe etmek amacı ile kullanılmaya başlandı, ve günümüzde de düzenli olarak kullanılmaktadır.

Ermeni davasını sonuna kadar savunanlar, sanki Amerikalı misyonerler hiç yalan söylemezmiş gibi misyonerlerin de yalan söylediğini gösteren sayısız kanıtı atlıyorlar ve Ermenileri olduğundan daha az masum gösteren şeylerden bahsetmekten kaçınıp onlardan alıntı yapıyorlar. Örneğin, Van’daki misyonerler Ermenilerin öldüğünü rapor ettiler, ama aynı Ermenilerin daha önce yakaladıkları bütün Müslümanları öldürdüğünü rapor etmediler.

Ermeni davası savunucularının tarihi olayları saptırmasını söylediklerinde değil, ama söylemediklerinde aramalıyız. Güvendikleri çoğu delilin yalan olduğunu çünkü bütün bunların Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Propaganda Ofisi tarafından üretildiğini itiraf etmezler. Bir Ermeni örgütü tarafından tekrar basılan “Bryce Raporu” (Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenilere karşı tutumu) adlı belgenin uzun giriş kısmında raporun sözde doğruluğuna övgüler yağdırılmıştır. Bu yeni basımın hiçbir yerinde raporun Britanya Propaganda Ofisi tarafından masrafları karşılanarak, savaş sırasında düşmanları olan Osmanlılara karşı hazırlandığı belirtilmemiştir. Yine bu yeni basım, sözde Alman zulmünü anlatan ve tarihçiler tarafından uzun bir süredir yalanlar yığını olarak adlandırılan diğer bir “Bryce Raporu”ndan bahsetmemiştir. Ayrıca rapordaki kaynaklar yok sayılmış ve Taşnak Partisi’nin doğruyu söylememe geleneğinden hiç bahsedilmemiştir.

Temel tarihsel olaylar çıkartılmış ve kendi teorilerine ters düşen olaylara hiç bakılmamıştır bile. Davası uğruna her şeyi göze almış milliyetçiler İngiliz propagandasından, misyonerlerin raporlarından, Ermeni devrimcilerinin beyanlarından ve bunun gibi şeylerden söz etmişlerdir. Osmanlılar tarafından yazılan hiçbir belgeye güven duyulmayacağını iddia etmek için son yıllarda yüzlercesi basılan Osmanlı belgelerine çok nadir değinmişlerdir (Ermeni çeteciler tarafından yazılan yazılara daha çok güven duymuşlardır). Bu belgeler Osmanlıların soykırım planlamadıklarını ve Ermenilerin rahatı için resmi olarak istekli olduklarını göstermektedir. Bu belgelerin Ermeni kaynaklarını yalanlaması, incelenmelerini gerektiren önemli bir nedendir. Güvenilir tarih ancak iki tarafın da tartışma ve iddialarının incelenmesi sonunda yazılır.

Bütün bunlardan daha kötü olan şey ise Ermeni davası savunucularının Müslüman ölümlerinden bahsetmemeleridir. Eğer her iç savaşta yalnızca bir tarafın ölüleri sayılsaydı, tüm iç savaşlar soykırım izlenimi verirdi. Eğer Van vilayetinde Ruslar ve Ermeniler tarafından öldürülen Müslümanların sayısının toplam Van’daki Müslüman nüfusunun üçte ikisi olduğu söylenseydi, Ermenilerin yazdıkları daha doğru olacak ve şimdikinden çok farklı bir hikaye anlatacaklardı. Doğruyu bulmak için çabalayan tarih bütün olayları-gerçekleri değerlendirmelidir, ve milyonlarca Müslümanın ölümleri kesinlikle bahsedilmesi gereken bir gerçektir.

Bu mesele ile ilgili yıllardır çalışan bizler birçok iddia ile karşılaşıp bunların bir süre sonra kaybolduğunu gördük. Talat Paşa telgraflarına ve misyoner raporlarına dayanan eski iddiaların yetersiz olduğu anlaşılınca, yenileri ortaya çıktı.

Bir süre Türklerin eylemlerini açıklamak için Turancılık hareketini neden gösterdiler. Türklerin Ermenilerden kurtulmak istediğini, çünkü Ermeni nüfusunun Orta Asya’ya giden yolların önünü kestiği söylendi. Bu iddianın temelleri coğrafya ve nüfus yoğunluğu üzerine kurulmuştu. Anadolu Ermeni nüfusu bu yollar üzerinde yoğunlaşmamışlardı. Ancak Ermenistan Cumhuriyeti’nin Erivan kentinde yaşayan bir kısım Ermeniler bu yollar üzerinde bulunuyorlardı. Yine de, savaş sonrası Osmanlılar Erivan’ı işgal edebilecek iken bunu yapmamış ve derhal Bakü’ye gidip oradaki Azeri Türklerini Ermeni saldırılarından korumak istemişlerdir, ne olursa olsun Osmanlıların Özbekistan’a kadar ilerlemeyi amaçlayacak kadar deli olduklarını düşünmek çok zordur.

Savaş sonrası kurulan sıkı yönetim mahkemelerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti üyelerinin Ermenilere karşı suç işlemekle suçlanmaları üzerinde çok durulmuştur. Oysa Ermenilerin suçlamalarında bu mahkemelerin, müttefiklere yaranmak amacı ile, görevine seçilerek gelmemiş, vatan haini Damat Ferit Paşa tarafından kurulduğundan bahsedilmemiştir. Mahkemelerin cezalandırdığı çeşitli suçların hiçbiri olası değildi, Ermenilerin öldürülmesi de bunlardan biriydi. Mahkemeler Ferit’in düşmanlarını karalayacak her konuyu doğru olsun, yanlış olsun kullandılar. Suçlananlar mahkemelerde kendilerini temsil edemediler. Bu gibi “mahkemelerin” verdiği kararlara güvenilebilir mi? İstanbul’u işgal eden İngilizler, ne elleri altındaki Osmanlı arşivlerinde, ne de yaptıkları soruşturmalar sonucunda, Osmanlı hükümetince verilen bir toplu ölüm emri bulamadıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır.

Ermeni davası savunucularının yeni bir buluşu da, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin emri altında çalışan Teşkilat-ı Mahsusa adlı gizli örgüttür. Bize söylendiğine göre Ermeni katliamını bu Teşkilat düzenlemişti. Buna kanıt olarak ileri sürülenler hiçbir mantıkla bağdaşmıyordu: ileri sürülen iddiaya göre gizli bir örgütün varlığı ancak kötülük yapmak için olabilirdi, bu kötü eylemlerin arasında Ermeni katliamı da vardı. Bu iddiaya ek “kanıt” olarak Teşkilat görevlilerinin Ermenilerin öldükleri bölgelerde bulunmuş olmalarıydı. Teşkilat üyelerinin Anadolu’nun her tarafına yayılmaları bu kanıta destek oluşturamazdı. Bu kuşkulu mantığa göre, Teşkilat üyeleri Müslüman ölümlerinden de sorumlu olmalıydılar, çünkü onlar Müslümanların öldürüldükleri yerlerde de bulunuyorlardı. Bu mantık hiçbir Teşkilat üyesinin Ermeni öldürmediği ya da katliama katılmadığını iddia edebilir mi? Hayır, edemez. Savaş zamanında böyle büyük bir örgütün bu gibi eylemlere katılmadığını söylemek güçtür, kuşkusuz onlar da bu eylemlere katılmışlardır. Ancak bunlar Teşkilat’a soykırım yapılması için emir verildiği iddialarını kanıtlamaz.

Bir Alman bilim adamı, Osmanlıların Balkan Savaşları’ndan kaçan Türk mültecilerine yer açmak için Ermenileri sınır dışı ettiklerine ve öldürdüklerine karar vermişti. Osmanlı tarihini bilmeyenler için bu makul bir açıklama gibi gözükebilir. Osmanlı tarihini bilenler ise Balkanlardan gelen mültecilerin Birinci Dünya Savaşı’ndan ve Ermeni meselesinden önce geldiğini, ve hemen hepsinin doğuya değil de Batı Anadolu ve Osmanlı’nın Avrupa yakasına yerleştiklerini bilir.

Bu gibi iddialar, kullanılan metotların sonucudur. Davası uğruna her şeyi göze alan milliyetçiler önce Türkleri suçlar, daha sonra bu iddiaları doğrulayacak kanıtlar ararlar. Onlar kapalı bir odada güçlü bir düşman ile savaşır gibidir. Düşman yaklaştıkça, adam kitap, lamba, küllük, iskemle, eline ne geçirebilirse tuttuğu gibi umutsuzca düşmanının ilerleyişini durdurmak için fırlatır. Ama düşman ilerlemeye devam eder. Sonunda adam fırlatacağı şeyleri tüketir ve yenildiğini kabul eder. Davası uğruna her şeyi göze alan milliyetçilerin düşmanı GERÇEKtir (truth). Onlar sahte telgraflar, gerçek dışı istatistikler, düzmece mahkemeler ve ne bulabilirlerse fırlattılar, ama GERÇEK her zaman ilerledi.

Ermeni Sorununu araştıran bilim adamlarının sayısını azaltmak için uyguladıkları taktiklerden bazıları başarılı olmuştur. Uydurmacalar ve saptırmalar işe yaramayınca açık tehditlere başvurulmuştur. Tarihçiler ikna edilemeyince yapılacak en iyi iş onları susturmak olmuştur. Bir profesörün evi bombalanmıştır. Diğerleri ise benzer şiddet tehditleriyle korkutulmak istenmiştir.

Tarihçileri susturmak için kampanyalar düzenlenmiştir. Türk Büyükelçisi’ne Osmanlı Ermenileri hakkındaki soruları yanıtlamasını tavsiye ettiği için bir profesöre basın yoluyla acımasızca saldırılmıştır. Ancak, Ermenistan Cumhurbaşkanı’na baş danışman olan Ermeni asıllı Amerikalı bilim adamının tarafsızlığı sorgulanmamış ya da oğlu Ermenistan Dış İşleri Bakanı olan Ermeni asıllı Amerikalı profesörün dürüstlüğünden kuşkulanılmamıştır. Kimse bu bilim adamlarının tarafsızlığını sorgulamadı ya da onlara saldırmadı, öyle de olması gerekirdi. Yalnız bir soru var, “GERÇEK nedir?”. Hesapların kimin tarafından ödendiği, yazarın milliyeti, büyükelçilere yazıp yazmaması, mensup olduğu dini, kime oy verdiği, toplumdaki yeri, özel yaşamı ne olursa olsun, tarih konusundaki görüşleri incelenmeli ve eğer doğru ise kabul edilmelidir. Tek önemli soru GERÇEKtir

Bu saldırılar amaçladıkları etkiyi yarattılar. Çok az tarihçi bu tarih üzerine yazmak istiyor. Saygıdeğer Osmanlı Tarihçisi Bernard Lewis Ermeni Soykırımını inkar ettiği için Fransa’da mahkemeye çıkarılmıştı. Uzun ve başarılı bir kariyerden sonra Profesör Lewis kendisini suçlayanlarla başa çıkabildi. Ayrıca kendisini savunan avukatları tutabilecek konuma geldi. Kıdemsiz, genç bir bilim adamı bunu yapabilir miydi? Üniversite rektörüne bağımlı, maaş kaygısı olan biri böyle tehlikeli bir konunun üzerine gidebilir miydi? Herhangi biri, Profesör Lewis’in sağladığı parasal destek olmaksızın onun konuşma ve bu konuyu savunma özgürlüğünü savunan avukatlar tutabilir miydi?

Ben kendim, üniversitemden kovulmam için çalışan ve bir Ermeni gazetesi tarafından körüklenen bir kampanyanın hedefi oldum. Üniversitemin başkanına Ermeni Soykırımını kabul etmediğim için, Amerika Birleşik Devletleri’nin dört bir tarafından, üniversitemden atılmamı talep eden mektuplar ve telefonlar geliyordu. Amerika’da kıdemli profesörlerin öğrettiklerinden ve yazdıklarından dolayı kovulamayacaklarını garanti altına alan bir memuriyet süresi sistemi var ve üniversite başkanı da bu doğrultuda haklarımı savundu. Fakat genç bir profesör başkalarının karşılaştığı böylesine bir tecrübe ile yüzleşeceğinden haberdar ise anlaşılır bir şekilde Ermeniler üzerine yazmaktan çekinebilir.

Bana göre bunların en kötüsü ise en nefret ettiğim şey olan politize olmuş milliyetçi bir bilim adamı olmakla suçlanmak olmuştur. Neden bunları söylediğime dair doğru olmayan sebepler uyduruldu- Annemin Türk olduğu, karımın Türk olduğu, Türk Devleti tarafından büyük paralar aldığım gibi. Bunların hiç birisi doğru değildir, ancak doğru olsalardı bile yazılarımı bir parça etkilemeyeceklerdi. Bir bilim adamının çalışmasına meydan okumanın yolu onun yazdıklarını okumak ve bilimsel bir çalışmayla karşılık vermektir, o bilim adamının kişiliğine saldırmak değildir.

Davalarını savunan bu milliyetçilerin en yoğun çabalarına rağmen bazıları hala karşıt olarak tarihin çarpıtıldığından söz ettiğinde ise son cevap politiktir: Politikacılar tarihi yeniden yazmaya gönüllüdürler. Parlamentolar kendi halklarını bir soykırım olduğuna inandırmaya gönüllüdürler. Amerika ‘da Ermeni milliyetçileri, kölelik sisteminden dolayı özür dilenmesini düşünmeyi bile reddeden Amerikan Parlamentosu’nda, Türklerden yapmadıkları bir şeyden ötürü özür dilemelerini talep etmek için lobi çalışmaları yapmışlardır. Fransa’da, Ermeni milliyetçileri, Fransa’nın Cezayir’de yaptığı ve olduğunu çok iyi bildikleri vahşetten söz etmeyecek olan Fransız Parlamentosu’nda, hakkında hiç bir şey bilmedikleri bir konuya dayanarak, Türkiye’de vahşet olduğunu beyan ettirmek için lobi faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Daha sonra da bir çok milletten insanlara, bu soykırımın olmuş olması gerektiği anlatıldı, çünkü temsilcileri bu soykırımı tanımışlardı.

Türkler soykırımla suçlanmaktadır, ama bu çirkin kelime ne anlama gelmektedir? En çok alıntı yapılan tanımı Birleşmiş Milletler’deki ifadedir: “Bir milleti, etnik grubu, ırkı, ya da dini cemaati kısmen ya da topluca imha etmek amacıyla yapılan” eylemler. Soykırım kelimesini bulan Raphael Lemkin, grupların kültürel, sosyal, ekonomik ve politik olarak imhasını da soykırım olarak nitelemiştir. Leo Kuper ise etnik olmayan diğer alt gruplara- örneğin ekonomik sınıflara, kolektif gruplara, ve çeşitli sosyal kategorilere- yapılan saldırıları da soykırım olarak nitelemiştir. Bu standartlara göre Türkler soykırım suçu işlemişlerdir. Ama bunun yanında Ermeniler, Ruslar, Yunanlılar, Amerikalılar, İngilizler ve şimdiye kadar yaşamış olan bütün insanlar da bu suçu işlemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da bu tanıma giren birçok soykırım suçu işlenmiştir. Bir çok grup diğer gruplara saldırmış ve soykırım kelimesi anlamsız hale gelmiştir.

Peki, o zaman neden bu kadar ses getiren bir terim Türklere karşı kullanılıyor? Kullanılıyor, çünkü bu kelimeyi duyanlar onun kuramsal tanımını düşünmüyorlar. Kelimeyi duyanların aklına Hitler ve onun Yahudilere yaptıkları geliyor. Soykırım kelimesinin arkasında gizlenen başka bir amaç vardır. Amaç Türkleri bu büyük felaketle birlikte düşündürerek onlar hakkında olumsuz bir izlenim yaratmaktır. Amaç politiktir.

Ciddi bir tarihçi şu basit soruyu sormalıdır, “Osmanlı Hükümeti Ermenileri yok etmek için bir plan uyguladı mı?”.

Bu soruyu yanıtlarken, davası uğruna her şeyi göze almış olan Ermeni milliyetçilerini taklit etmemek önemlidir. Onlar, Ermeniler hiçbir yanlış yapmamışlardır, dediklerinde buna cevaben, Türkler de hiçbir yanlış yapmamışlardır, denmemelidir. Buna verilecek yanıt yansız tarih olmalıdır. İnkar edilemeyen ve edilmemesi gereken taraf ise birçok Anadolu Müslümanının Ermenilere karşı suç işlemesidir. Bu suçları işleyenlerin bazıları Osmanlı Devleti görevlileriydi. Bu eylemleri intikam almak için, nefretleri yüzünden ya da politik nedenlerle yaptılar. Topyekün bir savaşta insanlar iğrenç eylemlerde bulunabilirler. Bu ne kadar acı verici olsa da tarihsel bir prensiptir. Osmanlı Hükümeti bunun farkına varmış ve 1,000 kadar Müslümanı savaş suçu işlemekten yargılamış- bu suçlar arasında Ermenilere karşı suç işleyenler de vardır- ve suçlu bulunanlardan bazıları asılmıştır.

Tarihsel prensipleri uyguladığımızda, gerçekleşen olayların aslında uzun bir emperyalizm hikayesi, milliyetçi bir isyan, ve etnik bir anlaşmazlık olduğunu görürüz. Sonuç ise her iki taraf için de korkunç oranlara varan ölümler olmuştur. Ortada ise iki taraflı, açıklanabilir ve anlaşılabilir bir tarihi anlaşmazlık vardır. Bu bir soykırım değildir.

Tarih boyunca, her iki tarafta öldürdü ve öldürüldü. Bu bir soykırım değildi.

Arşivdeki kanıtların gösterdiği gibi, Osmanlı Devleti, Ermenilerin hayatta kalmalarıyla ilgileniyordu. Ayrıca bazı verilerin işaret ettiği üzere yetersiz planlama, devletin zayıflığı, bazı yerlerde suç ve ihmalkarlık vardı. Bazı devlet görevlileri birkaç kişiyi öldürmüşlerdi, fakat onları cezalandırmak için de özel bir çaba harcanmıştı. Bu bir soykırım değildi.

Kaderleri tamamen Osmanlıların merhametine kalan, tehcir ettirilen Ermenilerin büyük çoğunluğu hayatta kalmıştı. Bu bir soykırım değildi.

Çoğunlukla Osmanlı kontrolü altındaki Ermeniler, İstanbul, İzmir, Edirne ve devlet gücünün daha çok hissedildiği diğer bölgelerdeki Ermeni vatandaşları ne tehcir edildi ne de saldırıya uğradılar. Bu bir soykırım değildi.

Neden Türkler işlemedikleri son derece iğrenç olan bir suçtan dolayı itham ediliyorlar? Bunun cevabı duygusal ve siyasidir. Birçok Ermeni Türklerin suçlu olduğuna kalpten inanıyorlar. Ermeniler yalnızca kendi atalarının ölümlerinden haberdarlar, Türklerin kayıplarını bilmiyorlar. Onlara karmaşık bir tarihin yalnızca bir parçası anlatılmış ve onlar bunu sorgulanamaz bir gerçek olarak kabul ediyorlar. Bu anlaşılabilir bir öfke. Gerçeği hiçbir zaman duymamış olan Avrupalı ve Amerikalıların- ne yazık ki büyük çoğunluğu böyle- bu konudaki inançları da anlaşılır. Milliyetçi politikaları için soykırım iddialarını kullananların eylemleri ise affedilemez.

Rasyonel bir tahlilci, Ermeni milliyetçilerinin nihai amaçlarının önce tazminat almak daha sonra da Doğu Anadolu’nun kendilerine ait olduğu iddiasında bulunmak olduğunu inkar edebilir mi?

Sonuç olarak, ne yapılmalı? Bugün bütün burada söylediklerimden de tahmin edilebileceği gibi, doğru olmayan soykırım iddialarına verilebilecek tek cevabın tarihin gerçekleri üstüne çalışmak ve duyurmak olduğuna inanıyorum. Yenilerde Fransız Parlamentosundan geçen önerge gibi politik eylemler doğal olarak ve uygun bir şekilde Türklerden başka politik eylemlerle karşılık bulmaktadır, fakat bu politik eylemler hiçbir zaman dünyayı Türklerin soykırım yapmadığına inandıramayacaktır. Dünyayı ikna edebilmek için gereken şey bilimsel düşüncenin büyük ölçüde artmasıdır. Arşivler hem Türkler hem de yabancılar için açık ve kolay ulaşılabilir olmalıdır. Üniversite mezunları “Ermeni Sorunu” üzerine çalışmaya yönlendirilmelidir. Amerika’da ve hatta, ne yazık ki, Türkiye’de bile, duyduğum kadarıyla, öğrenci danışmanları bu konunun “çok politik” olduğunu öne sürerek, çalışmaktan kaçınılmasını tavsiye etmemelidir.

Daha önce de önerdiğim gibi, Türkiye Cumhuriyeti Ermenistan Cumhuriyeti’ne iki ülkenin yetkin akademisyenlerinden seçilmiş üyelerden oluşan ortak bir komisyon oluşturma önerisinde bulunmalıdır. Bütün arşivler bu komisyona açık olmalıdır- yalnızca Osmanlı arşivleri değil aynı zamanda Ermenistan ve Ermeni İhtilalci Federasyonu’nun arşivleri de. (Bu çağrı her zaman Türk arşivlerinin tamamen açılması yönünde yapılagelmiştir. Ermenilerden de aynı şeyi yapmalarını talep etmenin zamanı gelmiştir.) Bana bunu Ermenilerin kabul etmeyecekleri söylendi, ama bir şey denenmeden nasıl bilinebilir ki? Her halükarda, adil ve dürüstçe düşünülmüş olan bu soruya verilecek ret ( kendi içinde), Türklere karşı yürüttükleri iddiaların bilimsel değil politik olduğunun kanıtı olacaktır.

Böyle bir komisyon olsun ya da olmasın Ermeni meselesi üzerine çalışmalar devam etmelidir. Bu yalnızca, her zaman gerçek tarihi keşfetmenin gerekliliğinden değil, haysiyet bunu gerektirdiği için de doğrudur. Onur bugünlerde pek sıklıkla duyulmayan bir sözcüktür, fakat onur kavramı ne var ki şiddetle ihtiyaç duyulan bir şeydir. Türklerin Ermeni meselesi ile baş edebilmek için bir politik strateji uygulamaları gerektiği gibi duyumlar aldım. Bu strateji doğrultusunda Türk Devleti, bugünkü politik kazanımlar için geçmiş hakkında yalan söyleyecekti. Hükümet Osmanlıların soykırım yaptıklarını, ancak farklı bir devlet olmasından ötürü çağdaş Türkiye’nin bundan sorumlu tutulamayacağını söyleyecekti. Bana söylenen bunun sayesinde dünya Türkler hakkında daha iyi düşünecekti.

Ben bunun sonuçta kimseyi tatmin edeceğine inanmıyorum İnanıyorum ki bu tarz bir beyan ardından tazminat ve toprak talepleri gelecektir. Fakat bu ucuz politik yalanların reddedilmesi için sebep olamaz. Bunlar tamamen yanlış oldukları için reddedilmelidir.

İnanıyorum ki Türk kadınları ve erkekleri hala onurludurlar. Hangi kazanım için olursa olsun, kendi ataları hakkında söylenen yalanları kabul etmenin onurlu bir davranış olmadığını bilirler. Ben, ayrıca inanıyorum ki, bir gün, belki yakında, belki daha ileriki gelecekte, gerçek tüm dünya tarafından tanınacaktır. Tarihin doğru çalışılmasının ve Türklerin onurunun bunu gerçekleştireceğine inanıyorum.

----------------------------------------------------------------------------------------------------

* 15 Mart 2001 tarihinde, İstanbul’da “Türkiye Ermenistan İlişkileri, Dünü, Bugünü ve Geleceği” adlı konferansta yapılan takdim (Çeviri: Doğan Coşkun, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü ).

** Tarih profesörü, Louisville Üniversitesi.

Dogu Perincek’in Lozan Mahkemesindeki Son SavunmasI

i$ci Partisi Genel Ba$kanI Dogu Perincek’in
Lozan Mahkemesindeki Son SavunmasI
8 Mart 2007

SayIn Ba$kan,

YANLI$ SALON
Burada iki gundur yapIlan i$, yargIlamaya benzemiyor; akademik bir toplantIya benziyor.
isvicre basInInIn yorumu da bu yöndedir. O zaman yanlI$ bir salon secilmi$tir.

(Burada yargIc mudahale ederek, Perincek’ten suclama konusu icinde kalmasInI ve mahkemeye ele$tiri yöneltmemesini istedi)

Perincek devamla: Ben de suclamaya cevap veriyorum. AcIklamalarIm, akademik hurriyetle ilgilidir. Universitelerin i$ini mahkemeler yapmaz. Mahkeme salonlarInda tarih tartI$masI yapIlmaz. YargIclar, tarih hakkInda hukum veremez. Aksi halde, tarih tartI$masInI yok ederler. Ve yapIlan i$, Avrupa uygarlIgI icin ayIptIr.

Eger buradaki faaliyet, ille bir yargIlamaya benzetilecekse, Ortacagdaki yargIlamalarIn bir örnegidir. Sabahtan beri sorulan sorularla beynimin kIvrImlarI arasInda dola$IlmaktadIr. CadI davalarInda oldugu gibi, bilimsel kanaatim, du$uncelerim ara$tIrIlmaktadIr ve suclanmaktadIr.

Bu yapIlanlarla bana bir zarar verilemez. Ama isvicre’ye ve Avrupa’ya zarar verirsiniz. Bilimsel konularIn tartI$IlmasInI mahkemeyle, polisle, hapishaneyle, gardiyanlarla önlemeye kalkarsanIz, kendinize yazIk edersiniz.

AVRUPA UYGARLIGININ HALi
Bir kez bilimsel kanaat ve du$unce suclanInca, burada göruldugu gibi, Talat Pa$a, Mustafa Kemal Ataturk, Lenin, Mao gibi gecen yuzyIlIn butun devrimcileri; hedef alInmaktadIr. Bu devrim du$manlIgIyla ve paslanmI$ anti-komunizm silahIyla varabileceginiz bir yer yoktur. Avrupa uygarlIgI kendi temellerini yIkmaktadIr. Bu salonda ya$ananlar da ne yazIk ki bu gercegi kanItlamI$tIr.

BazI Avrupa ulkeleri 1930’larda Nazi Almanya’sIndan kacan insanlarI ve Yahudileri sInIrdan geri cevirir ve ölume teslim ederken, Burada suclanan i$te o Jön Turkler, o insanlarI bagIrlarIna bastIlar. Ataturk de o devrimci gelenegin temsilcisiydi. Almanya’dan gelen Hirsch, Röpke, Schwarz, Koschaker, Ernst Reuter gibi bilim adamlarI, Avrupa’da fa$izmin ve fa$izme teslimiyetin kol gezdigi ko$ullarda, IrkcI zulumden kurtulu$ ve bilim özgurlugunu Turkiye’de buldular. (Dogu Perincek burada isvicre’nin Yahudileri sInIrdan cevirerek Nazi soykIrImIna yaptIgI katkIlara deginmektedir. Ve bu sözleri yargIc ve savcI ba$larInI önlerine egerek dinlediler.)

Avrupa uygarlIgI öyle bir yIkIlIyor ki, Jean Thibaux gibi durust ve gercek aydInlar, Avrupa ulkelerinin vatanda$lIgInI terk ediyor. TanIgImIz olarak dinlenen Prof. Dr. Jean Thibaux’nun FransIz vatanda$lIgIndan Turk vatanda$lIgIna gecmesinden alayla söz edildi burada. Bu alaylarI bIrakIp, Avrupa’nIn gercek aydInInIn nicin bu tavrI aldIgI uzerinde du$unmeniz yerinde olur.

Hurriyetler AvrupasI’nIn degerlerini bugun, curuyen Avrupa’ya kar$I bizler savunuyoruz. Bu yargIlamada benim esin kaynaklarImI ara$tIrmak icin hayli gayret sarfedildi. Galile, Robespierre, Goethe ve Marx gibi Buyuk AvrupalI’lardan aldIgIm esinle “Ermeni soykIrImI uluslar arasI bir yalandIr.” diyorum.


SOYKIRIM YOK SAVA$ VAR
Ermeni soykIrImI iddialarI kesinlikle gercek dI$IdIr. Konu iki duzlemde ele alInabilir. Birincisi, devletler arasInda sava$tIr. CarlIk RusyasI ordusunda, Turkiye’ye kar$I 200 bin Ermeni piyadesi sava$mI$tIr. FransIz ordusunda da 5 bin Ermeni askeri FransIz uniformasI giydirilerek, Turkiye’ye kar$I cepheye surulmu$tur. Rus ve FransIz ordusunda sava$an Ermeni askerlerinin önemli bir kesiminin Turk ordusu tarafIndan sava$ta ölduruldugu bilinmektedir. 1920 ve 1921 yIllarInda Ermenistan’In Turkiye’ye saldIrIlarI uzerine yapIlan sava$lardaki kayIplarI da buna eklemek gerekir. ikincisi, Rusya tarafIndan silahlandIrIlan Ermeni gönullu birliklerinin Turk ordusunu ic hatlardan vurmasI ve köylerdeki teröru de, her iki taraftan önemli kayIplara neden olmu$, halklar arasInda kar$IlIklI kIrImlar ya$anmI$tIr. Ancak $unu belirlemek gerekir ki, Ermeni birlikleri emperyalizmin aleti olurken, Turkiye vatan savunmasI yapmI$tIr.

RUS AR$iVLERi
Gercekleri size göstermek icin, Rus ar$ivlerinden yuz belge sectik. Bunlar, yalnIz Sovyet ve Bol$evik ar$ivleri degildir. Belgelerin cok önemli bir bölumu, Rus CarlIgI ar$ivlerindendir ve aynI zamanda Sovyet döneminde Moskova’ya getirilen Ermeni belgeleridir.

Bunu Israrla belirtmemize ragmen, SavcInIn devamlI Bol$evik ve Sovyet ar$ivi diye anmasI, meslek ve kural dI$I faullerdir. Böyle anti-komunizme ba$vurarak ula$Ilacak bir gercek bulunmamaktadIr.

Benim tanIklarIm, Ermenistan’In ilk Ba$bakanI Kacaznuni’dir. Dikkat ediniz Bol$evik degil Ta$nak’tIr.
Ermeni devlet adamlarI Karinyan, Myasnikyan, Sovyetler Birligi’nin unlu DI$i$leri BakanI Mikoyan, hep benim tanIklarImdIr. Yine Boryan, Lalayan gibi Ermeni tarihcileri dogrularI yazmI$lardIr. BunlarIn hepsi namuslu olan Ermenilerdir.

Ermeni komutanlarInIn sava$ raporlarI da cok carpIcI gercekler icermektedir. Örnegin bu raporlardan birinde Ta$nak subayI 1920 yIlInda BeyazIt Vaaram bölgesinden yazdIgI raporda marifetlerini $öyle anlatmaktadIr:

“Basar-Gecar’daki Turk nufusu ayIrt etmeden imha ettim. Bazen kur$unlara yazIk olmasIn dersin ya. Bu köpeklere kar$I en etkili yol, carpI$madan sonra sag kalanlarI toplayIp kuyularIn icine tIkmak ve bir daha dunyada bulunmamalarI icin yukardan agIr kayalarla ezmek. Ben de öyle yaptIm. Butun erkekleri, kadInlarI ve cocuklarI topladIm, benim tarafImdan atIldIklarI kuyularIn icinde kayalarla ezerek hepsinin hayatIna son verdim.“ (Gosarhiv Armenii F.65, D.116, y.96’dan aktaran Lalayan, Da$naksutyun’un Kar$I Devrimci Rolu, Kaynak YayInlarI)

Elimizde Rus askeri mahkemelerinin kararlarI da bulunmaktadIr. Örnegin Kafkas Ordu karargahIna baglI Askeri mahkeme Dairesi’nin 1014 sayIlI kararInda, Rus ordusundaki Ermeni askerler, 26 Musluman kadInInIn IrzIna gecerek öldurmeleri nedeniyle idama mahkum edilmi$lerdir.

YARGICIN TARAFLILIGI
Klebov gibi Rus komutanlarIn raporlarI da cok carpIcIdIr. Bu raporlarda Ermeni piyade birliklerinin yaptIklarI kIrImlar, i$kence ve tecavuzler ayrIntIlI olarak anlatIlIr. Albay Klebov, Erzurum’da Ermeni piyadelerin katliamInI ancak Rus topcu ate$iyle durdurabildiklerini anlatIr.

SayIn YargIc bu davada tanIklara ve bana, hep kac Ermeni’nin ölduruldugunu sordu. Ancak kac Turkun ölduruldugunu hic kimseye sormadI. Bunun kasItlI olarak yapIldIgInI sanmIyorum. Ama bu tavIr da i$te o ta$la$mI$ önyargIyI yansItIyor. Turk’un hayatInIn degeri yoktur. TIpkI bugun Irak’ta ABD i$gal kuvvetleri tarafIndan katledilen 600 bin insanIn hayatInIn degerinin olmayI$I gibi.

TA$LA$MI$ ÖNYARGILARI KIRMA YÖNTEMi
“Ermeni soykIrImI uluslararasI yalandIr” dedim, dogru. Bunu “provokasyon” olarak niteleyenler bile oldu.
Tarihten ögrendim ki, ta$la$mI$ önyargIlar, ok$ayarak duzeltilmemi$tir. Bu nedenle carpIcI, vurucu ifadeler kullanmayI yegledim. Ba$arI da kazandIk.

Bizim isvicre’de ve Almanya’da yaptIgImIz eylemleri “provokasyon” olarak nitelediler. Oysa bu eylemlerde kimsenin burnu kanamamI$, yuruyen kitlenin olgunlugu ve vakarI gazete haberlerine gecmi$tir. isvicre gazetelerinde bugun olayI “On bir saat boyunca tarih yeniden yapIldI” gibi ba$lIklarla vermeleri, önyargIlarI kIrmada aldIgImIz mesafeyi göstermektedir. (Le Matin, 7 Mart 2007). “UluslararasI yalan” saptamasI, iddia edildigi gibi benim suc kastImI degil, isvicre kamuoyunu uyandIrma kastImI kanItlar.

TURK IRKCILIGININ TEMELi YOK
Benim IrkcI veya a$IrI milliyetci oldugum ileri suruldu. IrkcIlIk benim acImdan $erefsizliktir. i$in ahlaki cephesi budur.

Turk milliyetciligi IrkcI degildir. Turkler, bir etnik grup degildir. Bilimsel acIdan bakarsak, Turk IrkcIlIgInIn temelinin olmadIgI da görulur. Bugun Pasifik Okyanusu’ndan Atlas Okyanusu’na kadar uzanan alanda ya$ayan halklarIn hepsi Turklerle $u veya bu oranda akrabadIr. Hatta Amerika’da bile akrabalarImIz bulunmaktadIr. Turkler dunyanIn en geni$ alanlarIna yayIlmI$ kavmidir. Her yerde karI$mI$ ve kayna$mI$lardIr. Turk imparatorluk kulturu, aslInda cok geni$ bir cografyadaki halklarI bir arada ya$atmaktIr. IrkcIlIgIn böyle bir tarih ve böyle bir zeminde tutmasI mumkun degildir.

Turkler etnik grup degil, buyuk bir millettir.

Turklerin MuslumanlIgI kabul eden Ermenileri kendilerinden görmeleri de, IrkcIlIga ne kadar yabancI olduklarInI gösterir. Birinci Dunya Sava$I sIrasInda 400-600 bin arasInda Ermeni’nin Musluman oldugu bilinmektedir. Turkler onlarI bagIrlarIna basmI$lardIr. Evlenmi$lerdir, birlikte cocuklarI olmu$tur. 70 milyonun icinde Ermeni kökenli veya Ermenilerle karI$mI$ olanlarIn sayIsI 6-7 milyona kadar ula$mI$ olmalIdIr.
Eger Turkler IrkcI olsaydI, onlarI bagrIna basar mIydI? Hitler bunu yapar mI?

BO$LUGUN HAKARET VE PSiKOLOJiK SAVA$ MALZEMESiYLE DOLDURULMASI
Bu davada suclamalar önyargIlardan geliyor. Ön yargIlara tarihi gerceklerle cevap verdik. Tarih bilgisi olmayanlar, usavurma ve olgulardaki bo$luklarI hakaretlerle ve psikolojik sava$ malzemesiyle doldurmaktadIrlar. Bu bir gelenektir. Ermeni soykIrImI yalanI, Morgenthau ve Toynbee gibi devlet görevlileri ve istihbarat servisi elemanlarI tarafIndan uyduruldu. AynI misyon, bugun de benzerleri tarafIndan yurutulmektedir. iki gun önce dinlenen Tessa Hofman, Almanya’nIn Federal istihbarat Servisi’nin Kafkasya masasI $efidir. YayInladIgI kitabIn kapagIna, Rus ressamI Vasili Vere$cagin’in 1871 yIlInda yaptIgI kurukafa yIgInI resmini, 1915 yIlIndaki Ermeni soykIrImInIn fotografI olarak yayInlamI$tIr. Bu yalan kampanyasI, i$te böyle pejmurde ve zavallI kanItlarla yurutulmektedir. iki gun önce sordugumuz soru uzerine, hatamI duzelttim demi$tir. HatalI fikirler duzeltilebilir elbette. Ancak ahlak du$uklugu duzeltilemez.

Surekli gönderme yapIlan Taner Akcam ise, Alman servisi görevlisi Tessa Hofman’In rahlei tedrisinde yeti$mi$tir. Turkiye’de iken, Ortadogu Teknik Universitesi’nde okumu$tu. Ancak tarih bilmez. Hamburg Sosyal incelemeler Merkezi’nde kendisi “Tarih alimi” olarak imal edilmi$ ve sipari$leri uretmi$tir.

Duru$manIn ilk gununde surekli Andonyan belgeleri diye bilinen Talat Pa$a telgraflarI uzerinde duruldu. SavcIya bu telgraflarIn sahteliginin uzun yIllar önce kanItlandIgInI anlatmI$tIk. Nitekim Birle$mi$ Milletler’e ait sundugumuz belge, bu sahtekarlIgI yeniden belirlemi$tir.

Turk-Ermeni Uzla$ma Komisyonu’nun foyasI da cIkmI$tIr. Ermeni soykIrImI kampanyalarI her a$amada böyle duzmece belgelerle yurutulmu$tur.

KANUN UYGULANAMIYOR
Burada yaptIgImIz tartI$ma artIk mahkemelerde degil, universitelerde ve diger bilim kurumlarInda surdurulmelidir.

Varolan yasaya göre sucsuzum. Cunku soykIrIm iddiasI, Ermeni olayInda gecersizdir. Bana uygulanmak istenen hukum, Ermeni meselesinde ölmu$tur. Bu yasa, Yahudi soykIrImI icin uygulanabilir, bu mahkemelerin bilecegi i$tir. Ancak Ermeni meselesinde uygulanamIyor.

ingiltere Eski Ba$bakanI Margaret Thatcher’in danI$manI Prof. Dr. Norman Stone, Die Weltwoche dergisinde “Ermeni soykIrImI olmamI$tIr” ba$lIklI yazIsInda, “Dogu Perincek ile butunuyle aynI göru$teyim” diye yazmI$tIr. Prof. Stone’u yargI önune cIkaramIyorsunuz.

Korg. Ya$ar Mujdeci “Ermeni soykIrImI yalandIr” diye konferans veriyor. isvicre polisi kameraya alIyor. Ama dava acIlamIyor.

Eski Bern Milletvekili Albert Hourriet de Ermeni soykIrImInIn yalan oldugunu acIkca belirtiyor. Ancak yine dava acamIyorsunuz.

Nitekim Lozan sorgu yargIcI, 21 Eylul 2006 gunu beni sorguladIktan sonra, takipsizlik kararI verecegini isvicre Devlet televizyonu 1. Kanal dahil, butun kanallardan acIklamI$tIr.

AcIktIr ki, isvicre’nin kamu vicdanInda bu kanun Ermeni soykIrImI acIsIndan kabul görmemi$tir.

Bizim Lozan 2005 eylemimizden sonra isvicre Senatosu, Ermeni katliamInI kabul kararInI gundeminden temelli kaldIrmI$tIr.

Ve 2006 Ekim ayInda isvicre Adalet bakanI sayIn Blocher, soykIrImI inkar edenleri cezalandIran yasayI kaldIracaklarInI acIklamI$ ve bu amacla bir komisyon kurmu$tur. Komisyon Ba$kanI sayIn Leupold da, “YargIclarIn tarih hakkInda hukum veremeyeceklerini” acIklamI$tIr.

i$te bizim yaptIgImIz provokasyon diye suclanan eylemler! isvicre devletini kanun degi$tirme noktasIna getirmi$tir. Demek ki yapIlan i$ provokasyon degil, isvicre’ye yardImdIr.

ÖLMU$ E$EGiN ETiNDEN SUCUK OLMAZ
Bizim Turkcemizde söylenen bir söz vardIr: Ölmu$ e$egin etinden sucuk olmaz.

Bana uygulanmak istenen kanun maddesi, Ermeni soykIrImI acIsIndan ölmu$tur. ArtIk bu öluyu ortadan kaldIrmak gerekmektedir.

Kanunun hukuken bugun yururlukte bulunmasI, uygulanabilir olmasI anlamIna gelmez. Kanunlar da ölurler ve defnedilirler. YapIlmasI gereken ve kacInIlmaz olarak yapIlacak olan budur.

TURKiYENiN, ORTADOGU’NUN VE DUNYANIN GELECEGi iCiN
Sucun olu$tugunu belirlemek icin benim kastIm ara$tIrIldI. Size Ermeni soykIrImI uluslararasI bir yalandIr derken, hangi amacla hareket ettigimi belirteyim.

Birincisi gercege baglIlIk duygusudur.

ikincisi, Turkiye’nin, Ortadogu’nun ve dunyanIn gelecegiyle ilgilidir.

Bu yalan, Ermeni meselesiyle ilgili olarak degil, ABD’nin Buyuk Ortadogu Projesi’nde kullanIlacaktIr. Kuzey Irak’taki kukla devleti Turkiye, iran ve Suriye’ye dogru geni$letme operasyonunda bu yalana ba$vurulacagI $imdiden görulmektedir. Bunda isvicre’nin ve Avrupa’nIn bir cIkarI yoktur. insanlIgIn ve Ermeni karde$lerimizin de bu politikada bir cIkarI yoktur.

Adil bir karar vermenizi talep ediyor ve saygIlar sunuyorum.

¾