tag:blogger.com,1999:blog-369408602024-03-13T21:05:52.836-05:00TÜRK ERMENİ ANLAŞMAZLIĞIUnknownnoreply@blogger.comBlogger41125tag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-91218068785421689692015-05-02T08:56:00.000-05:002015-05-02T10:39:24.942-05:00Talat Paşa'nın teskeresi<a href="http://imgur.com/dO4oDNR"><img src="http://i.imgur.com/dO4oDNR.png" title="source: imgur.com" /></a><br>
<br>
<b>İçişleri Bakanlığı
Emniyet Genel Müdürlüğü
3052 Özel Kalemi
Osmanlı Ordusu Başkomutanlığına</b><br>
Başbakanlıktan, Başkomutanlığa yazılan tezkerenin aslından kopya edilmiştir.<br>
Arzınıza<br>
Ermeni komitelerinin Osmanlı memleketlerindeki siyasî ihtilâl teşkilâtları ile öteden beri, kendilerine idarî bir özerklik teminine yönelik teşebbüsleri, harbin ilânını takiben Taşnak Ermeni Komitesinin Rusya’da bulunan Ermenilerin derhâl aleyhimize hareketine ve Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin de ordunun zayıf düşmesini bekleyerek o zaman bütün kuvvetleri ile ihtilâle kalkışmalarına dair aldıkları kararları, her fırsattan yararlanmak suretiyle vatanın hayatına ve geleceğine tesir edecek hain hareketlere cür’etleri, özellikle devletin harp hâlinde bulunduğu şu sırada Zeytûn ile Bitlis, Sivas ve Van’da meydana gelen son isyan hareketleri ile bir kere daha kesinleşmiştir. Esas olarak merkezleri yabancı ülkelerde bulunan ve bugün unvanlarında bile ihtilâlcilik sıfatını koruyan bütün bu komitelerin çalışmalarının Osmanlı Devleti aleyhine olarak, her türlü sebebe ve vasıtaya başvurmak suretiyle, son emelleri olan özerkliği elde etmek amacı etrafında toplandığı, Kayseri, Sivas ve diğer yerlerde ortaya çıkarılan bombalar, Rus ordusuna gönüllü alaylar teşkil ederek Ruslarla birlikte memlekete saldıran, aslında Osmanlı uyruğundan olan Ermeni komite başkanlarının harekâtı ve Osmanlı ordusunu arkadan tehdit etmek suretiyle pek büyük ölçüde aldıkları tertipleri ve yayınları ile meydana çıkmıştır.<br>
Bunun üzerine devletin kendisi için hassas bir mesele teşkil eden bu cins tertipler ve teşebbüslerin devam etmesine hiçbir zaman göz yummayacağı, hoş görmeyeceği ve fesat kaynağı olan komitelerin hâlâ varlıklarını kanuna uygun kabul edemeyeceğinden, sözlü olarak da ifade edildiği gibi, bütün siyasî teşkilâtların kaldırılmasını acil ihtiyaç olarak hissetmiş ve gerekli tedbirleri almıştır. Nubar’ın Hınçak, Taşnak ve benzeri komitelerin gerek başkentte ve gerekse illerde bulunan şubelerinin derhâl kapatılmaları, evrak vesairenin kesinlikle kayıp ve imhasına imkân bırakmamak suretiyle alınması, komitelerin başkan ve üyelerinin, bu işe teşebbüs eden şahıslar ile emniyet güçlerince tanınan önemli ve zararlı Ermenilerin hemen tutuklanmaları, bulundukları yerlerde ikametlerinin devamında sakınca görülenlerin il dâhilinde uygun görülecek yerlerde toplattırılarak kaçmalarına meydan verilmemesi, gerekli yerlerde silâh aramaya başlanarak, her türlü ihtimale karşı komutanlar ile haberleşilerek kuvvetli bulunulması, uygulamaların iyi yapılmasının temini ve bitirilmesi ile ortaya çıkacak evrak ve belgelerin incelenmesi sonucunda tutuklanan şahısların askerî mahkemeye verilmeleri uygun görülmüştür. Onaylandığı takdirde, gereğinin yapılmak üzere durumun bildirilmesine izin verilmesi konusu emirlerinize arz olunur.
<br>
24 Nisan 1915
İçişleri Bakanı
Talât<br><br>
<a href="http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Instruction_of_the_Ministery_of_the_Interior_on_april_24.png">Instruction_of_the_Ministery_of_the_Interior_on_april_24</a>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-66209340466245869652014-05-11T17:35:00.003-05:002014-05-11T17:35:57.680-05:001915 VE ERMENİLER - Tuluy Tanç<img width="300" src="http://www.avim.org.tr/uploads/yorumnotduyuru/59128_445548058815849_977968379_n.jpg">
Tuluy Tanç
Cumhuriyet, 1 Mayıs 2014
İttihat ve Terakki Partisinde, Enver, Talat ve Cemal Paşalardan sonraki en önemli isim olarak bilinen Osmanlı Hariciye Nazırı Halil Bey (Halil Menteşe, 1874-1948) New York Times gazetesinde 28 Ekim 1916 tarihinde yayınlanan bir söyleşide 1. Dünya Savaşı ve İmparatorluktaki Ermeniler hakkında önemli açıklamalarda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun 1915 yılında Ermeniler hakkında uyguladığı tehcir kararına ve soykırım tartışmasına ışık tutacak nitelikteki bölümün çevirisi şöyle:
“ Nazır, Ermeni liderlerin savaşın başında, eğer Ermeniler Türklerin mağlup olduğundan kesinlikle emin olmadan İtilaf Devletleri ile birlikte harekete geçtikleri takdirde Hükümetin en sert tedbirleri uygulayacağı hususunda uyarıldıklarını söyledi. Ancak, bu ikaza rağmen, Ermenilerin Ruslar Anadolu´yu işgal edince ayaklandığını, Türklerin de bunun üzerine zecri tedbirler almak zorunda kaldığını belirtti.
“ “Hükümetimizin bu konudaki tutumu hiçbir zaman tam olarak anlaşılamamıştır” diye devam etti. “Jön Türklerin Ermenilere her zaman Türk İmparatorluğu`nun değerli bir varlığı olarak baktıklarını belirtmek istiyorum. Gerçek şudur ki, onlara ihtiyacımız vardı. Ülke ticareti büyük ölçüde onların elindeydi. Ermeniler tarımda çok başarılıdır. Bu, onlara değerli bir mal gözüyle baktığımız anlamına gelmiyor. Hükümette eşit pay vermeye istekliydik ve de verdik. Savaş öncesinde Meclisi Mebusan içinde çok sayıda Ermeninin bulunması, ayrıca bazı Ermenilerin Ayan Azası ve birinin Nazır olması bunu açıkça göstermektedir. Nazır Yardımcılarının neredeyse tamamı Ermeniydi, çünkü Ermenilerin kabiliyetlerini biliyorduk ve resmi mevkiilerde orantılı sayıda yer almaları hususunda siyasi haklarını vermeye hazırdık.
“ “İhtilalden sonra herşey bir müddet yolunda gitti ve Jön Türkler Türkiye`deki eski rejimi uzun yıllar boyunca rahatsız eden ve ülkenin inkişafını engelleyen bu soruna nihayet bir çare bulduklarını düşündüler. Ancak, Balkan savaşı Ermenilerin ayrılıkçı emellerine tekrar sarılmalarına neden oldu. Komiteleri Ermenilere bir otonom hükümet sağlamak niyetiyle bir teşkilat oluşturdu.
“ “Bir halkın kendi kendini yönetme hakkını inkar edecek son insan olduğumu düşünüyorum, ancak Ermenilerin durumu öyleki tam böyle yapılması gerekiyor. Anadolu ve Güney Rusya`nın tamamına dağılmış olan Ermeniler, çoğu zaman Ermenistan olarak belirlenen mıntıkalarda ancak çoğunluk oluşturuyor. Dolayısıyla Ermeni otonomisi diğer Osmanlı ırklarının bağımsızlıklarını kaybetmelerine yol açardı. Bu koşullarda Jön Türkler bile Ermenilerin planına karşıydılar, ama adalet adına onlara Hükümette daha dolgun pay vermek istiyorlardı ve öyle yapıldı, bunu en kötü iftiracılarımız dahi inkar edemez.
“ “Savaş çıktığında Ermenilerin ne yapmakta olduğunu çok iyi biliyorduk. Ülkeye yeniden bomba, tüfek, mühimmat ve para sokulmuş ve teşkilatları daha mükemmel bir hale getirilmişti. O zaman ben Meclisi Mebusan Reisiydim ve Ermeni azalara çok yakınlık duyuyordum, her zaman o ırkın dostu olduğum gibi. Nitekim Ermeni temsilcileri topladım ve ne yapmak istediklerini sordum. Konuşmanın sonunda, büsbütün ayrılıkçı olmadıkları sürece ideallerine sempati duyabileceğimi ve her zaman da duyduğumu söyledim.
“ “Efendiler’ dedim. “Pozisyonunuzu tamamen anlıyorum ve sizin de bizimkini anladığınızı umuyorum. İçine girdiğimiz savaşta yenik düşebiliriz. İttifakla tertiplere girmeniz için fırsatınız o olur, ama hatırda tutmalısınız ki, fethedildiğimizden emin olmadan Türklere karşı eyleme geçerseniz Osmanlı Hükümeti en sert tedbirleri uygulayacaktır. Planlarınızı öyle yapın ki İttifak devletlerinin karşısına temiz ellerle çıkabilesiniz. Bunu da bize yasaların emrettiği kadar, ne azı ne fazlası, destek vererek yapabilirsiniz. Böyle davranmanızın doğruluğunu sanıyorum İttifak devlet adamları görecek ve otonomi talebiniz tanınacaktır. O zaman işi bıraktığımız yerden tekrar ele alırsınız, bu hususta size her türlü başarı dilerim, ama hatırınızdan çıkarmayın, henüz gitmedik ve en ufak bir yanlış hareketiniz bütün Ermenilerin başına dert açacaktır. Sessizce oturun ve bırakın bu meseleyle uğraşalım. Yenildiğimizden emin olunca İttifak tarafına gidin ve onlardan ne mümkünse alın.”
“ Halil Bey, Osmanlı Hükümetinin Ermenilere bu fırsatın çıkabileceğinin bilincinde ve bu hususta hemfikir olduğunu belirtti. Devamla, Jön Türklerin lideri Enver Paşa`nın Ermeni Patriğini bir gün çağırarak aynı şeyleri söylediğini, ama buna rağmen Ermenilerin Ruslar Anadolu`yu istila edince ayaklandığını, Türk Hükümetinin de daha önce Ermeni liderlere açıklanan tedbirleri yürürlüğe koyduğunu kaydetti.
“ Türk Hariciye Nazırı, Ermenilere karşı atılan adımların isyan halindeki tek bir yere inhisar ettirilmesinin, Ermeni örgütlenmesinin mükemmelliği karşısında mümkün olmadığını, bir ayaklanmaya ilişkin en ufak işaret alındığında kapsamlı mukabelede bulunulduğu takdirde bu durumla ancak başa çıkılabilecek olduğunu söyledi ve devam etti:
“ Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni tehcirinden ötürü uğradığı kaybın muazzam olduğunu belirteceğim. Ermeni kabiliyetli ve çalışkandır ve bundan dolayı ekonomik planda değerlidir. Ama ne yapılabilirdi? Savaştayız ve bu nedenle, gösterdiğimiz itimada karşılık bu kadar alçakça ihanete uğrayan vaziyetimizi sağlama almaya mecburuz.”
Ermeniler 1915’te başlayan olaylar zincirinin “soykırım” oluşturduğu kanısındalar. “Soykırım”, Nazilerin Yahudileri etnik kimlikleri nedeniyle ortadan kaldırmaya teşebbüs etmesine tepki olarak 2. Dünya Savaşından sonra yaratılan bir kelimedir, hukuki tanımı 1948 BM Soykırım Sözleşmesinde yapılmıştır ve o tarihten itibaren insanlık suçu olarak uluslararası hukukta yerini almıştır. Anlaşmanın 2. Maddesi, soykırımı, “bir etnik, ırki veya dini grubu yok etme kastıyla girişilen eylemler” olarak tanımlar. “Soykırım”ı katliam, kıyım gibi kelimelerden ayırt eden faktör, 1948 Sözleşmesinde öngörülen kasıt kriteridir.
Boston’daki Clark Üniversitesinden Albert Southwick’in, 3 Nisan 2005 tarihli Worcester Telegram and Gazzette`de yer alan bir tanımlaması bu terime açıklık getiriyor: “Bir halkın yaptığı bir şeyden dolayı değil, ne olduğundan dolayı yok edilmeye çalışılması.”
Bu ayrıntının saptanması kolay olmayabilir, ama hukuki açıdan önemli bir ayrıntıdır. Bunun, Ermenilerin zorla göç ettirilmesi sırasında uğradıkları büyük kayıpları ve acıları hafife almak veya görmezden gelmekle ilgisi bulunmuyor. Tehcir uygulanırken ağır suçlar işlendiği bilinmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti savaştan sonra yüzlerce yetkiliyi yargılamış, idam dâhil ağır cezalar vermiştir. Savaş galibi İngiltere iki yüzden fazla yüksek rütbeli Osmanlı görevlisini, bu arada Halil Beyi iki yıl süreyle Malta`da tutuklu tutmuş, savaş suçlarıyla bağlantılı olarak işlem yapmış, ancak sonuçta serbest bırakmıştır.
Öte yandan, halkların uğradığı felaketler arasında karşılaştırma yapmak güç olsa da, objektiflik açısından, tarihte, özellikle savaşlar sırasında, Müslüman Türkler dahil bir çok sivil halkın çok büyük haksızlık ve kıyımlara maruz kaldığına değinmek gerekiyor.
Osmanlı devlet adamı NYT muhabiriyle konuşurken soykırım kelimesinden habersizdir. Bu nedenle, Ermenileri övmesinde veya hükümette sahip oldukları önemli konuma işaret etmesinde art niyet aramak haksızlık olur. Nazırın sözleri bir bakıma Müslüman-Türk ile Ermeni toplumları arasında asırlar boyunca birlikte yaşamaları sonucu gelişen belirli bir yakınlaşmayı yansıtmaktadır. Nazırın savaş sırasında Ermenilerin silahlı eyleme geçmesine çok sert karşılık verileceğine ilişkin açıklaması da Osmanlıların Ermenilere karşı aldıkları önlemlerin, etnik kimliklerinden değil, eylemlerinden kaynaklandığına delalet etmektedir.
Doğal olarak, ne bu gözlem ne de söyleşinin içeriği bu mesele hakkında kesin yargıya varılmasına yeterlidir. Ermenistan ve Türkiye arasında son zamanlarda yapılan müzakere ve bazı anlaşmalar bu yönde bir adım olabilirdi. Ama ortada durumu daha da karmaşık yapan başka faktörler de var. Bir tanesi resmi ve gayri resmi Ermeni kaynaklarının ¨soykırım suçunun” kabul ettirilmesinin tek başına bir hedef, Ermenilere manevi bir kapanış teşkil etmediğine; bunun sonraki ¨tazminat ve iade¨ talepleri için ön koşul olduğuna ilişkin demeçleridir. Diğer bir faktör, Ermenistan`ın kendisinin yakın bir tarihte Dağlık Karabağ`da soykırım yapmakla suçlanıyor olması. Üstelik kurbanların “yaptıklarından” dolayı değil, “ne olduklarından” dolayı katledilmiş olmaları söz konusu.
Öyle veya böyle, adil bir çözüme varılması için bir sorunun her iki tarafındaki delil ve görüşlerin ortaya konması ve dengelenmesi gerekir. Bu bakımdan, Halil Bey’in ifadeleri yararlı olabilir.
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-70879823123197191652014-04-29T21:42:00.000-05:002014-04-29T21:45:50.762-05:00Özür dilemiyoruz!..<img width="1000" src="https://lh6.googleusercontent.com/TXsgT7kYwteNWtBQDKFPEnmEByz0e8oh7NZZKO_64QUSOWR9O3vG4Sg5Ou-n5gB-Q_o5URMmCa3GxDX7Tk3sf_Ps7qLYJKeqvi_EtCN0LvOc9v5N7B5ILtYfHDbS9EIHzg"><br><br>
Bu yıl Y-CHP adına ilk açıklamayı Genel Başkan Faruk Loğoğlu yaptı: "Gocunmamak lazım. Niçin bu kadar geç kalındıktan sonra 2014 yılını seçiyor. Biraz sorgulamak lazım" dedi... Hazret, özür için geç kalındığından yakınıyor. İkinci açıklama Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’tan geldi. Ona göre, Başbakanın açıklaması “İyi niyet mesajları ile itibar arama gayreti.” Ve nihayet, Y-CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu son noktayı koydu: ”Ölenler sadece Ermeniler değil. Karşılıklı bir kırım olduğu biliniyor. Her ülke kendi tarihi ile yüzleşiyor. Biz de yüzleşmeliyiz” diyerek, o da Obama-Erdoğan çizgisindeki yerini aldı!..
Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve Cumhuriyeti kuran CHP’nin, 24 Nisan’da takındığı tutum böyle olabilir mi?.. Yerel seçim hezimeti tartışılırken, Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın “Halk bize inanmıyor ve güvenmiyor” sözlerini doğrulayacak şekilde; “Evet bizim inandırma ve güvenme sorunumuz var” diyerek (1) önemli bir itirafta bulunan Kemal Kılıçdaroğlu, gündemi derhal “Ermeni Meselesi” üzerine yoğunlaştırarak, kendi acıklı durumunu gizleyebileceğini sanıyor…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), “Perinçek kararı” ile 1915 olaylarının "soykırım" olmadığı kanıtlandıktan sonra, Türkiye'nin özür dilemesini gerektirecek ve geçmişiyle “yüzleşecek” bir durum olmadığı da ortaya çıkmıştır. “Karşılıklı katliamlar” nedeniyle özür dilenecekse -bence hiç de gerekli değil, zira katliamı yapanların torunlarının biri birlerinden özür dilemeleri gerekmez- iki tarafın özür dilemesi gerekir ki, bu durum özür dilememekle eş değerdedir...
Kaldı ki, anayasalarına göre, halen topraklarımızın bir kısmını, kendi toprakları olarak gösteren, Ağrı dağını futbol federasyonlarının sembolü olarak kullanmaya devam eden bir ülkenin, nihai amacı, geçmişten gelen yaraları sarmak ve geçmişi unutmak olamaz. Emperyalistlerin isteği ve tahriki üzerine, dedelerinin başlattığı sivil halk katliamına bir önlem olarak getirilen tehcirin, zorunlu bir askeri önlem olduğu tartışmasızdır. Tehcirden önce yaşanan olaylara, bir tepki olarak kendiliğinden gelişen bazı üzücü olaylar yüzünden, bugün özür dilemek, haklı olanın, haksız olan taraftan, özür dilemesi anlamına gelir!...
Kabul etmek gerekir ki, bu konudaki en doğru duruşu sergileyenlerden biri de Ermeni asıllı Hrant Dink’tir. Bu duruşu nedeniyle ona destek verenlerin, cenaze töreninde "Hepimiz Ermeni’yiz" şeklinde attıkları slogan bile, tam tersine çevrilmiş, sanki bu sözü söyleyenler Ermeni Diasporası'nın taraftarlarıymış gibi lanetlenmişlerdir. Ele geçirilmiş medya ile baş etmek öyle kolay değildir. Ne yazık ki, bu bilgi kirliliği günümüzde de devam etmektedir…
Gerçek CHP'nin, Ermeni meselesi nedeniyle duruşu, “yeni” yetkililerin yukarıda aktardığımız cümleleri ile özetlenemez. Gerçek durum çok farklıdır:
Atatürkçü düşünceye ve kuruluş felsefesine yüzde yüz bağlı olan bir partili olarak, görüşlerimi geçmiş yıllarda kaleme almıştım.(2) Bu tartışmaları izleyenlere, aşağıdaki bağlantıları açıp okumalarını öneriyorum. Bildiğiniz gibi, Dışişleri Bakanlığımız tarafından İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinden Mehmet Perinçek'e verilmiş milli ödev, Moskova Devlet Arşivi'nde 10 yıl araştırma yapılarak yerine getirilmiştir. Perinçek, bu konudaki çalışmalarını;”Rus Devlet Arşivlerinden 150 BELGEDE ERMENİ MESELESİ’ adlı kitapta toplamıştır.(3) Bu eserin yayınlanmasından sonra, artık “Ermeni meselesi” hakkında desteksiz atmak, haddini bilmezlik kabul edilmelidir. O bakımdan meraklılara, bu kitabı da temin edip okumalarını öneriyorum. Ermeni belgeleriyle "SOYKIRIM YALANI" dizisinin diğer kaynakları da Kaynak Yayınları’nda yayınlanmıştır.(4) Bunlara ilaveten, Ermeni meselesi Dr. Doğu Perinçek tarafından, AİHM’nde nihai çözüme kavuşturulmuştur. Perinçek’e,Türk Ulusu olarak teşekkür borcumuz vardır. Onun mahkemede yaptığı savunmalar, sunduğu belgeler yeterli görülmüştür ki, Avrupa Birliği açısından Ermeni meselesi kapanmıştır. Bugün “Perinçek kararı”nı Dışişleri Bakanlığı’mız, “Ermeni sorunu” için bir milat olarak kabul etmektedir. Artık böylece, bizlerin de belge ve bilgi sorunumuz kalmamıştır!.. Bu yüzden şaşkın Y-CHP yöneticilerinin saçmalıklarına inanmak zorunda değiliz!..
Yapay “Ermeni sorunu”nu, bir süre daha ABD'nin kaşıyacağı gün gibi ortadadır. Bu süre içerisinde, AKP ve Y-CHP'nin basiretsiz genel başkanları da ABD’nin değirmenine su taşıyacaklardır. Bu bağımlılıktan ötürüdür ve açıkça görünüyor…
Bilindiği gibi 1915 yılının acıklı olayları Osmanlı'nın çöküş döneminde yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise, tarihin tozlu sayfalarında yer alan Osmanlı'nın külleri üzerinde doğmuş ve yeni bir devlet olarak kurulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı'nın kötü mirasını kabul etmek zorunluluğu yoktur... Lozan'da kabul etmediğimiz hiç bir konu, bugün önümüze bir özür sorunu olarak getirilemez…
Tehcir Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, yaşanan acıklı olaylara kimsenin bir itirazı olacağını sanmam. Bir sürü masum insan, siyasetçilerin fahiş hataları yüzünden ağır bedeller ödemiştir. Tarih boyunca bedel ödeme zaten hep böyle olmuştur. Bizim itiraz ettiğimiz husus; olayların adını "Büyük Felaket" olarak koyan ABD'nin belirlediği gündemi, yine emperyalizmin belirlediği şekliyle tartışmak ve tekrar etmektir. Bir an için ABD’nin bu tanımlamasının doğru olduğunu kabul edelim. "Büyük Felaket"in sorumlusu kimdir? Türkler olabilir mi? Elbette ki hayır. Hiç kuşku yok ki, bu acıların baş sorumlusu, İngiltere ve Rusya gibi o zamanın güçlü emperyalist devletleridir. Ermeniler de onlara alet olmakla ikinci derecede kusurlu ve sorumludur. Türkler, sorumlulukta ancak üçüncü sıraya yerleştirilebilirler. Gerçeğe uygun olan bu sıralamayı tersine çevirerek, önümüze getirenler, kim olursa olsun aldatıldıkları kesindir, bu yüzden de söylediklerini kabul edemeyiz. Etmemiz için ahlaki bir sebep de bulunmamaktadır…
Bunun dışındaki konuları elbette kabul edebiliriz. Ortak yaşamda, Ermenilerden öğrendiğimiz çok şeyler vardır. Aynı şekilde, Kürtler ile de kültürlerimiz harmanlanmıştır. "Türk Milleti"nin önemli bileşenleri olan Ermeniler ve Kürtlerle aynı topraklar üzerinde yaşayarak, kader birliği yapmışız. Bunlara itiraz eden yok. Uluslar zaten böyle oluşurlar… Kültürlerimiz birleşerek, ortak "Anadolu Kültürü"nü oluşturmuştur. Etle tırnak gibi yüzlerce yıl birlikte yaşamışız. Bunlar ayrı şeylerdir. Bizim tartıştığımız konu, emperyalizmin önümüze getirdiği bu "yeni" sorunu, onların istediği çerçevede kabul etme zorunluluğumuzun olup olmadığıdır. “Yeni” adıyla önümüze ne getirildiyse bize yabancıdır!..
Türkiye Cumhuriyeti, Sevr'i kabul etmeyen kahramanların başlattığı mücadele sonunda savaşarak kurulmuştur. Kuruluş belgesi, Lozan'da imzalanan antlaşmadır. Hiç bir devletin kendinden önceki imparatorlukların bütün günahlarını açıklamak veya bedellerini ödemek zorunluluğu yoktur. Diğer imparatorlukların üzerinde kurulan devletlerin, hiç özür dilediğini duydunuz mu? Özetle; Lozan'da imza attığımız anlaşma ile üzerimize aldığımız yükümlülüklerden başka hiçbir yükümlülüğümüz yoktur. Emperyalizmin Türkiye'yi parçalama planına hizmet eden "Büyük Felaket" teorisini bu yüzden temelden reddediyoruz…
“Ermeni Sorunu”na bağlı olarak ortaya atılan diğer soruların yanıtları; dipnotta verdiğim kaynaklardan öğrenilebilir. Anadolu'da yaşayan halkların içerisinde, Ermenilerin nüfusunun ne kadar olduğu Osmanlı Salnamelerinden bellidir. Vaktiyle toplam nüfusun yüzde kaçına denk geldikleri çok da önemli değildir. Ama ne olursa olsun ortada bir "soykırım" olmadığı kesindir. Bir an için aksini iddia edenlerin verdiği rakamların doğru olduğunu kabul edelim. Tehcir zorunlu göç olduğuna ve tehcire tabi tutulan Ermeniler, Suriye-Lübnan tarafına gönderildiğine göre, onları bugün Anadolu'da aramak beyhude bir çabadır. Bu iki coğrafya parçası da sınırlarımız dışarısında kalmıştır. Ermenilerin bir kısmı oralarda yaşamaya devam etmişken, bir kısmı da ABD'ye, Fransa'ya, Rusya'ya ve diğer ülkelere göç etmişlerdir... Dolayısıyla Anadolu’da kalanların 8-9 bin civarında oldukları iddiası doğru olsa da, diğerlerinin nerede olduğu sorusunun yanıtı bulunmuş oluyor. Bu saptama dahi, Ermenilere karşı "soykırım" yapılmadığının en açık kanıtıdır. Ermeni nüfusunun Anadolu'da azalmış olması, “soykırım”ın kanıtı olarak gösterilemez! Soykırım, Hitler tarafından Almanya'da yaşayan Yahudilere karşı uygulanmıştı. İşte bu yüzden Almanya'da bir tek Yahudi kalmamıştır…
Türkiye'de ise Ermeniler hala yaşamaktadır... Kaldı ki, dönemin siyasetinden sorumlu tutulanlar, Malta’ya sürgün edilmiş ve İngilizler tarafından, olağanüstü bir mahkemede “soykırım” yapmakla suçlanıp, yargılanmışlardı. Olayların baş sorumlusu İngiltere, üstelik bütün arşivler ellerinin altındayken, Türkleri “soykırım” yaptıkları için mahkûm etmeye yeter kanıt bulamamıştır. Bu yalın gerçeğe rağmen, her yıl 24 Nisan’da ABD’nin yaptığı açıklamayı beklememiz oldukça tuhaftır. Bu durumu diplomatik bir avantaja çeviren ABD’yi, artık emperyalizm düzleminde değerlendirme zorunluluğu vardır. Başka türlü onlarla baş etmemiz olanaksızdır…
Her yıl aynı oyunun neden bir parçası biz oluyoruz, anlamak mümkün değildir!.. Bu olaylar nedeniyle, Türklerin karşısında yer almak, neredeyse “aydın” tanımının zorunlu bir unsuru haline getirilmiştir!..
Bu arada şunu da söylemek gerekir ki; Türkler, Çanakkale Savaşı’nda dalga dalga ölüme giderken, cephenin gerisindeki Ermeniler, Türklere karşı katliamlara başlamışlar ve Türklerin bu var oluş savaşında, olumsuz yönde rol almışlardı. Unutmayınız ki, Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek, İstanbul'un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith'e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya konmuş ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı ilk saldırısı 1915 Şubat ayında başlatılmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konulmuştu…
Lütfen bu tarihlere dikkat ediniz…
Demek ki, o tarihlerde Doğu cephesinde ve düşman saflarında "Hınçak" ve "Taşnak" adlı Ermeni çeteleri vardı. Bu bölgeyi Çanakkale’den ayrı düşünemeyiz. Bu yüzden İçişleri Bakanlığı 24 Nisan 1915'te, bu Ermeni komitelerinin kapatılmasına, evraklarına el konulmasına, liderleri ile zararlı faaliyette bilinenlerin tutuklanmasına ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin ise uygun yerlere toplanması kararını almıştı.
Tarihe dikkat ediyorsunuz değil mi? 18 Mart 1915 Çanakkale’ye düşman donanmasının başlattığı saldırıdır. Arada sadece 1 hafta vardır. Yaklaşık 5 hafta sonra da 27 Mayıs 1915'te Tehcir Kanunu kabul edilmiştir. Demek istediğim; Çanakkale'yi göz ardı ederek, Ermeni meselesini değerlendirmek mümkün değildir…
Perinçek. bütün bu bağlantıları göstererek ve kanıtlarını koyarak, AİHM’nde dava açmıştır. Mahkeme kararı ile kazanılan hukuk zaferi, bu doğru tezleri bir kez daha teyit etmiştir. Unutmayınız ki, tarihte "Pirus Zaferi" de bir zafer olarak anılır. Bu zafer sonunda ortada birkaç sefil askerden başka kimse kalmamıştı.(5) Pirus zaferinde olduğu gibi, Ermeniler de kalkışmaları sonucunda fazla zayiat vermiş olabilirler. Zayiatın fazlalığı, yaşanan olayın adını belirleyemez!.. Ortaya çıkan sonuçlardan Türkleri sorumlu tutmak açık bir haksızlıktır. Çünkü: Hiç kimse kendi kusuru ile uğradığı zarardan başkalarının sorumlu tutulmasını talep edemez!.. Bu son söylediğim, genel kabul gören evrensel bir hukuk kuralıdır... Ebetteki bazı konularda farklı düşünenlerimiz olacaktır. Böyle düşünenler, az önceki kuralın tersini de savunuyor olabilirler. Bu onların kişisel sorunudur. Böyle sorunlar koca topluma mal edilemez…
ABD'nin hazırlatıp Erdoğan'a okuttuğu “taziye mesajı”nı ne yazık ki doğru bulanlar da çıkmıştır. Onlar açık bir yanılgı içerisindedirler. Şimdi eğri durup, doğru konuşalım: “Taziye mesajı” verilecek idiyse, vaktiyle bunu her iki tarafın birbirine vermesi gerekmez miydi? Vakitsiz mesajlar, başka amaçlar için değil midir? Bu oyunu görelim artık…
İlla da birilerinden “özür” dileyerek rahatlayacaksak, Orta Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar ve daha sonra da 4 kıtaya yayılıp kılıçtan geçirdiğimiz - o arada çocuklarını devşirdiğimiz- topluluklardan ve uluslardan özür dileyelim!.. Çok sahip çıktığımız ve övündüğümüz Osmanlı'nın, insanlığa karşı işlediği o ağır suçlardan dolayı da özür dileyebiliriz. Vatan savunması yaparken, düşmana verdiği zarardan özür dileyenler, biraz da "Kahrol düşman! Al sana bomba..." esprisindeki askere benzemiyorlar mı?.. Her şey o kadar açık ki, biz hala anlaşılmaz bir eziklik içerisinde, “özür” dilemek için çırpınıp duruyoruz!... Neden böyleyiz acaba?.. Başımıza taş mı düştü?!..
Av. Cemil Can<br><br>
DİPNOTLAR:<br>
(1)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/38709-kilicdaroglu-halk-bize-ina...<br>
(2) a.)http://cemilcan.gen.tr/2004/12/seni-ermeni-seni/<br>
b.)http://cemilcan.gen.tr/2011/12/soykirim-iddiasi-soysuzlugun-itirafidir/<br>
c.)http://cemilcan.gen.tr/2011/12/biz-ermeni-degiliz/<br>
(3)http://www.idefix.com/kitap/150-belgede-ermeni-meselesi-mehmet-perincek/...<br>
(4) 1. Ovanes Kaçaznuni/Taşnak Partisi'nin yapacağı bir şey yok,<br>
2.A.A.Lalayan/Taşnak Partisi'nin karşıdevrimci rolü,<br>
3.Kızıl Kitap/İngilizlerin Mavi Kitap'ına Sovyetlerin yanıtı,<br>
4.A.B.Karinyan/Ermeni milliyetçi akımları,<br>
5.Mehmet Perinçek/B.A.Boryan'ın gözüyle Türk-Ermeni Çatışması,<br>
6.KARİBİ/Ermeni iddialarına yanıt Gürcü Devletinin Kırmızı Kitap’ı,<br>
7.S.G.PİRUMYAN/Diasporadaki Taşnaklar,<br>
8.Çarlık Polis Raporlarındaki Taşnaklar.<br>
(Kaçaznuni, Lalayan ve Karinyan'ın kitapları Kaynak Yayınları tarafından İngilizce, Almanca, Fransızca, İsveççe ve İspanyolcaya çevrilip basılmıştır.)<br>
(5) http://tr.wikipedia.org/wiki/Pirus_zaferi<br>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-26764134843832101492014-01-26T15:20:00.002-05:002014-01-26T15:20:21.631-05:00ERMENILERIN DIPLOMATLARIMIZA KARSI AMERIKADAKI TEROR SALDIRILARI
1) 27 Ocak 1973, Santa Barbara, California, ABD: Ermeni kökenli ABD vatandası Gourgen Yanıkyan (Yanikian) Türk Baskonsolos Mehmet Baydar ve Bahadır Demir'i öldürdü. Yanıkyan ömür boyu hapse mahkum oldu.
2) 26 Ekim 1973, New York: Türk Enformasyon Ofisi'ne bombalı saldırı girisimi. Bomba zamanında tespit edildi ve etkisiz hale getirildi. Olayın sorumluluğunu kendilerini 'Yanıkyan Komandoları' olarak adlandıran bir grup üstlendi.
3) 4 Ekim 1977, Los Angeles: Osmanlı tarihi konusunda tarafsız ve ciddi arastırmalarıyla tanınan Profesör Stanford Shaw'ın evine bombalı saldırı. Sorumluluğu '28'in Ermeni Grubu' üstlendi.
4) 11 Ağustos 1980, New York: Ermeni bir grup BM yakınındaki Türk Evi'ne saldırdı.
5) 6 Ekim 1980, Los Angeles: Baskonsolos Kemal Arıkan'ın evine iki molotof kokteyli atıldı. Arıkan yaralı olarak olaydan kurtuldu.
6) 12 Ekim 1980, New York: Türk Evi'nin önüne bir bomba yerlestirildi. Yoldan gecen dört kisi yaralandı. Olayı JCAG üstlendi.
7) Ekim 12, 1980 in Los Angeles :Amerikan vatandasi bir Turk'un seyehat acentasi Hollywood da imha edildi,JCAG orgutu sorumlulugu ustlendi.
8) 3 Şubat 1981, Los Angeles: Bomba uzmanları İsvicre Konsoloslugu önünde bir bombayı etkisiz hale getirdi. Olay sonrasında gelen telefonlarda Suzy Mahseredjian serbest bırakılana kadar eylemlerin devam edecegi söylendi.
9) 3 Haziran 1981, Los Angeles: Gelen tehditler nedeniyle San Fransisco'da gösteri yapacak olan Türk folklor ekibi programlarını iptal etmek zorunda kaldırlar.
10) 26 Haziran 1981, Los Angeles: İsvicre kökenli Swiss Banking Corporation büroları önünde bir bomba patladı. Sorumlugunu 'Haziran Örgütünün Dokuzuncusu' üstlendi.
11) 20 Ağustos 1981, Los Angeles: Swiss Precision Instruments ofislerinin önünde patlama gerceklesti. Saldırı yine Dokuz Haziran adlı örgüt tarafından üstlenildi.
12) 20 Kasım 1981, Los Angeles: Beverly Hills'deki Türk Konsoloslugu'na saldırı. Binada agır hasar var. Olayı ise JCAG üstlendi.
13) 28 Ocak 1982, Los Angeles: Türkiye'nin Los Angeles Konsolosu Kemal Arıkan aracıyla isine giderken iki teröristin suikastına ugradı. Saldırı sonrasında 19 yasındaki Hampig Sasunyan tutuklandı ve ömür boyu hapisle cezalandırıldı.
14) 22 Mart 1982, Cambridge, Massachusetts, ABD: Türk Fahri Baskonsolosu Orhan Gündüz'e ait bir hediyelik esya magazası havaya ucuruldu. Kendisine de eger fahri görevini bırakmaz ise öldürülecegi tehdidinde bulunuldu. Sorumlulugu JCAG üstlendi.
15) 4 Mayıs 1982, Cambridge, Massachusetts, ABD: Fahri Baskonsolos Orhan Gündüz Boston'da suikasta ugradı. Katil yakalanamadı.
16) 18 Mayıs 1982, Tampa, Florida, ABD: Türk Fahri Baskonsolosu Nash Karahan'ın ofisine saldırıldı.
17) 26 Mayıs 1982, Los Angeles: Swiss Banking Corporation bürosu bombalı saldırıda hasar gördü. Süpheli dört Ermeni ASALA ile baglantıları nedeniyle suclandıar.
18) 30 Mayıs 1982, Los Angeles: Üc ASALA üyesi (Hratch Kozibioukyan, 31; Siranouche Kozibioukyan, 22 ve Varan Chrinyan, 29) Kanada Havayolları kargo bürosuna bir bomba yerlestirirken yakalandı ve tutuklandı. Amacları tutuklu dört Ermeni'nin serbest bırakılması icin baskı olusturmaktı. İlk ikisi karkı-koca olan saldırganların ücü de Ortadoğu ülkelerinden yeni göc etmis kisilerdi.
19) 26 Ekim 1982, Los Angeles: JCAG üyesi bes Ermeni terörist Philadelphia Türk Fahri Konsoloslugu'na saldırı hazırlığı nedeniyle suclandılar.
20) 21 Ocak 1983, Anaheim, California, ABD: Bir Ermeni fırınında saklanan bazı bombaların kazara patlayarak yangına yol acması bu tür silahların nasıl saklandığına da ısık tutu.
21) 29 Mart 1984, Los Angeles: ASALA yazılı olarak olimpiyatlara katılacak Türk atletleri öldürecekleri tehtidinde bulundu.
22) 25 Haziran 1984, Los Angeles: Fransa'da bir haber ajansı ofisine gelen tehditte Los Angeles Olimpiyatları'na katılan Türk sporcularına yardımcı olan tüm ülkeler, sirketler ve kisilere saldırı düzenlenecegi söylendi.
71 TANE AMERIKALI ERMENI TERORISTIN 22 si AMERIKA DA HAPSEDILIYOR.
239 terörist saldırıların,71 Ermeni Amerikalılar tarafından yapıldı.Yakalanıp hapsedilen yirmi iki Amerikan Ermenileri sunlardır:
Dikran Berberian, Los Angeles, JCAG,Vartan Chirinian, Van Nuys, ASALA
Steven John Dadaian, Los Angeles, JCAG,Hratch Kozibioukian, Van Nuys, ASALA
Siranouche Kozibioukian, Van Nuys, ASALA,Suzy Mahseredjian, San Francisco, ASALA
Monte Melkonian, Dinuba, ASALA,Krikor Saliba, Los Angeles, JCAG
Karnig Sarkissian, Los Angeles, JCAG,Harout Sassounian, Los Angeles, JCAG
Hampig Sassounian, Los Angeles, JCAG,Viken Hovespian, Los Angeles, JCAG
Vicken Tcharkhutian, Hollywood, ASALA,Viken Yacoubian, Los Angeles, JCAG
Gourgen Yanikian, Los Angeles,Haig Balian, Ottawa, ASALA
Haroutium Kevork, Ottawa, ASALA,Haig Karkhanian, Ottawa, ASALA
Melkon Karakhanian, Ottawa, ASALA,Kevork Marachelian, Ottawa, JCAG
Ohannes Noubarian, Ottawa, JCAG,Rafi Panos Titizian, Ottawa, JCAG Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-38984919493177766922013-03-28T07:00:00.002-05:002013-03-28T07:04:36.362-05:00AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ
CENTER FOR EURASIAN STUDIES
TÜRKMENELİ İŞBİRLİĞİ VE KÜLTÜR VAKFI
TURKMENELI COOPERATION AND CULTURAL FOUNDATION
Sayı - Number : 1136 Tarih - Date : 27.03.2013
BATI DÜNYASINDA ERMENİ SOYKIRIMI İDDİALARINA KARŞI ÇIKAN BİLİM ADAMLARI
27 Mart 2013 hakimiyetimilliye.org M. GALİP BAYSAN Son günlerde basında çıkan haberlerden, Amerikalı bir yönetmenin Türk, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları ve arşivlerinden elde edilen bilgilerle hazırladığı “Ermeni İsyanı 1894-1920” adlı belgeselin Ermeni Lobisinin baskısıyla Amerika’daki Televizyonlarda yayınlatılmadığını ve belgesele Türk Tarih Kurumunun sahip çıktığını okuyunca hafızam beni geçmiş yıllara götürdü ve Hıristiyan Batı Dünyasında tarihi gerçekleri açıklamaya çalışan bilim adamlarının karşılaştıkları zorlukları sizlere duyurmak istedim.
Türk dostu, dünyaca ünlü tarihçi akademisyen Stanford J. Shaw 19 Aralık 2006 günü gazetelerin çok azında “ Türk dostu tarihçi Prof. Dr. Standford Jay Shaw’ın, başbakan yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gülün de katıldığı bir törenle son yolculuğuna uğurlandığı” şeklinde bir haber vardı. Ne yazık ki bu haber, o günkü diğer haberlerin öne çıkması ile gölgede kalmış gibi oldu. Oysa Standford Shaw Türk ve Osmanlı Tarihi konusunda yaptığı çalışmalarla sivrilen bir Amerikalı tarihçi olup, Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyeliğine seçilmiş, Türk ve Türkiye tarihine katkılarından dolayı Türk Tarih Kurumu tarafından “ Hizmet Madalyası ve beratı ile” onurlandırılmış dünya çapında bir bilim adamıydı. Türk tarihine ilgisi, üniversitede okuduğu yıllarda zamanın en ünlü İngiliz tarihçilerinden Prof. Arnold Toynbee’nin bir özel notu ile başlamıştı. Toynbee yazısında “ Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklere yaptıklarından çok pişmanlık duyduğunu” belirtiyordu.( Prof. Arnold Toynbee savaş yıllarında İngiliz Propaganda Servisinde çalışıyordu, Vikont James Brice ile birlikte “Ermenilere Soykırım Yapıldığını Belgeleyen bir propaganda kitabı yazmakla görevlendirildi” ve bu ikili Ermeni taraftarlarının desteği ile gerçekleri saptırarak ve bazen de günümüzdeki tarikatçılar gibi sahte belgeler üreterek ünlü “Mavi Kitabı” hazırladılar. Bu kitap özellikle Amerikalılar ve onların savaşa katılmaları konusunda çok etkili olmuştu. (Toynbee ve James Brice hakkında okurlarımıza “Soykırım İddialarını Yaratan Portreler” seri yazımız içinde detaylı bilgi verilecektir.)
Bizler Prof. Shaw’ı, eşi Prof Dr. Ezel Kural Shaw ile birlikte 1985 yılında yazdığı, History of the Ottoman Empire And Modern Turkey Vol.I,II (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Tarihi, Cilt I,II ) Cambridge University Press-1985 ve ayrıca 2000 yılında, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan: From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation (İmparatorluktan Cumhuriyete Türk Kurtuluş Savaşı) 1918-1923 Vol.III adlı eserleri ile tanıdık. Ama tecrübeli tarihçilerimiz onun 1950 yılları başlarında, daha bizim Osmanlı arşivlerine çok az Türk arşivci girerken, gelen ilk Amerikalı olduğunu belirtmektedirler. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi iken vefat eden Prof. Shaw’ın üzerinde çalıştığı son eseri “Birinci Dünya Savaşında Türkler” konulu ve yine Türk tarihi ile ilgili bir çalışma idi.
Ermeni Diaspora’sının Soykırım iddialarını nerelere kadar getirdiğini, Başta Fransa olmak üzere pek çok AB ülkesinin soykırım iddiaları ile ilgili yasalar çıkardığını, gerçekleri tamamen bir tarafa koyarak yalan ve sahte iddialara, kendilerine özgü nedenlerle iltifat ettiklerini, Türkiye ve Türkler aleyhinde her yerde aşırı olumsuz faaliyetler içinde bulunduklarını hatırlıyoruz. Amerika ve Fransa’da son yapılan seçimlerden sonra Ermeni Diaspora’sının nasıl harekete geçerek en büyük kaleleri fethetme hazırlığı başlattığını ve yeni yasa tekliflerinin hazırlandığını da biliyoruz.
İşte bütün bir Hıristiyan Dünyasının Türklerin üzerine gelmek için yarıştığı bu ortamın 1980’lerdeki hazırlık safhasında, bir bilim adamı, Prof Standford Shaw: yaptığı tarafsız incelemeler sonunda 1915 Olaylarının soykırımla bir ilgisinin olmadığını, ama bir “İç Savaş ve Zorunlu Göç olayı” olduğunu tespit etmiş ve Yazdığı kitap ve yazılarla bu görüşünü Ermenilerin yoğun faaliyet gösterdikleri ABD’de açıklama yürekliliğini göstermiştir. Yürekliliğini diyoruz çünkü ABD ve AB ülkelerinde bir Türk veya bir yabancının Ermeni iddiaları aleyhinde beyanda bulunması çok belalar getiren, korkutucu bir iştir. Prof. Dr. Bernard Lewis Mesela Prof. Shaw gibi Osmanlı ve Türk tarihi ile hatta Ortadoğu tarihiyle ilgili çalışmaları ile Dünyaca ün sahibi olmuş bir başka Amerikalı bilim adamı Prof. Bernard Lewis; 16 Kasım 1993 ve 1 Ocak 1994 tarihinde Fransa’nın “Le Monde” gazetesinde 1915 Olayları bir “Soykırım değildir” şeklinde iddialı bir demeç verdiği için hakkında Ermeni Diyaspora’sı tarafından bir dava açılmış ve önce suçsuz bulunan Bernard Lewis, Diyaspora’nın devamlı baskısı sonucu yenilenen dava sonucunda, yine bir Fransız Mahkemesi tarafından; “Profesörün demeci Ermeni toplumunu rahatsız etmiştir” gibi uydurma bir gerekçeyle, küçük bir tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Ama ne olursa olsun Ermeniler için beklenen amaç sağlanmıştır. O günden sonra Diaspora Ermenileri bunu koz olarak kullanacak ve bütün dünyaya “ Ermeni Soykırımını reddeden Profesör Bernard Lewis mahkeme tarafından mahkûm edildi” şeklinde geniş bir propaganda kampanyası başlatacaklardır. Fransız Hukuk sisteminin içine sokulduğu bu adaletsiz ve tek yanlı tutum, 10 yıl sonra Fransız Meclisini bildiğimiz yanlış kararlar almaya doğru iteleyecektir. Bağlı bulunduğu Üniversitenin Prof.Shaw ve Bn.Shaw’ın birlikte yazdıkları “Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye” adlı kitabı bastırıp bütün dünya kütüphanelerine dağıtması, Ermeniler arasında büyük rahatsızlık yaratmıştır. Bunun üzerine faaliyete geçen Amerikalı Ermeniler, Fransa’dakiler gibi dava ile meşgul olmamış, doğrudan baskı ve şiddet uygulamayı tercih etmişlerdir. Terör örgütleri ve Amerikalı Ermeniler, Shaw ailesine tehdit üzerine tehdit gönderdiler. Ders verdikleri sınıfın defalarca altını üstüne getirdiler. Yolu kesildi, kendisi ve ailesi tehdit edildi, dövüldü, hırpalandı, çantası, şahsi eşyaları ve evrakları çalındı. Nihayet tehdidi bırakıp harekete geçtiler ve oturduğu evini bombaladılar. Bu ağır baskılar karşısında emniyet teşkilatı da bir şey yapamıyordu. Prof. Shaw yılmadı, büyük bir cesaret gösterdi, bulgularından ve bilim adamı kimliğinden asla taviz vermedi. Bu yüzden Üniversite camiasının takdir ve desteğini kazandı, ancak dayanılmaz baskılar karşısında ailesini koruyamayacağını anlayınca, ailesiyle birlikte ABD’yi terk etmek zorunda kaldı. 1985 yılında Ermeni Soykırım İddiaları ABD Temsilciler Meclisinin gündemindeydi ve hazırlanan bir yasa kabul aşamasına getirilmişti.
İşte bu günlerde Shaw ailesinin önderliği ve Bernard Lewis’,Halil İnalcık,Justin Mc Carty, Dankward Rustow, Heath W. Lowry, J.J. Hurewitz gibi saygın isimlerinde aralarında bulunduğu ABD Üniversitelerinden 69 bilim adamı topluca bir bildiri hazırlamış ve imzaladıkları bu bildiriyi Temsilciler Heyeti Başkanlığına göndermişlerdir. Bilim adamlarının bu onurlu çıkışı, ABD Meclis üyelerinin tıpkı Avrupalı meslektaşları gibi tek yanlı olarak Ermenilere vermeyi planladıkları desteği frenlemiştir. Prof. Shaw ve Bernard Lewis gibi bilim adamlarını saygı ile anıyoruz. Tarafsız ve politikanın çirkin yönüne bulaşmamış özgür bilim adamlarının bildirisi; yalan, hile ve ucuz politik oyunların baskısı altında bunalan “ Gerçeklerin” çığlık çığlığa haykırışı gibi kabul edilmelidir. Bu ilginç bildiri bir sonraki yazımızın konusu olacaktır.
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-17472176061176279362013-01-02T08:08:00.000-05:002013-01-02T08:08:14.695-05:00Ermeni Diasporası’nın sır gibi saklamaya çalıştığı işte o belge.. Zafer Özpolat/Gazetehamburg özel
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.gazetehamburg.com/Resimler/Icerik300/00ea27ec-acc6-4f57-8980-90ec5c17e766.png" imageanchor="1" style="clear:left; float:left;margin-right:1em; margin-bottom:1em"><img border="0" height="221" width="300" src="http://www.gazetehamburg.com/Resimler/Icerik300/00ea27ec-acc6-4f57-8980-90ec5c17e766.png" /></a></div>
1987’de Avrupa Parlamentosu’nun:‘’Türk’ler Ermeni soykırımını tanımadan AB’ne üye olamazlar’’Kararına güvenerek,1999’da da Türkiye’ye adaylık statüsü verilince de çılğına dönen Fransa’daki Ermeni Diasporası, Türk’lerin AB-üyeliğinin önünü kesmek için, Avrupa Adalet Divanı nezninde dava açmışlardır.
Avrupa Adalet Divanı 17 Nisan 2004 tarihinde verdiği karar ile Ermeni cemaati tarafından dile getirilen,‘’Türkiye, Ermeni soykırımını kabul etmeden, AB’ne üye olamaz’’
İddialarını, Avrupa Adalet Divanı (AAD) temyizi (itiraz hakkı) olmayan bir kararla ret etti.
Gazetehamburg, CDU-Neumünster meclis üyesi sayın Refik Mor’un titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkarttığı ve aynı zamanda da Türkce’ye çevirisini yaptığı o tarihi belgeye ulaştı.
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.gazetehamburg.com/Resimler/Editor/Resimler/Refik-Mor_newLarge.jpg" imageanchor="1" style="clear:left; float:left;margin-right:1em; margin-bottom:1em"><img border="0" height="800" width="533" src="http://www.gazetehamburg.com/Resimler/Editor/Resimler/Refik-Mor_newLarge.jpg" /></a></div>
17 Nisan 2004 tarihinde Avrupa Adalet Divanı tarafından verilen bu kararı Türkçe’ye çeviren Almanya’nın Neumünster kentinde Mühendislik ve yeminli tercümanlık yapan ve aynı zaman Hiristiyan Demokrat Parti(CDU) Meclis üyesi Refik Mor gazetehamburg’a bu konuda çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Ortaya çıkarttığı tarihi belgeyi gazetehamburg’la paylaşan Refik Mor, merkezi Lüxemburg“da olan Avrupa Adalet Divanı- AAD, Avrupa birliği üyesi ülkeleri arasında, AB hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen kurumdur.
Adalet Divanı’nın görevi, Avrupa anlaşmalarının yasaya uygun biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak. Üye devletlerin anlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri yerine getirip getirmediklerine karar vermek, ulusal mahkemelerin başvurusu üzerine topluluk hukukuna ilişkin çeşitli konuların yorumlanması ya da geçerliliği hakkında ön kararlar almak yetkileri arasında. Hukuki bir işlemin tartışmalı bir konu doğurması halinde ulusal mahkemelerden herhangi biri Avrupa Adalet Divanı’ndan ön karar isteyebiliyor. Ancak bunun yapılabilmesi için üye devlette daha yüksek bir temyiz mercii bulunmaması gerekiyor. Ve Divan kararı bağlayıcı oluyor.
Avrupa Adalet Divanı(AAD), merkezi Strazburg’da olan ve Avrupa konseyi’nin bir kurumu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet-UAD- ile karıştırılmamalıdır ’dedi
Avrupa Parlamentosunun kararı siyasidir
Avrupa Parlamantosunun kararının siyasi bir karar olduğunu söyleyen Refik Mor ‘Tarih 20 Temmuz 1987.Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu karari ile,içerik olarak :
‘’Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetçe, AB’ne üye olamaz’’denen bir karar alır.
Yıl 1999.
AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamayacağı konusunda restleşmektedirler.
Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir
Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası:
20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemişolur’’diyerek,
· Avrupa Parlamentosu’na,
· Avrupa Birliği Konseyi’ne ve
· Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı
Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında- ‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekçesizlik) konumu ‘ İçerikli dava açar. ‘’BİRLİĞİN AKİT ((Antlaşma)) DIŞI SORUMLULUĞUNDAN’’ kastedilen,uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır.Daha net söyleyecek olursak,Eğer bu dava kazanılsa idi, Ermeniler soykırım davasının dörtte üçünü kazanmış olacaklardı.Eğer Ermeni diasporası bu davayı kazansa idi, bir dakika dahi durmadan İLK işleri Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurup, Türk’ler hakkında soykırım davasını açarlardı
. Ama bu dava,AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile reddedilir.
Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karar”a itiraz eder) ve
AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davası) 17.04.2004 tarihinde,
C-18/04 PEsas nolu nihai karar ile yeniden reddedilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edildiler. ‘dedi
‘’Derin bir el’’, bu kararın kamu oyu tarafından duyulmasını istemiyor.
Refik Mor bu kararı ilkkez 2008 yılında Türkçe’ye çeviren kişi olarak tüm Türk basınına ve Türk hükümetine ve temsilciliklerine ilettiği halde kimsenin dikkat çekmemesine üzüldüğünü belirterek ‘Üzerinde çok uğraştım.Kararı Türkçe tercüme yaptım.ama maalesef bir derin el bunu basında ve bir yerde yayınlanmasına engel oldu.
Oyun bitti..!!
AB ülkelerinde‘’Ermeni soykırımı’’ konusunda Türkiye aleyhine alınan parlamento kararlarının bu kararla artık hiç bir geçerliliğinin kalmadığının altını çizen CDU-Neumünster meclis üyesi sayın Refik Mor, Ermeni Diasporası’nın sır gibi saklamaya çalıştığı bu tarihi belğenin en geniş kamu oyu ile paylaşılması gerektiğini belirterek, artık bu komediye son vermenin zamanının artık çoktan geldiğini de sözlerine ekledi
Verilen kararın Türkçe tercümesini isteyen okuyucularımız email adreslerini bildirirse kendilerine gönderebiliriz.
Email adresimiz zaferozpolat@gmx.de
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-57504726695472215362012-09-20T06:22:00.000-05:002012-09-20T06:27:42.992-05:00ERMENİ MEZALİMİ -16-<b>Atatürk’ün kötü gün dostları</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1335296186.jpg"><br>
Kimi dara düştüğünde, kimi canına kast edildiğinde yetişti.
Sıkıntılı İstanbul günlerinin dert ortağı olan İğneciyan, Mustafa Kemal’in ölümüne ancak iki gün dayanabildi; 12 Kasım 1938’de vefat etti.
İstanbul’a Çanakkale’nin muzaffer komutanı olarak dönen Mustafa Kemal, Şişli’deki evinde maddi sıkıntı içinde geçen günlerine çok az insanı ortak etti. Onlardan biri İğneciyan adında bir Ermeni’ydi. İğneciyan, Mustafa Kemal’in dar zamanlarında, yardımına ilk koşan kişiydi.
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya geçmesi herkes gibi İğneciyan’ın da hayatını değiştirdi. İstanbul hükümeti memurlarınca tutuklanan ve Malta’ya gönderilen İğneciyan’ın bütün servetine el kondu. Beş parasız, aç ve açıkta kalmıştı. Malta’dan döndüğünde kızıyla birlikte Yedikule’de bir gecekonduya sığındı.
DUYGUSAL BULUŞMA
İğneciyan, hayatını değiştirecek haberi yıllar sonra, 1927’de aldı; Atatürk İstanbul’daydı.
Eski dostunu görmek için kendisini heyecanla Dolmabahçe Sarayı’na attı. Yaşadıklarını, uğradığı haksızlığı anlatacaktı. Kapıdaki nöbetçilere, “Adım İğneciyan’dır, ben, Gazi’nin eski dostuyum, onu görmek istiyorum” dedi ama ikna etmeyi başaramadı. Kılık kıyafetine bakıp söylediklerini inandırıcı bulmayan nöbetçiler, her gelişinde İğneciyan’ı saraydan uzaklaştırdı.
Bir gün İğneciyan Atatürk’ün saraydan çıkış anına rastladı. Etraf kalabalıktı. Mustafa Kemal’in kapıda belirince İğneciyan’ın kızı atladı, kalabalığı yarıp otomobiline binmek üzereyken yanına yaklaşmayı başardı.
Mustafa Kemal’in “Kim bu kız?” sorusunu da kendisi yanıtladı:
“Ben İğneciyan’ın kızıyım, Gazi Hazretleri...”
Mustafa Kemal kıza hemen eski dostunu sordu. “İçeriye sokmuyorlar” cevabını alınca, çağırttı.
İğneciyan başından geçenleri anlatırken, Mustafa Kemal’in gözleri doldu. Araştırma yaptırdı; aynen İğneciyan’ın anlattığı gibi bütün malı mülkü haksız yere elinden alınmıştı. Mustafa Kemal hepsinin iadesini sağladı ve İğneciyan’a maaş bağlattı.
Mustafa Kemal’in ölüm haberi, eski dostunu yatağa düşürdü. İğneciyan ancak iki gün yaşabildi; 12 Kasım 1938 günü vefat etti.
HAYATINI KURTARDI
Şam’da görevli olduğu yıllardı. Mustafa Kemal uyurken çadırını yırtmaya çalışan bıçaklı üç kişinin saldırısını bertaraf eden kişi Garabed Tombalyan’dı. Mustafa Kemal, güvenini kazanan Tombalyan’ı Halep’e para götürmekle görevlendirdi. Heyetleri saldırıya uğrayınca Tombalyan paraları alıp Şam’a geri getirmiş, Mustafa Kemal’e teslim etmişti. Tombalyan’ın sadakatinden emin olan Mustafa Kemal, onu yanından hiç ayırmadı.
Tombalyan da İğneciyan gibi Atatürk’ün ölümüne uzun süre dayanamadı ve bir ay sonra 1938’in Aralık ayında vefat etti.
Andon Tıngır Yaver Paşa, Kuvayı Milliye’ye yetişemedi ama Osmanlı ordusunda çok kritik görevleri başarıyla yerine getirdi. Başkomutan Serdar Ömer Paşa’nın tercümanı olarak devletin bütün güvenlik sırlarının toplandığı kişiydi.
Osmanlı Orduları Başhekimi olan Sarkis Garabetyan 1828’de Yusuf Paşa ile birlikte esir edildi...
Türkiye Ermenileri tarihinde geniş bir yere sahip olan Düzçelebiler’e mensup Agop Düzçelebi, Darphaneye teknikte sınıf atlatan kişiydi.
Selimiye Kışlası, Tophane’deki Nusretiye Camii, Beyazıt’ın ünlü Yangın Kulesi, Yıldız Köşkü, Ortaköy Camii, Ihlamur Köşkü, Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’nın şaheser niteliğindeki cephesine attıkları imza ile nesillerce saray başmimarlığı yapan Balyan ailesinin bıraktığı iz “silinemez” nitelikteydi.
İFTİRACILARA EN İYİ CEVAP
Velhasıl her birimiz kim bilir kaç kere alkışladık onları; gururla ve coşkuyla;
Naşid Özcan’ı, çocukları Adile Naşit-Selim Naşit’i, her gördüğümüzde yüzümüzde sıcak bir tebessüm oluşturan Nubar Terziyan’ı, Sami Hazinses’i “Horoz Nuri” (Vahi Öz)yi, Toto Karaca’yı...
Ay-yıldızlı bayrağımızı hem kendisi şeref kürsüsünde dalgalandıran hem de Cemal Kamacı gibi şampiyonlar yetiştiren Garbis Zakaryan’ı, milli sporcularımız Harutyan Artan’ı, Zareh Kalpakcıyan’ı, Sarkis Güllap’ı, 1912 Stockholm Olimpiyatlarına kendi paralarıyla gidip kazandıkları madalyayı Türk Milleti’ne armağan eden Vahram Papazyan ve Mıgırdiç Mıgıryan’ı...
On beş gündür biz anlatıyoruz, gelin Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden biri Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan) yapsın bu yazı dizisinin finalini:
“Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan bir adama ne denir? Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de bir Türk’sün.”
<b>ASALA terörünü kınamak için kendini yaktı</b>
Hastane odasında sargılar içinde yatan adam acıyla kıvranarak birşeyler söylemeye çalışıyor başucunda bekleyen doktorlara:
“Bunlar hep emperyalistlerin oyunudur... Onlara ibret olsun istedim... Gayeleri Ermenileri rahatsız edip Türkiye’yi harbe sürüklemek... Aslında Fransız Konsolosluğu’nun önünde yakacaktım kendimi... Çünkü zamanında bunlara cezalarını verseydi böyle şımarmayacaklardı. Orada intihar edecektim... Sonra düşündüm “Bunlar zaten onları tutuyor” dedim, vazgeçtim. Çok sevdiğim Atatürk’ün huzuruna geldim... Vatanım, milletim için her şeyi yaparım... Yalvarırım bütün dünya birleşip bunların kökünü kazısın... Allah Türkiye Cumhuriyeti’ne sabır versin!..”
Kesik kesik söylenen bu cümlelerin sahibi Artin Penik’ti. 7 Ağustos 1982 günü Esenboğa Havalimanı’nda 8 kişinin öldüğü, 72 kişinin yaralandığı ASALA eylemini ve Ermeni terörünü protesto etmek istemişti. En “ibret verici” yolun intihar olduğuna karar verdi! 10 Ağustos 1982’de “Atatürk’ün huzuru” dediği Taksim Meydanı’na gitti. Üzerine boca ettiği bidon dolusu benzinin alev alması ve bütün bedenini tutuşturması için bir çakmağı bir kere çakması yetti...
Derhal hastaneye kaldırılan Penik saatlerce ameliyatta kaldı, -1 derece suda yıkandı, doktorlar günlerce çabaladı ancak kurtarılamadı. 15 Ağustos 1982’de gözlerini bir daha açmamak üzere kapadı...Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-46706108088436789712012-09-20T06:20:00.003-05:002012-09-20T06:20:29.352-05:00ERMENİ MEZALİMİ -15-<b>Bizim Ermeniler!..</b>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1335211747.jpg"><br>
Türk Milleti’nin kurtuluşu için savaştılar, İstiklal Madalyası kazandılar.
Saruhan Milletvekili Necati Bey’in 29 Kasım 1920 günü TBMM’ye sunduğu İstiklal Madalyası Kanun Tasarısı 4 Nisan 1921’de yürürlüğe girdi. Kanuna göre “bu madalyanın sahiplerine bütün memurlar, askerler, zabıta ve diğerleri özel hürmette bulunacak” tı. Çünkü onlar 15 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922 tarihine kadar sürdürülen mücadelenin kahramanları, fedakarlarıydı.
ASKERİMİZE DEVEYLE CEPHANE TAŞIDILAR
Ön yüzünde ilk TBMM binası ile büyük zaferi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu müjdelen ışık huzmeleri ve milli mücadelenin karargahı Ankara silueti, Kurtuluş Savaşı’yla özdeşleşmiş kağnıyla mermi taşıyan kadın tasviri, arka yüzünde ise Misak-ı Milli sınırlarını gösteren bu anlamlı madalya toplam 95 bin 261 kişiye verildi ve onlardan 13’ü Ermeni’ydi;
Ohannes Erkan, Stepan Talaşlıoğlu, Kiyork Gülsöken, Agop Ayık, Karabet Ayvat, Hrant Kiremitçi, Karabet Kargıcı, Ohannes Özçınar, Artin Gülükyan, Petir Sevinç, Vahan Keleşoğlu, Ohannes Kasparyan ve Agop Özel...
On dört gün boyunca size ihanetin, cinayetin, vahşetin hikayesini anlattık; başrolde Ermeni komitacılar, çeteler, teröristler, işbirlikçiler, hainler, katiller vardı... Bugün ise “özel hürmette” bulunduğumuz bu 13 kahramanı ve “milleti sadıka” nın diğer sembol isimlerini anacağız.
Kendisini kağnıya süren “Elif” ten farkı yoktu Ohannes Özçınar’ın çabasının. Yozgat’tan Kayseri’ye develerle askerimize cephane taşıdı. Yaralandı, üç ay hastanede yattı.
Isparta doğumlu Karabet Kargıcı hayvancılıkla uğraşıyordu. Milli mücadele başlayınca babası Kirkor’la beraber cepheye koştu. Esir düştü, sonradan kurtuldu.
Kurtuluş Savaşı başladığında İstanbul’da Selimiye kışlasındaydı Artin Gülükyan, Kuvayı Milliye’ye katıldı, tezkeresini Diyarbakır’da aldı.
Karabet Ayvat marangozdu. Yunan işgali sırasında Garp cephesinde sonra ise Ankara’da cephe gerisinde görev yaptı.
Kurtuluş savaşında sığınakların, karargahların yapımı, bakımı, onarımı Eskişehir’deki askeri inşaatlarda görevli Ohannes Erkan’a emanetti.
Agop Ayık, Kırşehir ve Eskişehir’deki taburlarda mücadele etti.
BU VATAN İÇİN KAN DÖKTÜLER
Agop Martayan (Dilaçar) Atatürk’le ilk olarak Şam’da karşılaştı. Yedek subay olarak katıldığı Kafkas Cephesi’de kahramanca savaşmış, yaralanmış, madalya ile ödüllendirilmişti. Bütün azınlık subayları gibi onun da yeni adresi Güney Cephesi’ydi. Halep yolunda karşılaştığı Hintli albay ile İngiliz askerlere tercümanlık yaptığı için “casusluk” suçlamasıyla gözaltına alındı. Martanyan’ın “hesap vereceği” kişi Mustafa Kemal’di. Agop’la ilgili rapordan geçmişine ilişkin ayrıntılı bilgi sahibi olan Mustafa Kemal sordu:
- Nasıl oldu da kaçmadın? Kolaylıkla kaçabilirdin...
- (Kafkas Cephesi’nde aldığı madalyayı göstererek) Bu vatan için kan dökmüşüm, bu madalya sahte değildir.
- Kafkas Cephesi’nden kaçmayan her halde Şam sokaklarından kaçacak değildir. Emir buyurun süngüyü çıkarsınlar.
TÜRK DİLİ ONA EMANET
Martayan savaştan sonra kendisini bilime adamı. O tarihe kadar hep yabancı uzmanlarca incelenmiş olan Orhun Abidelerini bu topraklarda ilk okuyan, çözen, anlatan kişiydi; keza Kutadgu Bilig’i de. Martayan’ın Atatürk’ün dikkatini ikinci kere çekmesi de bu sayedeydi; “Türk Yazıtlarının 1200. Yıldönümü” adlı yazı dizisinin yayınlanmasından sonra Martayan Sofya’dan Türk Dil Kurultayı’na davet edildi. Göç ettiği için “vatandaş” değildi; vize alabilmesi söz konusu değildi. Atatürk Martanyan’ı kurultaya “özel davetlisi” olarak getirtti. 25 Eylül 1932’de 1. Türk Dil Kurultayı’na katılan Martanyan TDK başuzmanlığına atandı. Dilaçar soyadını da alanındaki çalışmalarından dolayı Atatürk’ten aldı. Ondan başka İstepan Gurdikyan, Kevork Şimkeşyan gibi birçok dilbilimci Türk diline hizmet etti.
Dilaçar yıllar sonra Attatürk’ün tarih tezini eleştirenlere şöyle cevap verecekti:
“Atatürk’ün tarih anlayışı şovenist bir tarih anlayışı değildi. O, Batılıların Türklere karşı söyledikleri barbarlık tarihi yakıştırmasını şiddetle reddeder Türklerin medeniyetler kurmuş büyük bir ulus olduğunu kanıtlar. Türk Tarih Tezi budur. Bir ırkın öbür ırktan üstün olduğu iddiasında değildir. Kendini büyük görme hastalığı değildir. Ulusal kimliğine sahip olma, başka uluslardan kendini küçük görmeme ve kendini bulma anlayışıdır. Diğer bir deyimle Türk milletinin diğer milletlerden aşağı olmadığını tarih boyunca medeniyetler kurmuş bir ulus olduğunu ortaya koyan bir tarih anlayışıdır.”
Dans ettiği her ortamda izleyenleri kendisine hayran bırakan Atatürk’ün dans öğretmeni Prof. Ardeş Panosyan ve diş doktoru Sürenyan da Ermeniydi.
Bir milletin kaderini değiştirdi
Berç Keresteciyan, İngilizler’in Bandırma Vapuru’nu batırma planlarını Atatürk’e bildirmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti belki de hiç kurulamayacaktı
Kurtuluş Savaşı’nın resmen 19 Mayıs 1919’da yani Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün başladığı kabul edilir ya; peki ya Mustafa Kemal Anadolu’ya kavuşamasaydı? Mücadele için kendisi bekleyenlerle buluşamasaydı?
Şüphesiz Türk tarihinin seyri bambaşka olacaktı..
Bu buluşmanın perde arkasındaki mimarı devrin Osmanlı Bankası müdürü ve aynı zamanda Hilâl-i Ahmer ikinci başkanı olan Berç Keresteciyan’dı.
İLK GAYRİMÜSLİM MİLLETVEKİLİ
Mustafa Kemal, yolculuk için son hazırlıklarını yapadursun bir gece Şişli’deki evinin kapısı çalındı. Gelen avukatı Saadeddin Ferid (Talay) Bey’di. Getirdi haber “hayati” öneme sahipti:
“İngilizler, Bandırma Gemisi’ni Karadeniz’de batıracaklar. Bu görevin torpidoya mı denizaltına mı verilmesi bile araştırıldı.”
Atatürk’ün haberin kaynağını öğrenmek istediğinde “Berç Keresteciyan” yanıtını aldı.
Sadreddin Bey, ek olarak, Atatürk’e Keresteciyan’ın “kişiliğinin, doğasının ve ahlakının son derece düzgün olduğu” bilgisini verdi.
İhbarı değerlendiren Mustafa Kemal Bandırma Vapuru’na binmekten vazgeçmedi ama biner binmez ilk iş kaptan köşküne çıkarak komutayı ele geçirdi. Daha önceden belirlenen rotayı değiştirdi.
Türkçe’nin ilk Etimolojik Sözlüğü’nü hazırlayan dilci Bedros Keresteciyan’ın oğlu olan Berç Keresteciyan, savaş boyunca Türk ordusuna tıbbi malzeme ve ilaç ihtiyacının giderilmesinde de önemli paya sahipti.
Mustafa Kemal, 1934 yılında Berç Keresteciyan’ı doğum yeri olan Afyonkarahisar’dan milletvekili adayı gösterdi ve TBMM’ne girmesini sağladı. TBMM’in ilk gayrimüslim milletvekili olan Keresteciyan’a Atatürk’ün isteği ile “Türker” soyadını aldı.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-30483222794035744512012-09-20T06:18:00.003-05:002012-09-20T06:18:48.998-05:00ERMENİ MEZALİMİ -14-<b>Ermeni vahşeti, 1970’li yıllardan itibaren yeniden ve yeni bir maskeyle sahnedeydi: ASALA</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1335124935.jpg"><br>
Kahpe pusularda 42 şehit
“Birleşmiş bir Ermenistan’ın kurulmasını sağlamak” amacıyla, 1975 yılında Lübnan merkezli olarak kurulan ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu) ve bağlı örgütleri 1985’e kadar geçen on yılda düzenlediği terör eylemleriyle kin, nefret ve ölüm saçtı
ASALA programında iki hedefi olduğunu ilan etmişti:
1. “Yerel gericiler” dedikleri kendilerine destek vermeyen Ermeniler
2. “Türk emperyalizmi” !
SİNSİ TUZAKLA ÖLÜME DAVET ETTİ
Diplomatlarımıza dönük Ermeni suikastları, 27 Ocak 1973 günü Los Angeles’ta Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve Konsolosumuz Bahadır Demri’n şehit edilmesiyle başladı. Katil 78 yaşında bir Ermeniydi; Gurgen Yanikiyan!
78 yaşındaki biri korunan iki diplomatı nasıl öldürebilir değil mi?
Sinsi bir plan dahilinde tabii ki!
Yanikiyan elinde Abdülhamit’e ait bir tablo olduğunu ve bunu Türkiye’ye armağan etmek istediğini belirterek Baydar ve Demir’i Santa Barbara’daki Baltimore Oteli’ne davet etti. Otele geldiklerinde diplomatlarımızın üzerine ateş açan Yanikiyan, her ne kadar yakalanıp yargılansa ve müebbede mahkum edilse de 31 Aralık 1984’te af ile serbest bırakıldı!
Daniş Tunalıgil, Viyana Büyükelçimizdi. 22 Ekim 1975’te, makam odasına giren üç kişinin Türkçe olarak yönelttiği “Siz sefir misiniz” sorusuna verdiği “Evet” ağzından çıkan son kelimeydi. Otomatik silahlarla taranan Tunalıgil orada can verdi.
AİLELERİNİ DE KATLETTİLER
Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ve şoförü Talip Yener 24 Ekim 1975 günü elçilik binası yakınındaki Seine nehri üzerinde köprüden geçerken pusuya düşülerek katledildi.
Ermeni terörü, ASALA adıyla ilk kez Beyrut’ta 16 Şubat 1976 günü Büyükelçilik Başkatibimiz Oktar Cirit’e düzenlediği suikastla ortaya çıktı.
Vatikan Büyükelçimiz Taha Carım, 9 Haziran 1977’de evinin önünde uğradığı saldırıda hayatını kaybetti.
2 Haziran 1978’de Madrid Büyükelçimiz Zeki Kuneralp’in makam aracına açılan ateş sonunda eşi Necla Kuneralp ile birlikte emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve makam şoförlü Antonıo Torres de hayatını kaybetti.
12 Ekim 1979’da Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları ve ASALA’nın hedefinde bu kez Lahey Büyükelçimiz Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler vardı.
“Türk hükümeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa’daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz” diyen teröristler Paris’teki ikinci saldırılarını 22 Aralık 1979’da Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan’a düzenledi. Türkiye Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip Özmen’e 31 Temmuz 1980 günü düzenlenen suikastta 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen de can verdi. Özmen’in eşi Sevil ve oğlu Kaan ise yaralı olarak kurtulabildi.
Avustralya Başkonsolosumuz Şarık Arıyak ve koruma görevlisi Engin Sever 17 Aralık 1980’de şehit edildi.
4 Mart 1981 ’de Ermeni terörü bir kere daha Paris’te kendini gösterdi. Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ve din görevlisi Tecelli Arı arabalarına binerken silahlı saldırıya uğradı. Türkiye bu saldırıdan sonra diplomatlarını etkin şekilde koruyamadığı gerekçesiyle Fransa’ya protesto notası verdi.
Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Savaş Yeryüz 9 Haziran 1981’de, Paris Başkonsolosluğu güvenlik görevlisi Cemal Özen 24 Eylül 1981’de şehit edildiler. Paris’teki saldırıda konsoloslukta bulunan 56 Türk rehin alındı. Başkonsolos Kaya İnal yaralandı.
ESENBOĞA KANA BULANDI
Los Angeles’taki ikinci Ermeni saldırısı 28 Ocak 1982’de gerçekleşti. Başkonsolosumuz Kemal Arıkan şehit edildi. 4 Mayıs 1982’de yine ABD’de bu kez Boston Fahri Konsolosumuz Orhan Gündüz, 8 Nisan 1982’de de Ottowa Ticaret Müşaviri Kani Güngör, 27 Ağustos 1982’de de Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat şehit edildi.
Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay, 7 Haziran 1982’de otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda, eşi Nadide Akbay da yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. 7 Ağustos 1982’de ASALA Türkiye’deydi. 2 Ermeni teröristin Ankara Esenboğa Havalimanına düzenlediği baskında 8 kişi öldü 72 kişi yaralandı!
9 Eylül 1982’de Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ateşesi Bora Süelkan, 9 Mart 1983’te Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar, 14 Temmuz 1983’te Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun Aksoy, 27 Temmuz 1983’te Lizbon Büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev Mıhçığlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, 28 Nisan 1984’te Tahran Büyükelçiliği sekreteri Şadiye Yönder’in eşi işadamı Işık Yönder, 20 Haziran 1984’te Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen, 19 Kasım 1984’te Viyana’da BM temsilciliğinde görevli Enver Ergun, 7 Ekim 1991’de Atina Basın Ataşesi Çetin Görgü, 11 Aralık 1993’te Bağdat İdari Ataşesi Çağlar Yücel, 4 Temmuz 1994’te Atina’da müsteşar Haluk Sipahioğlu katledildi.
PKK’yla işbirliği
Dehşet saçan terör saldırıları dünya kamuoyunda tepki toplamaya başlayınca, 1980’lerden itibaren Ermeni caniler kendilerini PKK’yla kamufleye çalıştılar.
9 Kasım 1980’de Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na ve 19 Kasım 1980’de Roma’daki Türk Hava Yolları bürosuna yapılan saldırıları ASALA ile birlikte PKK da üstlendi. Ermeni Yazarlar Birliği teröristbaşı Abdullah Öcalan’ı “onur üyesi” seçti. Gerekçeleri “Büyük Ermenistan hayali fikrine katkıları” idi. Ermeni örgütlenmeleri kendi bünyelerinde Kürdistan komiteleri kurdu.
Hınçakların 4 Haziran 1993’teki toplantısı ASALA ve PKK militanlarının katılımıyla PKK’nın Beyrut kampında yapıldı!Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-29528048917953202512012-09-20T06:14:00.003-05:002012-09-20T06:14:55.696-05:00ERMENİ MEZALİMİ -13-<b>Hamile kadınların karınlarını deştiler...</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1335032262.jpg"><br>
Canilik, sapıklık, sapkınlık ne ararsan onlarda; Ermeni çeteciler “dünya psikopatlık
tarihi” ne adlarını altın harflerle yazdırdılar...
Mezalim külliyatı!
Canilik, sapıklık, sapkınlık ne ararsan onlarda; Ermeni çeteciler “dünya psikopatlık tarihi”ne adlarını altın harflerle yazdırdılar.
Balkan Savaşları’nda aldığı ağır yenilginin ardından değil bir “dünya savaşı”na girmek kendi “tebaa”sıyla dahi başa çıkabilecek durumda değil Osmanlı...
Hem madden, hem manen kanadı kolu kırık bir halde sürüyor askerlerini cepheye...
Evlat, baba, kardeş, ağabey, eş, sevdalı yolu beklerken “harap ve bitap” halde Anadolu...
Tutunacak bir dal ararken, evi, barkı, tarlası, tezeği de çekiliyor altından; can sökülüyor canından... Hem de bakın nasıl ve kimler tarafından:
HAMİLE KADINLARIN
KARINLARINI DEŞTİLER
Taşnak Komitası üyeleri Türk evlerini kundaklıyor...
Su kanallarına hayvan leşleri tıkanıyor, çeşme ve kuyulara leş atılıyor, ezan vakitlerinde kilise çanları çalınıyor, kandiller kurşunlanıyor, camiye gidenler öldürülüyor...
Rusların sınırı geçmesinden sonra Eski Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan’ın 1200 kişilik Ermeni çetesi, köyleri dolaşarak, güzel kadınların ırzına geçiyor, beğenmediklerini işkenceyle öldürüyor, hamile kadınların karınlarını deşerek bebeklerini çıkarıyor...
Kavak Köyü’nde Keleş Ağa’nın gelinini öldürüp, oğullarını kazığa oturtuyorlar...
AĞZINA KAZIK ÇAKILAN
YAŞLI ADAM
70 yaşındaki Gevaş müftüsünün ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakıyorlar, dilini koparıp bu kazığın üstüne çiviliyorlar. Dirisine yaptıkları yetmiyor ölüsüne de işkence ediyorlar. Ayaklarını kesip kucağına koyuyor, sakalını ve ellerini yakıyorlar...
Mülazımı evvel Şükrü Efendi’nin 80 yaşındaki amcası Tayyar’ı ellerinden kapıya çiviledikten sonra, burnu, kulakları ve çenesini keserek katlediyorlar.
Van’da, muhasebe memurluğundan emekli Beşiroğlu Derviş Efendi’nin Hayriye ve Şadiye adındaki kızlarına, babalarının, annelerinin ve enişteleri Hayri Efendi’nin gözleri önünde tecavüz ediyorlar.
Muş’a bağlı Ağcaviran Köyü’nden Musa ve Sadullah Bey’lerle 10 arkadaşlarını gözlerini oyarak öldürüyorlar...
Emin Paşa Mahallesi’nden gardiyan Ali’yi, eşini, gelinini, 2 yeğenini, inzibat memuru Bayram’ın 7 yaşındaki oğlunu, Mustafa’nın eşini, 2 çocuğunu, Hacı Kaya oğlu İbrahim Çavuş’un eşini koyun gibi boğazlıyorlar...
Cami-i Kebir Mahallesindeki Kasım’ın 2 çocuğunu ise anneleri Ayşe’nin gözü önünde boğazlıyor, sonra da kadını öldürüyorlar...
Mahmudin’e bağlı Mirgehi Köyü’nde 27’si erkek 12’si kadın ve 18’i çocuk toplam 57 kişiyi boğazlayıp, kız ve gelinlere tecavüz ediyorlar...
Tebriz Kapısı Mahallesinde savaşta olan Salih’in eşini, 5 ile 15 yaşları arasındaki 4 kızını, kız kardeşini ve ailesinden 17 kişiyi parçalıyorlar...
90 yaşındaki mahalle imamı İsa Efendi, 70’lik emekli öğretmen Rasif Efendi, Hayretiye Camii imamı Hacı Derviş Efendi’yi birer eşeğe bindirip, günlerce sokak sokak gezdiriyorlar. Sakalları ve bıyıkları kesilip yüzlerine insan pisliği sürülen bu yaşlıları parçalara ayırarak, işkenceyle öldürüyorlar. Rasif Efendi’nin 60 yaşındaki karısına tecavüz ediyor sonra da cinsel organına odun sokup acı içinde can verişini izliyorlar.
Ordudan geri kalan yaralı askerler, Pastırmacıyan’ın çetesi tarafından kılıçtan geçiriliyor...
Malazgirt’in Beksam köyünde berber İlyas oğlu Şevket ve iki eşinin gözleri önünde kızlarına tecavüz ediyorlar.. Şevket yavrularını bırakmalarını isteyince onu ve ailesinin geri kalanını da işkenceyle öldürüyorlar...
Mehmet Bey Mahallesinde Sadullah’ın kızı ve Seher’in 5 ile 7 yaşındaki çocuklarını annelerinin elinden alarak kama ile parçalıyorlar. Abbas’ın karısı ve 3 kız çocuğunu doğruyorlar...
DİRİ DİRİ YAKTILAR
Halil Çavuş’un eşi Ayşe ve kız kardeşi ile 80 yaşlarındaki Hacı Abdullah Efendi ve eşini önce dövüyor ardından da kafaları taşla eziyorlar...
Molla Kasım Köyü’nde 70 yaşındaki Fevzi Ağa’nın kafasını kesip karısının kucağına veriyorlar. Gelini Hayriye’yi öldürüyorlar. Zahide ve Fatma isminde ki gelin zorla götürülmeye çalışılırken kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atıyorlar...
Van Hastanesi’nde 80 kadar hastayı diri diri yakıyorlar...
Katırcı mahallesinden peynirci Recep oğlu Mahmut’un 4 çocuğu ve eşine, mülazım Hüsnü Efendi’nin de 12 yaşındaki kurşun yarası olan kızına defalarca tecavüz ediyorlar...
KATLİAMLARIYLA
ÖVÜNÜYORLAR
Bırakın sayfalar doldurmayı, gazetede tefrikayı; böyle sadece isimleri ve katlediliş biçimlerini sıralasak alt alta bu bile yeter Ermeni mezaliminin “külliyat” olmasına...
Üstelik rivayet de değil hiçbiri; kulaktan kulağa, ağızdan ağza aktarıla aktarıla haberdar edildiğimiz acı hatıralar değil hani şu çok yüzleşmek istedikleri tarihimizden “belgeli” sayfalar.
Bakın Ermeniler, kendileri Amerika’da yayınladıkları Goçnak gazetesinde ne yazıyorlar:
“Van’da 1500 kadar çoluk çocuk ve kadından başka Türk kalmadı!”
Sadece bu bölgeden 1 milyon 200 bin Türk’ün göç ettiğini ve bunların 700 bininin yolda hayatını kaybettiğini bildiren Ergünöz Akçora, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sunulan raporları kaynak gösteriyor yazdıklarına...
Tanıklar anlatıyor
1900 doğumlu Muhammed Reşid Güler 15-16 yaşlarındayken şahit olduğu dehşetengiz cinayetleri dün gibi hatırlıyor:
“Tımar’ın, Başkale’nin, Özalp’ın köylerinde Müslüman halkın evlerine ot tıkayıp ateşe veriyor, dışarı kaçmak isteyenleri de kurşunla, süngüyle öldürüyorlardı. Zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu. Erkeklerin derilerini yüzüyor, uzuvlarını kesiyor; kadınların da namuslarını kirletiyor, kazığa oturtuyorlardı...”
Mezalimin bir başka tanığı 1883 doğumlu Salih Taşçı da yıllar sonra şöyle anlatıyor en acı yıllarını:
“Van gölünde eskiden yelkenli gemiler vardı. O kadar çok zulmettiler ki, gemilere doldurdukları insanları, öldürmekten bıktıkları insanları, diri diri suya attılar. Ermeniler o ihtiyar insanlarımızı alınlarından, ellerinden duvarlara çivilediler...”
Bekir Yörük ve ailesi göç ederken “çok yaşlı” olan amcaları Teren Ağa’yı bırakmışlar Van’da. Ve sonra;
“Van’dan ayrılırken onu götürememiştik. Karısı, kızı, iki torunu da kaldı. Ermeni tığaları amcamı, o çocukları baltayla parçalayıp öldürmüş. Kızı, burada Amerikan okulu vardı oraya sığınmış. Ermeniler onu da binanın ikinci katından atıp şehit etmişler... Van’ın boşaltılmasından üç gün sonra şehitleri toplamaya gittik. Yüzlerce yaşlı kadını, kazığa oturtmuşlar...” Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-76233441470287129382012-09-20T06:12:00.003-05:002012-09-20T06:12:46.558-05:00ERMENİ MEZALİMİ -12-<b>Van gölü, kan gölüne döndü</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334949807.jpg"><br>
Kadınlar Ermenilerin eline düşmektense kendilerini suya attılar.
Van Zeve doğumlu İbrahim Sargın, Ermeni dehşetine tanık olduğunda 11 yaşındaydı.
Bir tek şey diyebildim okurken anlattıklarını:
“Bunları yapanlar insan olamazlar!..”
Kim bilir o bir ömür nasıl taşıdı; gözünü her kapattığında zihninde beliren bu kanlı fotoğrafların, kulağında durmaksızın çınlayan feryat-figanın acısını...
Dayanması zor biliyorum ama, ancak bunları okursanız anlarsınız sözde soykırım iddialarını dillendirenlerin “arşivlerin açılması” ndan neden kaçtıklarını...
ÇOCUKLAR KUŞ YAVRUSU GİBİ YERE DÜŞÜYORDU
İşte 11 yaşındaki bir çocuğun zihnine kazındığı şekliyle, insanlığın ve ona ait bütün değerlerin soykırıma uğradığı Anadolu’dan mezalim manzaraları:
“Ermeniler mevzilerdeki Türkleri şehit ederek köye girdiler. Bir insan deryası 2000-3000 kişi o yana bu yana kaçışmaya başladı. Köy yanıyordu. O küçük çocukları havaya atıyorlar, altına süngü tutuyorlar. Süngü çocukların karnına batıyor. Çocuklar cıyaklayarak kuş yavrusu gibi yere düşüyordu.
O kadınların bir kısmı, gelinlerin bir kısmı, kendilerini suya attılar. Bir kısmı da, ot toylarını ateşe verdiler, kendilerini bu ot toylarının içine attılar. Böylece sanki pervane gibi dönüyorlar, hem de türkü tutturuyorlardı:
” Gelin kızlar, bizim düğünümüz var.
Bugün bizim düğün günümüzdür...
Bir kısım kadınlarımızı ve çocuklarımızı ise, samanlara ateş atıp yaktılar. Diğerlerini ise koyun boğazlar gibi kestiler. Orada tek bir çocuk kalmadı.
Seyyat Onbaşı’yı diri diri tuttular, yatırdılar, soydular, çıplak bir vaziyette omzundan yardılar, derisini yüzdüler, sonra dediler ki, “Sultan Reşat terfi vermiş, omuzlarına madalya takmışlar” . Kollarını kestiler. Yanlarına, derisini yüzüp cep yaptılar.
TECAVÜZE UĞRAYAN KADINLAR KURTULMAK İÇİN ÖLMEK İSTİYORDU
Biz bir müddet Bardakçı köyünde kaldık. Bu köyde amcam kızı Seher bize anlatıyordu, yemin ederek anlatıyordu. Diyordu ki “Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı.”
Yine amcam kızı bir durumu daha bize naklederken, “Bir kadın ekmek yapıyor. Bu sırada yanıma gelen Ermeniler ’Sen ne yapıyorsun?’dediklerinde ’Vallaha gördüğünüz gibi ekmek yapıyorum ‘Ermeniler’ Sana kebap lazım değil mi?’, deyip, süngüyü küçük çocuğa vurduğu gibi tandırın içine yuvarlıyor. Tandırın içinde cayır cayır yanmaya başlıyor. Kadının gözleri önünde çocuğunu diri diri yakıyorlar” diye anlattı.
Yine Van’dan, bu kez Ayanıs doğumlu bir tanık Hacı Zekeriya Koç anlatıyor bu kez:
“Annemin amcasının hanımını Ermeniler vurmuşlar, çocuğu daha memede. Bir Ermeni gelip çocuğu süngüsüyle vurdu, çocuk orada öldü. Kaçabilen kaçıyor, kaçamayanları da gazyağı döküp yakıyorlardı. Bizim köyde Hacı Ümmet’in dayısı Hamza vardı... Öldürmeden butlarına cep yapıp ellerini soktular. Çok afedersiniz organını kesip ağzına, burnunu kesip arkasına koydular.
Bizi Alaköy’e getirdiler, orada bizi bir samanlığa doldurdular. Kafiledeki çocuklar açlıktan feryat etmeye başladık. O dinsiz kafirler, öldürdükleri erkeklerin ellerini, ayaklarını, çeşitli uzuvlarını kesip pişirip getirdiler. Çocuklar anlamadı ama, kadınlar onları yedirmediler, açlıktan ölmek daha iyi deyip çocuklarına durumu anlattılar. Mermit çayına geldiğimiz zaman, kadınların bir kısmı, Ermenilerin elinde ölmektense kendilerini suya attılar...”
AĞITLAR BOŞA YAKILMADI...
Ermenilerle aynı okulda okuyan Şeyh Cemal Talay, 13 yaşında ders çalışmak bahanesiyle kandırılan arkadaşlarının başına geleni hiç unutamadı:
“ Okul, hükümet konağının yanında. Onlar Rüştü’yü Sanayi Çarşısı’nın olduğu yerdeki Isıtma köprüsüne getiriyorlar. Irzına geçip, türlü hakaretlere uğrattıktan sonra öldürüyorlar. Ailesi ertesi gün cesedi buldu. Onun için bir de türkü yaktılar:
Arabaya bindim belim büküldü,
Zalim atlı vurdu, kanım döküldü.
Aradım, bulamadım derdime derman, aman başıma Ferman.”
Kızarttıkları çocukları ailelerine yedireceklerdi
Savaş suçu, insanlık suçu, cinayet, katliam, vahşet, dehşet, acımasızlık, nefret... Bu kavramların hiçbiri yetmiyor şimdi aktaracaklarımı tarife.
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi’nin 81. sayısında aktarılan olaya göre, Perkal Köyü’nde Ermeniler iki çocuğu tandırda pişirdikten sonra etlerini anne ve babasına yedirmek istediler. Evlatlarını yememekte direnen anne ve babayı katlettiler. Evin ninesi Nezo Hatun şahit olduğu bu vahşetten sonra aklını kaybetti!
Genelkurmay Stratejik Etüd Başkanlığı arşivinde bulunan 15 Mart 1915 tarihli bir belgeye göre de, benzer bir olay Kavlit Köyü’nde de yaşandı. Köy sakinlerinden Hacı Molla Sait’e kızını kendi elleriyle boğazlamasını söyleyen caniler, baba her “hayır” dediğinde bir organını keserek işkenceyle öldürdüler.
Aynı köyde yaşayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz’a defalarca tecavüz eden Ermeniler, Çarıksız Köyü’nde de bir çocuğu süngüye takıp kuzu çevirir gibi kızarttılar.
Trabzon’da yeni doğmuş bebekleri havaya fırlatıp altlarına koydukları süngülerin üzerine düşmelerini izlediler.
Ustici Köyü’nde 6 aylık bir bebeği diri diri tandır ateşine atılan Zeliha adlı kadını, bir bacağı ateşte, eli kolu bağlı, yavrusunun ölümünü izlemeye mecbur edip zulmettiler.
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-46452059801068461462012-09-20T06:07:00.004-05:002012-09-20T06:09:49.087-05:00ERMENİ MEZALİMİ -11-<b>Topraktan Ermenilerin katlettiği Türklerin kemikleri fışkırıyor!..</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334863346.jpg"><br>
At, eşek, köpek iskeletlerinden “sözde soykırım” veya “derin devlet cinayetleri” delili yaratmaya çalışanlar bu gerçeğe kör...
Van, Erzurum, Kars ve Iğdır’da ortaya çıkarılan toplu mezarlarda, bilim adamlarının işkence ile öldürüldüklerini tespit ettiği yüzlerce Türk’ün kemikleri çıkarıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da Ermeniler tarafından katledilen Türklerin “belgelenmiş” sayısı 517 bin 955. Tarihçiler,olayların tarihi ve yeri belli olduğu halde sayı tespiti yapılamayan mezalim kurbanlarıyla bu sayının 2 milyonu bulduğunu söylüyor.
1897 doğumlu Ayşe Sevimli, “Cephane yok, silah yardımı yok... Ermeniler köye girdiler. Mevzilerde şehit olanlar oldu. Diğerlerini evlere doldurup gazyağı döküp ateşe verdiler. Aşağılarda bir samanlık vardı. Biz oraya saklandık. Ermeniler buldukları herkesi öldürdüler. Samanlığa da ateş ettiler. Bizden başka iki kadın daha kurtuldu. Gece yarısı dışarıya çıktık, ya Rabbi kimseye gösterme, kan, ateş, inlemeler, feryatlar göğe yükseliyordu. Birisinin butlarına cepler açıp nişanlar çizdiklerini, eziyet ettiklerini gördüm. Bu Seyyad Onbaşı idi. Derenin öbür tarafında beş erkeği kollarından birbirlerine bağlamış, kurşun sıkıyorlardı. Onlar yere yıkılınca defalarca süngüleyerek öldürdüler. Allahım sen gösterme bir daha” diyor Zeve’de yaşadıklarını anlatırken.
İŞKENCE İZLERİ...
Van’ın Çitören köyü yakınında olan Zeve şehitliğindeki toplu mezar, katliamın tanıklarından İbrahim Sargın’ın ifadeleri doğrultusunda bulundu. 4 Nisan 1990’da yapılan kazıda, kafatasları kırık ve ezik, kemikleri çatlak ve yanık iskeletler bulundu.
8 köyden topladıkları 2 bin 2 bin 500 kişiyi Zeve’de rasgele evlere ve ahırlara dolduran Ermeniler, her türlü işkenceyi yapıp üzerlerine ateş açmış, sonra da her yeri yakmışlardı.
Yine Van’da, bu kez Erciş’e bağlı Çavuşoğlu’nda bir evin temel hafriyatı sırasında tesadüfen bulunan 5’i kadın 9 insan iskeleti üzerinde yapılan antropolojik inceleme, uğradıkları vahşetin boyutlarını ortaya koydu.
Biri 15 yaşındaki bir kız çocuğuna, ikisi 17-18 yaşlarında, diğerleri de 30 yaş ve üstü Türkler’e ait bu iskeletler üzerinde inceleme yapan Prof. Dr. Metin Özbek,hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunduğuna dikkat çekti ve bilimsel hükmünü verdi:
“Bilinçli olarak katledilmiş ve işkence ile öldürülmüşlerdir!”
Hacettepe Üniversitesi’nde hazırlanan rapora göre kadınlara ait kafataslarından birinde beyin hedef alınarak indirilen iki darbe izi, diğerinde dört kesme izi vardı. Balta olabileceği düşünülen kesici alet kafatasını yarıp beyne kadar girmişti. Erkeklere ait kafataslarından birinden kurbanın önce kulağının koparıldığı, sonra sol gözünün oyulduğu, beyne giren üçüncü darbeden sonra, tam tepesinden bir dördüncüsünün ve bütün kafatasını yaran beşincisinin indirildiği anlaşılıyordu. Bu kişi dehşetli saldırının ardından bir de ateşe atılmıştı! Diğer kafatasları da aynı izleri taşıyordu; aralarındaki tek fark ölümcül darbenin kaçıncı vuruşta geldiğiydi!
26 Haziran 1991’de Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran başkanlığında Kars Subatan’da yapılan kazıdaki ilk mezarın en üst tabakasında -1 yaş arası bebeklere ait iskeletler, birkaç metre derininde 12 çocuk ve 3 yetişkin olmak üzere 15 iskelet, Köseoğlulları Mahallesindeki ikinci mezarda 180 iskelet, Tıttıp sokağındaki üçüncü mezarda 257’nin üzerinde çocuk iskeleti ve Köy caminin güneyinde ki samanlıkta 350’nin üzerinde iskelet ortaya çıkarıldı. İlk mezarda ortaya çıkarılan kadın iskeleti kucağındaki kız çocuğuna sarılmış haldeydi!
YOLLAR KÖPEKLERİN YEDİĞİ CESETLERLE KAPLIYDI
Ermeni vahşetinin 120 yaşındaki tanığı Fariz Öztürk ve 95 yaşındaki Durağa Öztürk’ün “Kafalarına balta vurularak ve karınlarına süngü sokularak öldürülenler sokaklarda bırakıldılar” dedikleri Subatan’a giren Türk askerlerinin karşılaştığı manzara bu ifadeleri doğrular nitelikteydi. Ağır bir kokuyla kaplanan Subatan sokakları köpeklerce yenilmiş cesetlerle doluydu.
TANDIR DAMI KATLİAMI
Kazım Karabekir’in hatırlarında verdiği bilgilerden yola çıkılarak 7 Ekim 1988 günü yapılan Erzurum Yeşilyayla kazısında, bir samanlığa doldurularak yakılmış yaşlı, erkek, kadın ve çocuklara ait 100’e yakın iskelete ulaşıldı.
Ermeni mezaliminin yarasının hala kanadığı yerlerden Iğdır Oba Köyü’nde, 1 Mart 1986’da Sakine Aksu’nun anlatımı doğrultusunda yapılan kazıda kafataslarının üzerinde delik, çatlak ve kırıklar bulunan 90’a yakın ceset bulundu.
Bunlar tüyler ürperten Tandır Damı katliamında can veren kişilerdi. Hepsi silahsız ve sivil olan bu insanlar işkenceyle bir tandır evine sokulmuş, yüzü koyun yatırılmış, bacadan üzerlerine gazyağı dökülmüş ve tandır damının ateşe verilmesiyle diri diri yakılmışlardı!
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-37514602630599936662012-09-20T06:02:00.002-05:002012-09-20T06:05:33.369-05:00ERMENİ MEZALİMİ -10-<b>Türkleri öldürme teknikleri</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334776859.jpg"><br>
Ermeni komitelerinin talimatnameleri katliam metodolojisi gibiydi...
1. Kama, 2. Tabancı, 3. Boğmak/Zehirlemek
Hınçakyan İhtilal Komitesi Azası’nın Vazifelerine Dair Talimatname’nin sekizinci maddesi aynen şöyleydi:
“Komitenin bir de cellatbaşı bulunmalı. Cellatbaşının maiyetinde, kendisiyle hemfikir bir fırka daha bulunmalı, bunların vazifesi de heyetin emrinden hariç olmamak şartıyla dahilen ve haricen muzır olan adamları katletmektir. Üç nevi ceza vardır: Biri tekdir, biri sopa, biri ölüm. Ölüm de üç türlüdür: Birincisi kama, ikincisi revölver (tabanca), üçüncüsü boğmak veyahut tesmim etmek(zehirlemek)tir.”
Ermeniler Türklerin hangi teknikler kullanılarak öldürülecekleri gibi evlerinin, köylerinin, kentlerinin, kamu kurumlarının hangi yöntemlerle yok edileceğini de önceden belirlemişti:
“Evvela dinamit güllesi, ikinci olarak dinamit suyu, üçüncü olarak baruttan mamul patlayıcı cinsi!”
KÖYLERE HÜCUM...
1910’da basılan Müdafaa-i Şahsiyye İçin Talimat’ta köy baskınlarının “püf noktaları” verildi:
“- Hücum edilecek köyün yalnız üç tarafı muhasara altına alınmalı, sakinlerinin kaçmaları için bir taraf serbest bırakılmalıdır. (Köy eğer dört taraftan muhasaraya alınırsa, düşman son gayretle karşı koyarak zaferi tehlikeye sokabilir) Yalnız serbest bırakılan tarafta, bir baskıncı grup gizlenerek kaçanları sıkıştırıp onları zarara sokmalıdır.
- Düşmanı şaşırtmak için, hücum zamanı olarak fecir vaktini seçmelidir.
- Telaş ve kargaşalığın tam manasıyla sağlanması için, yangın çıkarmak ve bunu birkaç yerde birden yaparak genişlemek icabeder. ”
Kod adı: NEMESİS!
Türklere ve ayaklanmayan Ermenilere karşı “intikam operasyonu” yaptılar.
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Fetali Han Hoyski, 19 Haziran 1920’de Tiflis’te Aram Yerganyan ve Misak Kirakosyan adlı Ermeni katiller tarafından katledildi. Aynı saldırıda Azerbaycan eski Adalet Bakanı Halil Bey Hasmemmedov ağır yaralandı.
Ermenilerin Avrupa’da ses getirecek eylemlere imza atmak niyetindeydi. Bu kez Azerbaycan’lı Bakan Behbud Han Civanşir hedef seçildi. Fransızlar tarafından korunan (!) Civanşir, 18 Temmuz 1921’de İstanbul’da Pera Palas Oteli önünde öldürüldü. İngiliz askeri savcı Rickatson-Hatt katil Misak Torlakyan için ölüm cezası talebinde bulununca görevinden alındı. İtilaf Devletlerinin kurduğu mahkemede yargılanan Torlakyan suçunu itiraf etmesine rağmen “zihinsel durumu” gerekçe gösterilerek beraat ettirildi ve ABD’ye gönderildi.
Tehcir sırasında Sadrazam olan ve Malta’dan tahliyesinin ardından Roma’ya giden Said Halim Paşa 5 Aralık 1921’de, evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Ermenistan’ın eski Roma elçisi Mikael Vartanyan’ın kontrolündeki tetikçi Arşavir Şiragyan yargılanmadı.
Teşkilat-ı Mahsusa ve Adli Tıp kurucularından Dr. Bahaeddin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey aynı gün; 17 Nisan 1922’de Berlin’de Aram Yerganian ve Ajan T. kod adlı Ermeni katillerin suikastı sonucu şehit oldu.
İttihat ve Terakki’nin “Üç Paşalar” olarak bilinen liderlerinden Cemal Paşa (Gazeteci Hasan Cemal’in de dedesidir), 25 Temmuz 1920’de Falih Rıfkı Atay’ın deyişiyle “Bolşevikler hesabına on binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından” öldürüldü. Tiflis’teki suikasttan sonra tutuklanan katiller Stefan Çekiçyan ve Bedros D. Bogosyan (kimi kaynaklara göre de Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan) serbest bırakıldı.
Ve Enver Paşa
Osmanlı Başkomutanı ve Harbiye Nazırı, 4 Ağustos 1922’de Turan Kağanlığı kurmak üzere çarpışırken, Tacikistan’da Belçivan yakınlarında Agop Melkovyan komutasındaki Bolşevik Ermeniler tarafından havan topu ile öldürüldü.
Ermeniler sadece Türklere değil Türklere düşman olmayanlara(!) da kin güdüyordu. Nitekim Türklerle işbirliği yaptıkları öne sürülen Hemayag Aramyan, Mıgırdıç Harotunyan, Vahe Ihsan Yesayan ve daha çok sayıda Ermeni, Ermeni kurşunlarıyla can verdi.
İNTİKAM TANRIÇASI
Bir tekinin bile katilleri cezaandırılmamış olan bu cinayetler silsilesi kişisel eylemlerden oluşmuyordu. Katledilenlerin tamamı, 1919’da Erivan’da yapılan Taşnaksutyun 9. Kurultayı’nda oluşturulan “ölüm listesi” deydi.
Ermenilerin, Türklere ve Türk Devleti’ne karşı ayaklanmayan soydaşlarına karşı başlattıkları “intikam operasyonu” için manidar bir isim seçildi:
Nemesis!
İlk etapta 41 toplam 650 kişinin öldürülmesinin planlandığı operasyona adını veren Nemesis, Yunan mitolojisinde “merhametsizliğin” timsaliydi.
M.Ö. 8. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ozan Hesiodos adaletin yolunu intikamdan geçiren ve Ermenilere ilham veren Yunan Tanrıçasını şöyle tarif etmişti:
“Ölümcül Nyx (Gece) Nemesis’i doğurdu, fani insana acı vermek için!”
KATLİAM KOOPERATİFİ
Taşnaksutyun’un suikastların yapılabilmesi için “fon” oluşturduğu ve adeta bir “katliam kooperatifi” tarafından yürütülen Nemesis Operasyonu’nun başında, Talat Paşa’nın katili Tehliryan’a “Talât’a ateş edip kafatasını parçalayacaksın. Vurduktan sonra kaçmayacak, ayağın ile cesedinin üzerine basacak ve polisin gelip seni almasını bekleyeceksin. Bu sayede, Ermeniler’in yaşadığı büyük trajediyi bütün dünya öğrenmiş olacak” talimatını veren ve asıl adı Hagop der Hagopian olan Şaan Natali vardı. Elazığ Amerikan Koleji’nde yetiştirilen Natali, Türkiye’deki “görevini” tamamladıktan sonra ABD’ye yerleşti. 99 yaşında ölen Natali’ye yönettiği katliamların hesabı sorulmadığı gibi “kahraman” ilan edildi.
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-27010194770658223432012-04-19T07:37:00.000-05:002012-09-20T06:03:35.467-05:00ERMENİ MEZALİMİ -9-“Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim” diyen Ermeni katili 1.5 günde beraat ettirdiler<br />Selcan Tasci - Yenicag Gazetesi<br /><br />“Ermenilerin taleplerini haklı gösterecek tarihi hiçbir hakları yoktur... Osmanlılara iltica etmiş olan bu halk, hüsnü kabul ve daima vatandaş muamelesi gördü... Memleketin gerek saadetinden gerek ıstıraplarından daima menfaat temin ediyorlardı... Bu lütuflara teşekkür olarak şimdi ekseriyeti teşkil eden nüfusu kovmak ve istiklallerini elde etmek üzere Osmanlı vatanının bir parçasını koparmak istiyorlar. Tarih bu çeşit nankörlüğün bir eşini kaydetmemiştir...” yazarken, bu “nankörlüğün” ilk kurbanı olarak “arkasından vurulacağını” tahmin etmiş miydi acaba!<br />1921 yılıydı; Mart’ın 15’i. Günlerden salı. Saat onbir suları. Berlin’de Hardenbergs’teki evinden çıkan Talat Paşa, arkasından sinsice yaklaşan Sogomon Tehleryan adlı Ermeni’nin kafasına sıktığı kurşunla yere yığıldı. Beyni dağılmıştı. “O kaldırım” da öylece, tam iki saat kaldı. Tek başınaydı. Yerde cansız yatan kişinin kim olduğu dakikalar sonra anlaşıldı...<br />Tehleryan kaçmaya çalıştı ancak başaramadı; Nikolaus Jessen adlı bir satıcı tarafından yakalandı.<br />TÜRK ÖLDÜRMEK BİZİM İÇİN VAZİFEDİR<br />Talat Paşa’yı katleden Ermeni katilin yargılandığı mahkeme sadece 1.5 gün sürdü. Ortada bir cinayet, tanıklar, deliller; kısacası Alman yasalarına göre “idam” la cezalandırılmasını sağlayacak ne lazımsa vardı. Lakin sonuç öyle olmadı. Berlin’de 2-3 Haziran 1921’de görülen davada Tehleryan’ın beraatına karar verildi.<br />Mahkeme, sorgusunda gayet bilinçli bir şekilde, “Almanya’ya sadece Talat Paşa’yı öldürmek için geldim” diyen katilin “saralı” olduğuna ve bilinç kaybı yaşadığına hükmetti. Oysa Tehleryan cinayeti en ince ayrıntısına kadar planladığı böyle itiraf etmişti:<br /> “Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim... Ermeni asıllı bazı vatandaşlar Talat Paşa’yı öldürmem için para verdi. Epeydir Berlin’deydim... Onu rahatça izlemek ve alışkanlıklarını ezberlemek için tam karşısındaki binada oda tutum... Şimdi, Talat Paşa’nın öldüğünü duyan vatandaşlarım rahat bir nefes alacak ve bu başarımdan ötürü benimle iftihar edeceklerdir, bunu düşününce seviniyorum. Cinayeti sadece bu duyguyu tatmak için işledim, bu cinayeti soğukkanlı bir şekilde önceden hesaplayarak, hazırlanarak işlediğimi itiraf ediyorum, sorumluluğu vicdan rahatlığıyla taşıyorum.”<br />Mahkemede yargıcın kendisine “Talat Paşa’yı öldürmek istediniz mi” diye sorması üzerine Tehleryan şu cevabı vermişti:<br />- Soruyu anlamıyorum. Öldürdüğümü söyledim ya!<br />Ermeni katil, “Bir insan öldürdüm, ama katil değilim... Türkleri iyiliğe götürecek kimseleri ortadan kaldırmak bizim için vazifedir(!)” diyordu.<br />Bu Tehleryan’ın ilk cinayeti de değildi. Daha önce İstanbul’da Türklerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle Mıgırdiçyanadlı bir Ermeni doktoru öldürmüştü. Ermeni iddialarının ateşli savunucularından Tessa Hofmann,Tehleryan’ın Taşnak Partisi komandolarından(!) olduğunu iftiharla ilan etmişti!<br /><br />CİNAYETE KAHRAMANLIK KILIFI<br />Almanya’daki mahkemede çok garip, hukuk tarihinde belki de eşi görülmeyen bir şey oldu; “katil” değil “maktul” yargılandı!<br />Bunun sebebi, Alman savcılığının yargılamanın başlamasından sadece bir hafta önce 26 Mayıs 1921’de Prusya Adalet Bakanlığı’na gönderdiği şu yazıda gizliydi:<br /> “Sanık avukatlarının, yani katilin avukatlarının öncelikle bu suikastı Türk boyunduruğuna karşı acı çeken Hristiyan bir halkın, yani Ermenilerin hürriyet uğruna kahramanca atılımı olarak yansıtacakları beklenebilir.”<br />Osmanlı ordusunda görev yapan Korgeneral Bronsart von Schellendorf hem bu durumu hem de kendilerinin tanık olarak dinlenmemesini protesto etmek amacıyla 24 Temmuz 1921’de Deutsche Algemenie Zeitung’da bir açık mektup yayınladı.<br />Mektubunda doğu illerindeki isyanlara da dikkat çeken Schellendorf, “Talat, ne yapacağı belli olmayan kindar bir katil değil, ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Talat, Ermenilerin bölgeden çıkarılmaları konusunun, ’Türkler Hristiyanlara zulmediyor’iddiasını ortaya atarak propaganda amaçlı kullanılacağını tahmin ediyordu ve sadece bu yüzden her türlü sert uygulamalardan kaçınırdı. Haklı çıktı. Propaganda başlatıldı ve yurt dışında her yerde, Hristiyanlara zulüm yapıldığı şeklindeki bu inanılmaz aptallığa inanıldı?” diyordu.<br /><br />YİNE İNGİLİZ PARMAĞI<br />Talat Paşa’nın ölümünden kısa süre sonra Alman gazetelerinde ilginç bir haber yayımlandı. Berlin’de yaşayan Hintli bir zengin, şoförü tarafından öldürülmüştü. Eşinin ifadesine göre bu kişi, İngilizlerin Talat Paşa’yı katlettiren komiteye verdiği ödülle ilgili sırlara vakıftı. 1935 yılında yaşanan bir başka ilginç olayda ise Amerikan polisi, Tehleryan’ı azmettirenlerin izini bulduklarını açıklamasına karşın konunun üstü kapatılmıştı.<br /><br />Öpmekle doyamam... Vatan toprağını yiyeceğim!<br />Berlin’de bir dostuyla sohbeti sırasında Selanik’te sürgün cezasına çarptırılan Bulgar komitacıların, vatanlarından ayrılmadan önce rıhtım üzerinde toplanıp, hep birden eğilerek toprağı öptüklerini, bunun onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesi olduğunu anlatan Talat Paşa, dostunun “Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz...” demesi üzerine şu cevabı verir:<br />“Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki... Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim...” <br /><br /><a href="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66205">http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66205</a>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-67718969591662839002012-04-18T07:37:00.002-05:002012-04-18T07:41:59.297-05:00ERMENİ MEZALİMİ -8-Cami avlusu bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülüydü<br />Selcan Tasci - Yenicag Gazetesi <br /><br />Bu vahşet karşısında işgalci Rus askerlerinin bile kanı dondu.<br />Rus belgeleri, Talat Paşa’nın hatıralarında önemli bir yere sahip. Erzurum ve Deveboynu Mevkileri Muvakkat ve Topçu İkinci Alayı Kumandanı Rus Yarbay Twerdokhleboff’un tanık olduğu Ermeni katliamlarını not ettiği 16 Nisan 1918 tarihli belge de onlardan biri.<br />“Ermenilerin Türklere tahammül edemedikleri herkesçe malumdur; buna rağmen daima bir mazlum rolü takınmış ve bilgi dereceleri ve dinleri neticesi olarak en ağır muamelelerin kurbanı olduklarına bütün dünyayı hakikaten ikna edebilmişlerdir” diyen Twerdokhleboff, Erzurum’da karşılaştığı insanlık dışı manzarayı şöyle anlatıyor:<br />Yetmiş yaşında iki Türk’ü hapishaneye götürmekte olan bir gruba rastladım. Ermeni asker hırs içinde idi ve telle örülmüş bir kamçıyı sallayarak vahşi bir tavırla biçareleri sürüyordu. Bu askerleri biçare yetmişliklere daha insanca muamele yapmaları lüzumuna ikna etmeğe çalıştım. Güruhu idare etmekte olan Ermeni üzerime geldi ve kamçısı ile beni tehdit ederek “Bizleri kana boğmuş olanları müdafaa ve onlara yardım etmeğe cesaret ediyorsunuz” diye haykırdı...<br /><br />KÖR SATIRLA KAFASI KOPARILAN ÇOCUKLAR<br />Erzincan’dan Erzurum’a çekilen Ermeni çetelerinin yolları üstündeki bütün Müslüman köylerini “en vahşi şekilde” yok ettiğini kaydeden Twerdokhleboff, Rus Başkumandanı Odişeliceve Yarbay Girasnoff’dan işittiklerini dehşetle aktarıyor:<br />İlice köyünden kaçamamış olan bütün Türklerin katledildiklerini ve başları kör satırla koparılmış olan sayısız çocuk cesedi gördüğünü bana söyledi.<br />28 Şubat’ta yani katliamdan üç hafta sonra İlice’den dönen Yarbay Girasnoff bana şunları anlatmıştır:<br />Köye giden yollarda uzuvları hurdahaş olmuş cesetlere rastlanmıştır; yoldan geçen her Ermeni bir de küfür savurarak bunlara tükürmekte imiş.<br />Caminin 10-15 Saşen (10 metre = 4.69 Saşen) büyüklüğündeki avlusu takriben bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülü idi. Bunlar arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar bulunuyordu. Kadınların vücutlarında ırza geçme alametleri gözüküyordu; kadın ve genç kızların tenasül aletlerine fişekler sokulmuştu. Yarbay Girasnoff Ermeni kıtalarında telefoncu olarak çalışan birkaç genç Ermeni kızını cami avlusuna çağırarak, vatandaşlarının yaptığı vahşeti göstermiş ve kapalı bir tekdir mahiyetinde olmak üzere bununla iftihar edebileceklerini söylemiştir. Fakat bu manzara karşısında dehşet içinde kalacakları yerde sevinçten güldüklerini görünce, Girasnoff’u nefretle karışık bir hayret kaplamıştır. Heyecana kapılarak onlara küfretmiş ve Ermenilerin kadınları da dahil en alçak ve barbar bir millet olduğunu söylemiştir...<br /><br />BİR GECEDE 3 BİN CİNAYET<br />Twerdokhleboff’un kaleme aldığı Rus belgesinde Ermeni itirafları da var:<br />Alaca mıntıka kumandanının müteahhidi olan bir Ermeni, yapılan gayri insani muameleler hakkında şunları anlatmıştır:<br />Ermeniler bir Türk kadınının kalbini çıkardıktan sonra bir duvara baş aşağı çakmışlardır.<br />Talat Paşa’nın Twerdokhleboff’’tan yaptığı alıntıda Büyük Erzurum Katliamı sonrasında yaşananlar da anlatılıyor:<br />26 Şubat’ı 27’ye bağlayan gecede Rus subaylarını aldatmış olan Ermeniler yeni bir katliama sebebiyet verdiler. Bu katliam tesadüfi değildi. O zamana kadar tevkif edilmiş Türkler toplattırılarak bir bir öldürüldüler. Ermeniler bu gece işlenen katliamların sayısının üç bini bulduğunu iftiharla anlatıyorlardı...<br /><br />Hayvanlar gibi boğup kuyulara attılar<br />İkaz ettikleri Ermenilerden, “Çok ufak bir ekalliyet teşkil eden Ermeniler tarafından yapılan cinayetlerin bütün milletin şerefine halel getirmeyeceği ve makul Ermenilerin (...) bu muamelelere mani olmak için mümkün olan her şeyi yapacakları” cevabını aldıktan hemen sonra, bakın hangi haberi almış Yarbay Twerdokhleboff:<br />Tekrar ve tekrar edilen bu teminatlardan az sonra Erzincan’daki Türklerin öldürüldüğü haberini aldık. Çeteler tarafından değil, fakat şehrin doktoru ve ordu müteahhitleri tarafından tertip olunan bu katliamın izah edeceğim teferruatını bizzat Başkumandan Odişelice’nin ağzından işittim:<br />Silahsız vesair her türlü müdafaa vasıtalarından mahrum olan sekiz yüz Türk öldürülmüştü. Ermeniler büyük kuyular kazmış ve oraya götürülen zavallı Türkleri hayvanlar gibi boğduktan sonra üst üste içeri atmışlardır. Bu idam ameliyelerini idare etmekte olan bir Ermeni bedbaht kurbanlarını sayarak “Yalnız yetmişe mi vardık, o halde daha on kişi için yer var haydi bakalım” diye bağırmıştır. Bunu müteakip boşluğu doldurmak üzere on biçare daha öldürülmüş ve üstü toprakla örtülmüştür. Müteahhidin kendisi eğlenmek maksadı ile seksen biçareyi bir eve kapamış ve evden çıkanları birer birer kafalarına vurmak sureti ile bizzat öldürmüştür...<br /><br />Hiçbir Ermeni’nin bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür?<br />Yarbay Twerdokhleboff’un, haklı bir sebep olmaksızın bir Türk’ü öldürdüğünü tespit ettiği Ermeni’yi hapsedip, Divan-ı Harb’e verilmesini emrettikten sonra şahit olduğu şu konuşma manidar:<br />Ermeni subaylardan biri kendisine asılacağını söylediği zaman katil hiddetle yerinden fırlayarak hayretler içinde, “Hiçbir Ermeni’nin bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür” diye bağırdı!<br /><br /><a href="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66161 ">http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66161</a>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-91860073727629682662012-04-17T06:43:00.000-05:002012-09-20T06:43:38.468-05:00ERMENİ MEZALİMİ -7-<b>Önce Nusret Bey’i, peşinden Türk milletini idam ettiler!..</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334508410.jpg"><br>
“Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor” diye kendisine çıkışmaya kalkışan İngiliz subaylarına “Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz” diyen Nusret Bey’in Ermeni şahitlerin ifadelerine dayanarak idamından beş gün sonra Türk Milleti’ni tarihe gömmek üzere hazırlanan Sevr imzalandı.
Tarihi ihanet-nefret ve cinayet şebekesinin hakkı teslim edilmemiş kurbanlarından birini, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i konuk ediyoruz bugün.
O, 14 Ekim 1922 günü, Kaymakam Kemal Bey ve Dr. Reşit Bey ile birlikte TBMM’de “Milli Şehit” ilan edilen üçüncü kişiydi.
“Tehcir sırasında Ermeniler’in ölmesi, mallarının gasp edilmesi, ırzlarına geçilmesi”nin sorumlusu olmakla suçlanan Nusret Bey, 5 Ağustos 1920 günü yani İstanbul Hükümeti’nin, “Türk Milleti’nin ölüm fermanı” Sevr’i imzalamasından sadece beş gün önce Beyazıt Meydanı’nda idam edilmişti.
Bu sona uğratılacağına uzun müddet ihtimal vermemişti. Hem Bayburt’ta kaymakam olduğu sırada hem de bizzat dönemin Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal tarafından atandığı Urfa’daki mutasarrıflığı sırasında varlığını milletine adamıştı. Bayburt’ta katliamcı Ermenilerin Erzincan’a sevkini sağlamış, Urfa’da da Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra işgale karşı Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı’nın kurucuları arasında yer almıştı.
SAVUNMASI ENGELLENDİ
6 Kasım 1919 günü Erenköy’deki evine gelen sivil polisler tutuklama gerekçesinin “Ermeni tehcirindeki hareketleri” olduğunu söylediğinde en küçük tedirginlik hissetmemişti. Daha önce aynı iddiayla yargılanmış ve suçsuz bulunmuştu. Beraat ettiği suçtan yargılayıp bir de cezalandıracaklar mıydı!
Nusret Bey’in aklının ucundan geçmeyen başına geldi. Tutuklandı, Damat Ferit’in, başına Nemrut Mustafa’yı atadığı I. Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi’nde yargılanmasına başlandı. Bu sırada mahkemenin “Teşkilat ve Vazifeleri” hakkındaki genelge açıklandı;
“Ermeni tehciri” davaları öncelikli görüşülecek, yargılamalar gizli yapılacak ve sanıklar avukat bulunduramayacaktı!
GAZETE İLANIYLA ŞAHİT
Nusret Bey hakkındaki suçlamalar öyle asılsızdı ki, mahkeme “gazete ilanıyla şahit aramak” durumunda kalmıştı.
29 Nisan 1920 tarihli Serbesti gazetesinde şöyle bir ilan yayınlandı:
“Divan-ı Harb-i Örfi Riyasetinden,
Bayburt ve Ergani Madeni taktil ve tehciri meselesine dair malumat ve meşhudatı olanların Divanı Harbe gelmeleri ilan olunur.”
30 Nisan 1920’de Peyam-ı Sabah’ta çıkan ilan metni ise şöyleydi:
“Divan-ı Harb-i Örfi Riyasetinden,
Bayburt ve Ergani Madeninden tehcir olunup ahiren avdet eden müslim ve gayrimüslimlerden Dersaade’de bulunanların önümüzdeki cumartesi günü zevali saat 10’da Divan-ı Harb-i Örfi’de hazır bulunmaları beyan olunur.”
Hazır bulundular...
İçlerinden üç kadının; Agoni Markayan, Varsenik Arisyan Arakel ve Erfahi Arakel’in, hakimin “Nusret Bey burada mı? Kendisini tanıyor musunuz?” sorusuna, önce Nusret Bey’in suratına baka baka “Tanıyoruz. Ama burada değil” cevabını vermiş, dışarıya çıkarılıp sözleri yeniden ezberletildikten sonra ise salonda bulunan Nusret Bey’i işaret etmiş olmaları bu yargılamanın da Kemal Bey’inkinden farklı olmayacağının kanıtıydı.
İddialara konu olan olaylar sırasında 7, mahkeme esnasında da 12 yaşında olan Hampartsun adlı çocuğun Nusret Bey’den bahsederken, sadece ailesi ve nüfus memurlarının bildiği ön adını da kullanıyor (Mehmet )olması, “fişleme” nin tam tekmil yapıldığının işaretiydi.
ENGİZİSYONDAN BETER
Nusret Bey dava sonunda beraat edeceğinden emindi. Hatta Mülazım Reşat Bey ve Süreyya Sami Bey’in “kaçıp Anadolu harekatına katılma” yönündeki tekliflerini hep reddetmişti:
- Muhakemem bitmek üzere. Beraat edeceğim muhakkak. Bu vaziyette niçin kaçayım? Beraat edince toplanan maaşlarımı alır, borçlarımı öder, Anadolu’ya geçerim!
Nemrut Mustafa ve patrikhanenin yalancı şahitleri böyle inançlı birini bile isyan ettirdi:
- Hayatımda ne böyle bir muhakeme gördüm, ne de böyle bir mahkeme heyeti... Tarihte okuduğumuz engizisyon mahkemeleri bile bu derece tarafgirane ve zalimane davranmamışlardır!
Bir duruşma dönüşünde, Nusret Bey’in Bekirağa Bölüğü’ndeki arkadaşlarına anlattığı “mahkeme tiyatrosu” şöyleydi:
- İçeri bir Ermeni getirdiler. Başladı anlatmaya. Mübarek, bülbül gibi ötüyordu... Filan senenin, filan ayının, filan gününde, filan kasabanın şu kadar kilometre doğusunda tehcir kafilesiyle beraber bir vadinin içinden geçiyormuş. Karşılarına ben çıkmışım. Altımda beyaz bir at varmış. Tepeden tırnağa kadar silahlı imişim. Kafileyi durdurtmuş ve jandarmalara “vur” emri vermişim. Müthiş bir yaylım ateş, bir daha... Feryatlar, iniltiler, can çekişme hırıltıları ve sonra derin bir sessizlik.
Peki hepsi öldüğü halde bu şahit efendi şimdi burada nasıl bulunuyor?
NEMRUT MUSTAFA’NIN
HÜKÜM USULSÜZLÜĞÜ
Mahkeme üyelerinden Ferhat Bey’e göre Nusret Bey görevi ihmalden yargılanmalı ve en çok üç yıl ceza almalıydı. Nemrut Mustafa “idam” da ısrarlı olunca tartışma çıktı. Nusret Bey hakkında verilen ilk karar “15 ay kürek cezası” ydı. Ancak Ermenilerin talepleri üzerine Nusret Bey’i idam etmeyi kafasına koyan Nemrut Mustafa hükmün imzalanmış olmasını umursamadı ve Ferhat Bey olmaksızın topladığı azalara istediği kararı aldırdı. İnfaz Ferhat Bey’in imzasıyla mümkündü. Bu “engeli” aşmak için idama karşı çıkan Ferhat Bey III.Divan-ı Harbi Örfi azalığına atandı, yerine Mirliva Niyazi Bey getirildi.
Karar 4 Ağustos 1920’de padişah tarafından onaylandı ve 5 Ağustos 1920’de Nusret Bey Beyazıt Meydanı’nda idam edildi.
Vatanım yaşasın, elbet
bir gün hesabı sorulur
Nusret Bey, idam locasına gitmek üzere Bekirağa Bölüğü’ndeki koğuş arkadaşlarından ayrılırken onlara “intikamının alınmasını” vasiyet etti:
“Düşmanlarımıza hoş görünmek için masum bir Türk kellesi daha uçurmak istediler. İktidar ellerinde yaparlar. Fakat bunların hesabını sizler sorup arayacaksınız. Anadolu’daki kahramanlar benim intikamımı behemehal almalıdırlar.”
ÇOCUKLARIMI SOKAKTA BIRAKMA
Son mektubunda ailesini kardeşi Cevdet’e emanet ederken, kanına girenin Nemrut Mustafa olduğunu not düşüyordu:
“Küçük çocuklarımı, zevcemi yalnız ve pek fakir bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bile kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklarda bırakma. Validesi çocuklarımın terbiyesine baksın. Babaları mücrim değil, şehittir. İşte son nefesimde hiçbir şeyden korkmayarak vicdanımdan kopup gelen şu ifadelerimi sana iblağ ediyorum. Vatanım yaşasın, elbet bir gün gelir hesabı sorulur. Masumların ahı büyüktür. Bir masumun kanıyla oynayan şu Mustafa Paşa’nın hainane hareketleri bu dünyada kendisine kar kalacak mı?.. Elveda kardeşim, hakkınızı helal edin.”Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-3591340973818165252012-04-17T06:40:00.000-05:002012-09-20T06:41:08.709-05:00ERMENİ MEZALİMİ -6-<b>“Ermeni tazıları”nın eğlencesi olacağıma ölmeyi tercih ederim</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334429304.jpg"><br>
Tehcir kararını uyguladığı için “kara liste”ye alınan Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey’i intihara sürüklediler.
Yıl 1919... Ocak ayının son günleriydi. Bekirağa Bölüğü’nden başlayan kovalamaca Beşiktaş’ta bir sokak arasından yükselen tek el silah sesiyle bitti. Beynine sıktığı mermiyle hayata gözlerini yuman genç adamın cebinden çıkan not şöyleydi:
AİLESİNE BÖYLE VEDA ETTİ
“Pek sevgili refikam ve çocuklarım. Firarımdan dolayı Muhafız Paşa ile Polis Müdürü bütün şiddet ve kuvvetleriyle beni arıyorlar, Ermeni tazıları da bunlara iltihak etmişlermiş. Gayretsiz ve hissiz bazı dostlarımın ihmali programımı sekteye uğrattı. Utanmadan teslim olmaklığımı tavsiye ediyorlar. Neticeyi karanlık görüyorum. Yakalanıp hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için son dakikada intihar etmek fikrindeyim. Rövelverim bir dakika yanımdan ayrılmıyor ve hazırdır. Hayatımın bence hiçbir kıymeti kalmadı. Bir müsait vakitte milletime son vazifemi yapar ve hayatımın bakiyesini tamamıyla size hasr ve tahsis ederim ümidiyle yaşamak isterdim. Ne çare her istenilen olmadı. Sizi milletim için ihmal ettim. Herkes beni Ermeni malı ile zenginleşmiş biliyor. Halbuki sizi temin-i maişetten aciz bırakıyorum. Bu da talihin bir cilvesi...”
MÜSLÜMAN AHALİYİ KATLEDECEKLERDİ
Son günlerini peşindeki “Ermeni tazıları” ndan kaçmakla geçiren ve ne yazık ki mütareke İstanbul’unda sığınabileceği bir “dost evi” bulmakta zorlanan kişi Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey’di. Şehirde bulunduğu süre içinde “Tekalifi Harbiye ambarları, askeri nakliyat ve bütün önemli işlerin Ermeni Komitecilerin ellerine bırakıldığını, Ermeni ruhani reis ve papazların ” kurtuluş günü erişti, hazırlanınız, gerekirse çift hayvanlarınızı satıp silahlanınız, muvaffak olduktan sonra Müslümanların serveti, mülkleri bize kalacaktır “ türünden konuşmalarla cemaatlerini zehirlediğini, Ermeni istiklal şarkıları ve ” Şimdiye kadar siz hakim millet idiniz, bundan sonra biz hakim, siz mahkumsunuz “ hitaplarıyla halkın tahrik edildiğini” görmüş, yaptığı aramalarda “bütün Müslüman ahali katledilecektir” yazılı harekat planları bulmuştu.
Kafasını ellerinin arasına aldı ve “Hey Doktor Reşit” dedi kendi kendine;
“Ortada iki ihtimal var; ya Ermeniler Türkleri temizleyecek, bu memlekete sahip çıkacak veya Türkler tarafından temizlenecekler...”
Seçimini yaptı. Ve bir an dahi tereddüt etmeksizin “tehcir” kararını uyguladı.
Mensubu olduğu milletin ve memuru olduğu devletin menfaatini korumaktaki kararlılığı onun da Kemal Bey gibi “kara liste” ye alınmasına sebep oldu.
İTİLAF DEVLETLERİNE MEYDAN OKUMA
Ocak 1919’da İstanbul’da yakalanarak Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilen Reşit Bey’in cezaevinden kaçışı en çok idamını planlayan İngilizleri öfkelendirdi. Amiral Calthorpe’un ikinci müsteşarı Mr. Ryan aracılığıyla Tevfik Paşa’ya yolladığı mesaj netti:
“Olayı pek vahim görmekteyim. Bu, yalnız Türk hükûmetine karşı değil, aynı zamanda İtilâf devletlerine karşı bir meydan okumadır... Ermeni kırımı İngiltere’de duyulduğu zaman İngiliz devlet adamları ilgili kişilerin sorumlu tutulacaklarını uygar dünyaya vaadetmişlerdi. İngiliz hükûmeti sözünü yerine getirmeye kararlıdır. Reşit Bey’in kaçışını, küçük memurların gevşekliğine bağlamak yararsızdır. Bu bir Türk oyunudur. Hükûmet üyelerinin kendileri de sorumluluktan kurtulamazlar... ”
Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bize arkadan vurdular, biz de vurduk.
Ziya Gökalp
(17 Mayıs 1919’da “Ermeni Kırımı”ndan yargılandığı mahkemede söylediği söz...)
Canlı bir tek Türk bırakmayacaklardı
Dr. Reşit Bey, İttihat Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri Mithat Bleda’ya “suçu” nun ne olduğunu ve neden böyle bir “suç” işlediğini şöyle anlatır:
“Hekim olmam bana milliyetimi unutturamazdı. Reşit, elbette bir doktordu ve doktorluğun gerektirdiği çerçeve içinde davranışlarını ayarlamak zorundaydı. Ne var ki Doktor Reşit, her şeyden önce dünyaya bir Türk olarak gelmişti. Milliyetim her şeyden önce gelir, Diyarbakır’da bulunduğum süre içinde o bölgedeki Ermenilerin dışarıdan ve içeriden nasıl yardım gördüklerini ve kendilerine nasıl vaatlerde bulunarak zehirlendiklerini, aldıkları yardımlar ile nasıl ferah içinde yaşadıklarını, bütün bunların sonucu memlekete karşı korkunç duygularla beslenip, vatanımızın hayatına kast ettiklerini benim gibi yakından görüp tetkik etme imkanını ve fırsatını bulmuş olsaydınız bugün burada bana böyle tavizlerde bulunmazdınız.
ORDUYU YOK EDECEK CEPHANELERİ VARDI
Doğudaki Ermeniler aleyhimize öylesine kışkırtılıyorlar ki şayet onlar yerlerine bırakılmış olsalardı çevremizde canlı olarak tek Türk bulmak ve bir tek Müslüman’ın yaşadığını görmek imkansız olacaktı. Diyarbakır’da bulunduğum zaman süresinde bunların sicillerini inceledim, yaşantılarını takip ettim, düşüncelerini öğrendim, evlerinde yaptırdığım araştırmalar, gayeleri hakkında bana kesin kararlar verme imkanını bahşetti. Bazı evlerde ele geçirdiğim silah ve cephane koca bir orduyu yok edecek sayı ve vasıflarda idi. Korkunç ve müthiş bir teşkilatları var ve yalnız bulundukları bölgede değil, memleketin dört bir yanına uzanan kolları ile bu teşkilat serbest bırakıldığı takdirde çok geçmeden Anadolu da Türk’ü mumla aramamız gerekecekti.
Yani anlayacağınız, bizleri meşru müdafaa için harekete sevk eden onlardır.”
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-57969824346742433932012-04-16T06:37:00.000-05:002012-09-20T06:49:36.681-05:00ERMENİ MEZALİMİ -5-<b>Türkiye’deki İngiliz Gestaposu gibiydiler</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334337342.jpg"><br>
İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold Malta’ya sürgüne gönderilecek kişilerle ilgili olarak bilgi toplanmasında başlıca kanalın Ermeni Patrikhanesi olduğunu söylemişti.
Devrin emperyalistlerinin Osmanlı işgaline “meşruiyet” kazandıracak biçimde düzenlenen Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. İngilizler İstanbul’a ayak basar basmaz ilk iş “mütarekenin uygulanması” için uygun ortamı hazırlamaya girişti. Nitekim Malta sürgünlerine yüklenen suçlardan biri de bu, yani “Mütarekenin uygulanmasına karşı çıkmak” idi. Vatanı savunmaya kalkışmak suç kapsamına girmişti. Kilikya boşaltılır ve orada bir Ermeni tampon bölgesi oluşturulurken, Anadolu pay edilirken, “dur” demesi muhtemel kişiler etkisizleştirilecekti. Türklerin “yenildiklerini” anlayıp, seslerini kesmeleri için “ibret” lik hadiseler gerekliydi.Kaymakam Kemal Bey’in idamı bunlardan biriydi. Ancak işler hiç de hesaplandığı gibi gitmedi.
Bir Tıbbiye öğrencisinin, Kaymakam Kemal Bey’in mezarı başındaki “Felâketimizi hazırlayan İngiliz’i yok etmek zorundayız” sözleri Londra’da paniğe neden oldu.
ALLAH’TAN SONRA İNGİLTERE!
Padişah Vahdettin, 10 Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliğine ilettiği mesaja bakılırsa “Her zaman İngiliz taraftarı olmuştu ve Yüksek Komiserliğin bir işaretine göre harekete hazırdı...”
Amiral Webb’in Londra’ya aktardığına göre 9 Mart 1919 günü Damat Ferit de “Kendisinin ve efendisi padişahın Allah’tan sonra İngiltere’ye umut bağladıkları yolundaki güvencesini birçok kez tekrarlamıştı. Ermeni kırımından sorumlu olan kişilerin yakalanacaklarına ve cezalandırılacaklarına söz vermişti...” ( 11 Mart 1919 günü Webb’in Londra’ya bildirdiği üzere “av” başladı.)
Ermeni Patrikhanesi’nin ihbarcıları sayesinde vatan uğruna direneceği belli olan kimseleri Bekirağa Bölüğü’ne tıkmak, idamlarını sağlamak zor değildi. Ama ya sonra?
Kemal Bey’in cenazesinde Beyazıt Meydanı’nı dolduran on binler; korkacak gibi değildi. Bir İngiliz Dışişleri görevlisinin “...bu idamı, İttihat ve Terakki Komitesi kendisine bir sermaye yaptı, idamlar devam ederse yine sermaye yapacak... Tutuklu suçluları Türkiye dışına sürmek bizim lehimize olabilir... Sadrazam cezalandırmaktan pek fazla korkmuşsa suçluları bize teslim etmekten memnun olabilir” sözleri sürgünlerin işaret fişeğiydi...
FİŞLEME TEKNİKLERİ
Nihayetinde “Mondros Mütarekesi hükümlerine karşı gelmek”, “İngiliz savaş esirlerine kötü muamele”, “Ermenilere karşı katliam suçları”nı işledikleri bahanesiyle aralarında sadrazamlık, şeyhülislamlık, genelkurmay başkanlığı, ordu komutanlığı, nazırlık, mebusluk yapmış olanların da bulunduğu 150’ye yakın toplum önderi Malta’ya sürgün edildi
Ermeni Patrikhanesi’nin sürgünlerdeki rolünü bizzat İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold itiraf etti:
“Bilgi toplanmasında başlıca kanal Ermeni Patrikhanesiydi.”
Patrikhane’nin “100 Suçlu Türk” raporu dönemin ünlü fişlemelerindendi.
Amiral Calthorpe, Bilal Şimşir’in Malta Sürgünleri’nde “Türkiye içinde bir çeşit İngiliz Gestaposu gibidir” dediği İngiliz Yüksek Komiserliği Ermeni-Rum Şubesi’nin çalışma tekniklerini şöyle özetlemişti:
“Ermeni Rum Şubesi iki çeşit fiş tutar: Kişi fişleri, olay fişleri. Kişi fişlerinde 600-700 “suçlu” Türk’ün adları bulunmaktadır. Kişilerle ilgili ihbarlar, bilgiler bu fişlere işlenir. Olay fişlerinde, suç olayının yeri, buna karışanların adları bulunur. Bütün bilgiler İstanbul’da Ermeni Haberleri Bürosundan ya da İstanbul dışındaki Ermenilerden toplanır. Şubenin kendisi, seyrek durumlarda mahkeme önünde tanıklık edebilir. Ama mahkemelere kimlerin tanıklık edebileceklerini gösterir. Şube, “suçlu” kişilerle ilgili fişlerinin sayısını çok arttırabilir.”
Bu doğrultuda hazırlanan iddianameler akıllara zarardı.
Sait Halim Paşa “...altı vilayette Ermeni tehlikesine dikkati çekmek ve broşür yayımlamak”la suçlanıyordu! Kanıt kendisini ziyaret eden Ermeni Patriğine söylediği şu sözlerdi:
“Siz Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğundan sizi ayırmaları için İtilaf devletlerine yanaştınız. Olaylar bunun sonucudur.” Mithat Şükrü (Bleda) “Talat, Enver Paşalarla, Bahattin Şakir ve Dr. Nazım Beylerin arkadaşı olarak, onlarla birlikte İttihat ve Terakki’nin bütün kötülüklerinin sorumluluğunu paylaştığı... Kibar ve ölçülü görünüşü altında İttihatçıların Panturanist idealinin teşvikçisi olduğu... Balkan savaşından sonra bütün nefretini Ermenilere çevirdiği” için suçluydu! Nitekim 28 Nisan 1919 günü Osmanlı Sıkıyönetim mahkemesinin açılış celsesinde “Ermenilere karşı işlenmiş cinayetlerin sorumluları” arasında yer aldı.
SUÇLARINI BİLMİYORLAR
İddianameler gibi dönemin yazışmaları da bugünle örtüşüyordu. Malta Valisi Mareşal Plumer Londra Konferansı’ndan hemen önce Londra’ya gönderdiği mektupta bakın ne diyordu:
“Halen burada 115 tutsak var. Bunların çoğu yüksek sosyal sınıflardan olan kimselerdir. Kimileri iki yıla yakındır, kimileri de bir yıl ile birkaç aydan beri tutukludur. Bu tutsaklar suçlarını bilmiyorlar!..
Türkiye’de karşı partilerce, Rumlar ve Ermenilerce, siyasal ve kişisel nedenlerle sık sık bu gibi suçlamalar (iftiralar) görüldüğünü belirtiyorlar. Kendilerinin bugünkü durumlarına, Türkiye’deki İngiliz makamlarının hizmetinde bulunan Ermenilerle Rumların sebep olduklarını
ekliyorlar...
Türkler aleyhinde delil yok
“Ermeni kırımından dolayı yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan Konsolosları raporlarını incelemesine müsaade edildi. Üzülerek arz edeyimk ki belgelerin içinde, Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur.”
Sir A.Geddes - İngiltere’nin Washington Büyükelçisi
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-11655035820631873472012-04-15T06:33:00.000-05:002012-09-20T06:34:23.770-05:00ERMENİ MEZALİMİ -4-<b>Milli duruştan tedirgin olan İngilizler kararlarını verdi.</b><br>
<img src="http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1334258658.jpg"><br>
İlk şehidi Kemal Bey olan haklı davayı sonlandırma vakti.
Kemal Bey “Beni ecnebilere yaranmak için asıyorlar” derken haksız değildi.
İkdam gazetesi ipucunu vermişti:
“Kemal Beyi idam etmek için mahkeme heyetinin en az Ermeni Patrikhanesi kadar gayret sarf ettiğini söyleyebiliriz.”
AJANLARIN FİŞLEMELERİ
Cenaze törenini yakından izleyen İngiliz İstihbarat subayı E. La Fontain o gün olan biteni bütün ayrıntısıyla iki rapor halinde Londra’ya bildirmişti. Cenazenin, “Üyelerinden birini kaybetmiş olan İttihat ve Terakki Komitesince hükümete karşı düşmanca bir kasıtla düzenlenen gösteri” olarak tasvir edildiği ilk raporu tamamlayıcı nitelikteki ikinci belgede Fontain tam manasıyla fişlemeye gitmişti:
“Cenaze törenini Şeyhi Münip Efendi yönetti. Münip Efendi, törene katılmaları için mollalara emir vermiştir. Törende, Tıbbiye öğrencilerinden başka, çok sayıda subay ve er de bulundu. Elinde bir buket çiçek tutan tıbbiye öğrencilerinden biri, mezarın başında bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan aşağıdaki parça aynen çevrilmiştir:
‘Dinle ey millet!
Dinleyin ey Müslümanlar!
Burada toprağa verdiğimiz insan, Kahraman Kemal Bey’dir.
İngiliz’i Odesa’dan attılar; haydin biz de İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz? İngiliz’i atmak borcumuzdur. Felâketimizi hazırlayan İngilizi yok etmek zorundayız. Allah’ın yardımıyla yakında İngilizin kafasını ezeceğiz.’
Bu öğrenciden sonra, bir başkası da aynı sertlikte bir konuşma yapmıştır. Her iki konuşmanın tonu, açıkça ayaklanmaya kışkırtmak için hesaplanmıştır...”
Bir başka İngiliz ajanı H.A.D Hoyland Kemal Bey’in ‘Masum İslâm Şehidi’olarak adlandırıldığını raporuna özellikle kaydetmişti.
“Cenaze törenine katılanların, Müslüman halkın büyük çoğunluğunun duygularına tercüman oldukları kuşkusuzdur” diyen Amiral Calthorpe endişeliydi.
BİR MİLLET
SANIK SANDALYESİNDE
Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nejdet Bilgi’nin anlattıkları gösteriyor ki Calthorpe’un endişeleri yersiz değildi:
“Yıllarca ülke nüfusunu adeta öğüten ve ülkeyi harabeye çeviren savaşı sona erdirdiği için Mondros Mütarekesi olumlu karşılanmıştı. Kısa sürede ülkenin dört bir yandan işgal edilmesi ve adeta esir alınmış ülke ikliminin yaratılması, halkta bir yılgınlık ve tükenmişlik duygusu yaratmıştı. Kaybedilecek bir şey kalmamıştı. Kemal Bey’in her gün gazetelere sayfa sayfa yansıyan ve yaklaşık iki ay süren yargılanma süreci, Türk halkında Kemal Bey’le özdeşleşme duygusu yarattı. Mahkemenin sonlarına doğru, sanık sandalyesinde bütün Türkler oturuyormuş gibi bir mazlum millet psikolojisinin oluştuğu söylenebilir. Tam da durum böyle iken, idam kararı verilmesi ve kararın infaz edilmesi, üstelik bu uygulamanın İtilaf devletleri askerleri ve Ermeniler tarafından sevinçle karşılanması, büyük bir tepki patlamasına yol açtı. Hükümet bunu izale etmek, tepkileri söndürmek için elinden geleni yaptı. Ama bu tepki, İngilizleri yeterince tedirgin etti ve çeşitli önlemler almaya yöneltti. Daha da önemlisi, işgal altında ortaya çıkan bu tepki, kısa süre sonra İzmir’in işgaline gösterilen devasa tepkilerin kaynağı oldu. Ve çarpan etkisi yaparak Türk toplumunu harekete geçirdi.”
Velhasıl İngilizler için “İlk şehidi Kemal Bey olan haklı davayı sonlandırmak” vaktiydi.
Kemal Beğe yükletilen suç, bugün hâlâ iftira ve yalan mirasını ödemekte olduğumuz Ermeni sürgünleri ve öldürülmeleridir... Ferit Paşa hükûmetinin ve bu kabinenin tuttuğu felâket yolunu tasdik eden Padişahın tarih önündeki mes’uliyetini aradan geçen zaman unutturmayacaktır...
Ali Fethi Okyar
Bütün Türkler idam edilmeli!
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in cenaze törenine katılanlar son dönem Türkiye’sinde çok sık tanık olduğumuz bir yöntemle hedef gösterildi.
Mihran Nakkaşyan’ın Sabah Gazetesi törene katılanları “münasebetsizlik yapmakla” suçlarken, Refii Cevat, “sırmalı haydutlar” olarak nitelendirdi ve daha da ileri giderek cenazeye katılan askerlerin “Kemal Bey’le aynı akıbete uğratılmalarını” istedi:
“Devletin resmi üniformasını taşıyan bir sürü haydut, devlet tarafından asılmış bir haydutun cenazesine karışarak kargaşa yaratmışlardır. Bunların da yakalanarak, cenazesine katıldıkları haydutun akıbetine uğratılması gerekmektedir.”
Refi Cevat’a göre Kemal Bey’in cenazesini mezarına taşımak için “4 hammal” yeterdi. Aşağıdaki satırlarını okuduktan sonra Cevat pekala “kindar neslin” dedeleri arasında sayılabilir değil mi?
“... O bir kol idi. Şeriatın kuvvetli satırı insanlık için zararlı bir unsur olan bu kolu kopardı. Sıra onu düşünen dimağlardadır. Bu kafalar taşın altında ezilmeli!..”
***
Amiral Calthorpe, “bir doktor, bir tıbbiye öğrencisi, bir dışişleri memuru, bir tekke şeyhi ve diğer bazı kimseler” in tutuklandığı cenaze töreni için “Türklerin böyle bir caniden yana gösteriler yapmalarında şaşılacak bir şey yoktur” derken Yardımcısı Webb’in dahiyane çözümü şöyleydi:
“... Ermeni zulmünden suçlu kimseleri cezalandırmak için bütün Türklerin idam edilmeleri gerekir!”
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-47478721135097404552012-03-17T06:46:00.000-05:002012-09-20T06:34:54.061-05:00Türk Ermenilerinden Sevan Ince Diyor ki...ÜNLÜ MÜCEVHER TASARIMCISI, MÜSTESNA İNSAN ve SANATCI SEVAN<br />İNCE NİN AĞZINDAN<br /><br /> Biz 4 Ermeni arkadaş, geçen akşam dernekten çıkmış,<br />Galatasaray' da nargile keyfi yapıyorduk. Laf döndü dolaştı malum<br />konuya geldi. Baktım, herkes aynı husustan dertli: Ermeni asıllı bir<br />Türk ve sade bir T.C. vatandaşı olarak dünyaya ses nasıl duyurulur?<br /><br /><br /><br /> Ünlü bir sanatçı, politikacı veya bir dernek başkanı<br />değilsin ki mikrofon uzatıp röportaj yapsınlar. Gazeteci değilsin ki<br />fikirlerini köşenden dünyaya duyurabilesin. İyi de, biz bu işten<br />sıkıldık. Bizim yerimize, bilir bilmez herkes konuşuyor. Bir tarafta<br />Ermenilere soykırım yapılmıştır diyenler; diğer yanda soykırım yoktur<br />diyenler. Şimdiki moda ise tarihçilere bırakalım diyenler..<br /><br /> Soykırım yapılmıştır diyenlere bakıyorum, hepsi ya<br />kindar Ermeni diasporası mensubu, veya bunlardan çıkarı olan siyaset<br />erbabı. Yoktur diyenlere bakıyorum, bu konuda derin bir bilgileri yok<br />ama adettir diye reddediyorlar. Tarihçiler deseniz, neyi ortaya<br />çıkartacaklar, Allah Aşkına? Soykırımın belgesi mi olur? Es kaza<br />ortaya bir belge çıksa, muhakkak karşı bir de belge çıkar, tartışma<br />sonsuza kadar sürer gider.<br /><br /><br /> Gerçeği, benden ve benim gibilerden başkası bilemez.<br />Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk<br />Ermenileri'yiz. Türk Ermenileri'nin Harici Ermeniler'den çok ciddi bir<br />farkı vardır. Bizler, tehcir sırasında, ya Türkiye'de kalmışların veya<br />tehcir bitiminde Türkiye'ye geri dönmüşlerin torunlarıyızdır. Bizler<br />tek tip hikaye dinlememişizdir. Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikayesi<br />bilir. Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahcup yüzlerine<br />tanık olmamıştır. Onlar, bu ölümler için bütün Türk'leri suçlarlar.<br />Olayları sadece soykırım olarak nitelerler. Türk Ermenisi'nde ise<br />daha bol ve daha değişik hikayeler vardır:<br /><br /><br /> Mesela, dedem, Erzincan'daki çiftliklerinden abisinin<br />alınıp götürülüşünü ve onu kurtarmak için başçavuşa bir eşşek yükü<br />altın fidye verdiğini anlatırdı. Ne abi dönmüş ne de altınlar.<br />Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci<br />yapıldıklarını anlatırdı. Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar<br />getirmiş.<br /><br /><br /> Büyükbabam, Kayseri'de tüm sülalesini kurtarmak için<br />çırpınan Osmanlı Yüzbaşı'sı Sinan'ı ağlayarak anlatırdı. Sayesinde o<br />sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş. Bizler, katliam hikayeleri<br />dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne<br />yatan Türk'lerin; veya, yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar<br />kucak açan Türk komşuların hikayeleri ile de büyüdük.<br /><br /><br /> Onun için "bize sorulsun" diyorum. Kimse bizden daha<br />objektif olamaz. Bu hadisenin bir uzun anlatımı vardır bir de kısa<br />anlatımı. Kısası şudur:<br /><br /><br /> Tebaanın bir kısmı emperyalist güçlerin gazına gelip<br />ayrılıkçılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti bölgede tehcir<br />kararı almıştır. Günün şartlarına göre tehcir (göç) zor koşullar<br />altında gerçekleşmiştir. Sürgünler, çoluk çocuk muhtelif şekillerde<br />kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma hastalık ve açlık<br />sebebiyledir. Kıyım ise Osmanlı askeri tarafından organize bir şekilde<br />yapılmamıştır. Hastalık dışındaki bu ölümler, münferit olaylardır ve<br />sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi<br />amaçlayan bölgenin eşkıyaları tarafından yapılmıştır.<br /><br /> Başka cephelerde de savaşmakta olan Osmanlı askerinin<br />sürgün esnasındaki cinayet olaylarını önleyecek sayıda ve güçte olup<br />olmadığı da bir tartışma konusudur. Hal bu iken, o bölgede bu<br />olayların cereyan ettiği esnada, ülkenin batı bölgelerinde yaşayan<br />Ermenilerin aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna<br />bir soykırım denemez. Pek çok başka kelime söylenebilir; soykırım<br />hariç. Kaldı ki, söz konusu 1.5 milyon Ermeni sayısı, ölü sayısını<br />değil kayıp sayısını ifade eder.<br /><br /><br /> Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki: Anadolu, bu olaylar<br />esnasında veya sonrasında, Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu<br />kişiler, daha sonra serbest olmasına rağmen kendi dinlerine<br />dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine<br />yazılmışlardır.<br /><br /><br /> Sözün kısası budur.<br /><br /><br /> Konuşmak gerekirse biz konuşur olayların uzun hikayesini<br />anlatırız. Bu konuda bizlerden daha iyi tarihçi de olmaz. Fransızlara<br />gelince. Onlara da küflü peynir yemek düşer.<br /> Kalın sağlıcakla<br /><br /><br /> Sevan İnceUnknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-5974165618636464082010-03-25T22:28:00.003-05:002012-09-20T06:31:00.139-05:00Ermeni Soykirimi Yalani Ingiliz Gizli Orgutunce Nasil Hazirlandi<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWdAlHuaKN-81KgtNeYy_mV-7h7koWG18bm9Y62PJvvjc39xVmpq8bKl0CUJXNCiwzl_fTpIkZZPX0-27l0KADq63-ATN1ldhD8mP3cU-ZhHZ_oXwv9yDZyEzE6xkYK0GUVtVLhw/s1600/ermeni-soykirimi-yalani-ingiliz-gizli-orgutunce-nasil-hazirlandi--1903101200_l.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 250px; height: 175px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWdAlHuaKN-81KgtNeYy_mV-7h7koWG18bm9Y62PJvvjc39xVmpq8bKl0CUJXNCiwzl_fTpIkZZPX0-27l0KADq63-ATN1ldhD8mP3cU-ZhHZ_oXwv9yDZyEzE6xkYK0GUVtVLhw/s320/ermeni-soykirimi-yalani-ingiliz-gizli-orgutunce-nasil-hazirlandi--1903101200_l.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5452780738607896946" /></a><br />ERMENİ SOYKIRIMI YALANI İNGİLİZ GİZLİ ÖRGÜTÜNCE NASIL HAZIRLANDI?<br /><br /><br /><br />İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Başkanı Kağan Güner’in kaleme aldığı uzun ama önemli bir yazıyı yayınlıyoruz…<br /><br />Tarih: 26 Ocak 2010, İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Londra Üniversitesi’nde içlerinde diplomatlar, büyükelçiler, Ankara Devlet Operası’nı kuran Carl Ebert’in oğlunun da içinde olduğu aydınların yer aldığı 350 kişiyi aşkın seçkin katılımcı ile İngilizce olarak düzenlenen ‘’21st Century Leader: Mustafa Kemal Atatürk’ konferansı. Konuşmacılar; Fuad Kavur ve Andrew Mango. Konferansta İADD standını ziyaret eden; İrlanda Komünist Organizasyon’un ATHOL yayınevi editörü ve yetkilileri, bizlere 2009 yılında yayınladıkları bir kitabı sunuyorlar. Kapağında Atatürk’ün kalpaklı bir fotoğrafı var. 21X14 cm ebatında küçük puntolarla 540 sayfa basılmış kitap, Türkiye üzerinde oynanan oyunların ve en önemlisi de Ermeni Soykırımı yalanlarının tarihsel belgelerini ‘ilk defa’ yayınlıyor.<br /><br />Forgotten Aspects Of<br />Ireland’s Great War on Turkey<br />1919–1924<br />(Unutulan Yönleriyle İrlanda’nın Türkiye’ye Karşı Büyük Savaşı: 1914–1924)<br />Yazan: Dr. Pat Walsh<br />Yayınevi: ATHOL BOOKS, 540 sayfa, Belfast 2009<br />Yazar Dr. Pat Walsh, İrlanda ulusal mücadelesinin sosyalist aydınlarından birisi. Çalışmalarını İrlanda ulusal tarihi üzerine odaklamış ve İrlanda ulusal kimliğinin şekillenişi üzerine zengin araştırmaları mevcut. Bunlardan en önemli iki tanesi şu kitaplar:<br />(İrlanda Cumhuriyetçiliği ve Sosyalizm, Cumhuriyetçi Hareket’in Politikaları 1905-1994) -Irish Republicanism and Socialism, The Politics Of The Republican Movement 1905-1994<br />(Sivil Haklar Mücadelesi’nden Ulusal Savaşa, Kuzey İrlanda Katolik Politikları 1964-74) -From Civil Rights to To National War, Northern Ireland Catholic Politics 1964-74<br />ATHOL Yayınevi ise; İrlanda ve genel olarak Britanya’da ‘küçük fakat üst düzeyde etkili’olarak tabir edilen The British and Irish Communist Organisation (B&ICO) (Briton ve İrlandalı Kommunist Organizasyon) olarak bilinen Maoist kökenli organizasyonun yayınevi. Londra, Belfast, Cork ve Dublin merkezli olarak faaliyet gösteriyor. Grubun lideri 1935 doğumlu Brendan Clifford. 1965 yılına kadar “İrlanda Komünist Grup” olarak faaliyet gösteren grubun içinde yer alan Clifford, 1965 yılındaki büyük bölünmede, Maocu kanadın liderliğini üstlenerek gruptan ayrıldı. Troçkist kanat Gerry Lawless’ın liderliğinde Irish Workers Group adını aldı. ATHOL BOOKS yayınevi Belfast’ta bu yıllarda kuruldu. Yayınevi aynı zamanda aylık Irish Political Review ve haftalık The Irish Communist and Workers Weekly yayın organlarını çıkarıyor.<br />2009 yılında yayınlanan kitabın tanıtımı; Dublin ve Belfast’ta ‘Öğretmenler Sendikası’ tarafından yapıldı. Söz konusu kitap şu anda İrlanda’da Ulster ve Sinn Fein çevrelerinde okunuyor ve inceleniyor. Bu kitapta İrlanda ve dünya tarihinde ilk defa açıklanan tarihsel belgelerin ışığında dile getirilen düşüncelerin siyasallaşması; dünya politikalarında deprem etkisi yaratabilir. Kitabın en büyük önemi belki de bu. Neden? Dr. Pat Walsh, kitabın önsözünde şu vurguyu yapıyor:<br />İrlanda Cumhuriyeti Atatürk’ün açtığı yoldan kurulmuştur. Atatürk sadece Türk Devleti’nin değil İrlanda Cumhuriyeti’nin de kuruluş temellerinde vardır.<br />Dr. Walsh bu saptamayı yaparken, İrlandalı tarihçilere” gelin tarihimizle yüzleşelim” çağrısı yapıyor. Türkiye’de aynı çağrıyı yapan bir takım “aydın” takımının Atatürk’ü reddetmesinin aksine, Dr.Walsh Belfast’ta Atatürk’ü 2010 yılında halkının karşısına çıkartıyor. Bunu da bir tarihçi sorumluluğu ile yapıyor.<br />Sözkonusu kitabın Türk okuyucular için birçok açıdan önemi mevcut. Öncelikle Ermeni soykırımı fabrikasyonun Londra’da İngiliz Devleti’nin içinde oluşturulmuş bir gizli örgüt eliyle nasıl geniş kapsamlı olarak hazırlandığını ve meşhur Mavi Kitap’ın bu örgütten nasıl çıktığının belgelerini ilk defa açıklıyor. Bunu yaparken de 540 sayfalık dev eserini akademik bir omurgaya oturtuyor:<br />1-Osmanlı İmparatorluğu ile Britanya İmparatorluğu arasındaki devlet mekanizmasını karşılaştırıyor. Osmanlı’daki hoşgörünün Britanya Devleti’nde olmamasının felsefi temellerini tartışıyor.<br />2-İngiltere’de bir zamanlar varolan olumlu Türk imajının, 1nci Dünya Savaşı’na giden süreçte değiştirilmesi için uygulanan gizli örgüt faaliyetleri sonucunda nasıl değiştirildiğini anlatıyor. Olumsuzlanan Türk imajı ile dağılan Osmanlı topraklarının Batılı güçlere hazırlanması ve ABD’nin İngiltere yanında savaşa sokulması için nasıl kullanıldığını anlatıyor.<br />3-İrlanda ulusal mücadelesinin, Türkiye ve Atatürk’ü kendilerine model olarak nasıl aldıklarını açıklıyor.<br />Kitabın içeriğini Türkiye kamuoyuna sunmadan önce son bir noktayı vurgulamak istiyoruz. Bu yazıyı hazırlarken, sıkıntısını çektiğimiz en büyük konu, İrlanda tarihinin Türkler açısından neredeyse hiç bilinmemesi gerçeği oldu. Halbuki, İrlanda ulusal mücadelesi 1900’lerin başlarında dünyada Atatürk ve Lenin gibi iki devrimci önder tarafından yakından takip ediliyordu. Atatürk’ün İrlanda halkının İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesine dair, Atatürk’ün Meclis konuşmaları ve Kuvayı Milliye dergisindeki başyazıları mevcut. Öte yandan Lenin, İrlanda mücadelesini ‘burjuva ulusal’ diye küçümseyen Rosa Lüksemburglarla sert tartışmalara girerken, sürekli olarak Türkiye ve İrlanda örneklerini veriyordu. Bu yüzden Türkiye’nin emperyalizme ve Ermeni soykırımı yalanlarına karşı verdiği mücadeleye, kimsenin aklına gelmeyen İrlanda’dan uzanan destek aslında hiç şaşırtıcı olmamalı. Aşağıda okuyacağınız satırlarda bizim hiçbir yorumumuz yoktur.<br />Okur için özetlenen kitabın bu makalede kullanılan sayfaları şunlardır:<br />Syf.25-Türklere karşı kullanılan ilk faşist entellektüel W.E.D.Allen<br />Syf.190-Gizli örgüt elemanı Mark Sykes’ın The Times gazetesindeki makalesi<br />Syf.192-Weelington House’da ajanlaştırılan yazarlar komitesi.<br />Syf.195-Ermeni soykırımı fabrikasyonu nasıl hazırlandı.<br />Syf.197-Mavi Kitabın arkasındaki gerçek.<br />Syf.198-Malta Sürgünleri davası Londra’dan nasıl yönetildi.<br />Syf.206-Türklere karşı propoganda faaliyeti.<br />Syf.207-Anti Türk Kampanyası’nın formülasyonu.<br /><br />Avustralya ve Yeni Zelanda ulusal uyanışının başlangıcı kendi tarihçileri tarafından Çanakkale Savaşı olarak gösterilir. Avustralya ve Yeni Zelanda ulusalcılığının resmi tarih yazımı Çanakkale ile başlar. Anzaklar olarak bilinen, Britanya İmparatorluk Ordusu içindeki Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar ilk defa Çanakkale’de ‘We are not English anymore’ (Artık İngiliz değiliz) demişlerdir. İrlandalılar bu tarihi yeni yeni tartışmaya başlıyorlar. Pat Walsh’un kitabı bu anlamda İrlanda milliyetçiliğine ve ulus devlet tarih dökümanlarına bir meydan okuma. Neden? 1912-1914 yılları arasında İrlanda İç Savaşı’nın tarafları olan Protestan ve Katolik İrlandalıların, Britanya İmparatorluğu’na bağlılık taraftarı Uslter Gönüllüleri ve IRA temelinde örgütlenen bağımsızlık yanlısı katoliklerin milis örgütlenmeleri, 1nci Dünya Savaşı’nda Britanya Ordusu içinde Türklere ve Almanlara karşı ‘omuz omuza’ savaştılar. Bu tarihe dair, Longman yayınevinin aylık tarih dergisi World History’nin son sayısı Mart 2010 sayısında da Goldsmith University’den Richard Grayson, ‘Düşmanlar Birleşti’ makalesinde İrlanda’nın düşman milis taraflarının 1nci Dünya Savaşı’nda nasıl birleştiklerini anlatıyor. 2002 yılında Oxford Universitesi’nden Adrian Gregory ve Senia Paseta da ‘Savaş Bizi Birleştirdi mi?’ başlıklı bir kitap yayınlamışlardı.<br />Dr. Walsh kitabında İrlanda iç politikasını ve Amerika’daki güçlü İrlanda lobisini, Ulster, Sinn Fein ve İrlanda Hükümetlerini hep beraber ‘tarihle yüzleşmeye’ davet ediyor. Resmi tarih belgelerini açıklamaya davet ediyor. Kitabın 5 ve 22nci sayfalarındaki önsözde şunları belirtiyor:<br /><br />“...Sorumuz ortada duruyor: Kasım 1914 yılında İrlanda Türkiye ile niye savaşa girdi? İrlandalı tarihçilerin sormaya tenezzül etmediği bu soruyu şu anda bu yazar soruyor. İrlandalılar kendilerine karşı hiçbir yanlış davranış içinde bulunmayan ve üstelik 1847-8 yılları arasındaki büyük açlık yıllarında kendilerine yardım elini uzatmış Türklere karşı Britanya İmparatorluğu adına savaştı. Her şeyden önce neden İrlanda Türklerle savaştı? Neden İngiltere yüzyıl boyunca müttefiği olan Türklere savaş açtı? Bütün bunlar yanlıştı ve bu sorular yanıt bekliyor. Yanıtlar, ortaya çıkarılmamış İrlanda’nın 1nci Dünya Savaşı’nda Türkiye ile 1914-24 yılları arasındaki savaşının belgelerinde gizli.<br />Karşınızdaki yazar bu soruları sorarken 1919 ve 22 yılları arasındaki gazeteleri inceledikten sonra, kaçamayacağı bir sonuca da ulaştı. 1nci Dünya Savaşı Kasım 1918 yılında sona ermedi. Bu olgu bir sürpriz değil. İrlanda, Türkiye ile 1924 yılına kadar savaşın içinde oldu...<br /><br />İkinci unutulan gerçek ise, Modern Türk Ulusu’nun kurucusu ve emperyalizme karşı Türk direnişinin kahramanı Mustafa Kemal Atatürk, modern İrlandalı tarihçiler tarafından ‘sekter yayıncılık’ yapmakla suçlanan Katolik Bülten (Catholic Bulletin) gazetesi tarafından büyük bir saygı gördü.Katolik Bülten; Atatürk ve Türk Cumhuriyeti’ne açık bir destek verirken,İngilizlerin kurulmakta olan İrlanda ve Türkiye Cumhuriyetlerini engellemek için aynı yöntemleri uyguladığına dikkat çekti.<br />Katolik Bülten ”İngiltere Türkiye ve İrlanda’ya karşı aynı taktiklerle mücadele ederken, tarih her iki Cumhuriyet’in de kuruluşuna şahit oldu” diyor ve ekliyor”T abii ki tek bir farkla, İrlandalılar kaybetti, Türkler kazandı.” Ve ekliyor:<br />“1924 Lozan Antlaşması’ndan sonra, kurulamayan İrlanda Cumhuriyeti, Türkiye ile savaşın sonunda Britanya İmparatorluğu’na bağlanmaya zorlandı. -Sinn Fein üyelerinin 1914 yılında kendilerini Redmond’un savaşından ayrı tutmalarına rağmen- Lozan Antlaşması ile Türkiye bağımsız ve hükümran bir devlet olarak tanındı.”<br />“Birçok yönden bu hikaye üç antlaşmanın masalıdır” diyor Dr. Walsh ve devam ediyor: “1921 Anglo-İrlanda Antlaşması, 1923 Lozan Antlaşması ve 1920 yılında yenilen bir ulusa 1920 yılında silah doğrultarak dikte edilen; unutulan Sevr Antlaşması.”<br /><br />Dr. Walsh kitabında kullandığı tarihsel dökümanları şöyle sıralıyor: “Hanns Froemberg’in 1938 yılında basılan Atatürk kitabı, Catholic Bulletin gazetesinin 1922-24 nüshaları, Lozan Antlaşması tutanakları” Catholic Bulletin’de yer alan saptamaları ve belgeleri şöyle özetliyor:<br />“1921 Anglo-Irish Antlaşması’na karşı çıkan Fianna Fail (*) ortaya çıkarken Atatürk’ün örneğini izleyerek bağımsız İrlanda’yı kurmuştur. Böylece, belki de Atatürk’ün, Türk Devleti’nin kurucusu olmanın yanısıra... bağımsız İrlanda fikrinin oluşmasında da payı vardır.<br />İrlanda’ya yetki devri (devolution) veren Yurt Yasası (Home Rule) 1914 yazında kanunlaştı. Yasa maddesi 1912 yılında Parlamentoya sunulduğunda, İrlanda’daki Britanya İmparatorluğu içinde kalmak isteyen protestan ULSTER örgütü, yasaya ülkenin bölünmesine giden süreci başlatacağı gerekçesiyle karşı çıktı. 28 Eylül 1912 yılında 234.046 İrlandalı protestan kadın ve 237.368 erkek kamusal bir bildiri yayınlayarak, yasaya karşı çıktılar ve silahlı UVF-Ulster Volunteer Force’u (Ulster Silahlı Gönüllüleri Örgütü) kurdular. 1913 yılında, bu sefer UVF’e karşı, katoliklerden oluşan İrlandalı ulusalcılar, Dublin Universitesi’nden Eoin MacNeill’in önderliğinde IV-Irish Volunteers (İrlandalı Gönüllüler) adlı silahlı teşkilatı oluşturdular. Ulusalcı güçlerin silahlı örgütü kısa bir süre içinde Ulster’de 40 bin kişiye ulaştı. Bu iki paramileter örgüt, 1914 yılında Home Rule yasasının çıkmasından 6 ay sonra, Türkiye ve Almanya’ya karşı cepheye sürüldü. Katolik ulusalcılar, Londra tarafından ‘Katolik Belçika’nın Almanlardan kurtarılması için ikna edildi. Belçika’da Almanların yaptıklarına dair üretilen haberlerin savaştan sonra kurmaca olduğu anlaşıldı. Protestan Ulsterciler ise Britanya İmparatorluğu’na tam sadakati savundukları için savaşa gönüllü girdiler.<br />Fakat Çanakkale’ye gönderilen İrlandalılar ülkelerine oldukça farklı döndüler. Özellikle Katolik ulusalcılar. Savaştan önce, istemlerini sadece ‘yerel özerklik’ ile sınırlayan İrlandalı ulusalcılar, Çanakkale’den, Türk direnişinden etkilenerek tam bağımsızlık talebi ile döndü, Cumhuriyetçilere dönüştü ve tamamına yakını IRA saflarına katıldı. 1916 Paskalya ayaklanmasının altında yatan önemli etmenlerden biri, Çanakkale ruhuydu. İrlandacada, Poblacht na hÉireann or Saorstát Éireann olarak geçen İrlanda Cumhuriyeti fikri, 1919-1922 yılları arasındaki İrlanda bağımsızlık savaşının kaynakları, Çanakkale’den Cumhuriyet ve Bağımsılzık fikri ile dönen askerlerde yatıyor. IRA ya da İrlandacada Oglaigh na hEireann yani İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’nun 1913 yılında kurulduğunda iki monarşili sistemden tamamen bağımsız Cumhuriyet fikrine geçmesi, İrlanda Cumhuriyetçi Partisi Fianna Fail’in tarih sahnesine çıkması’nın altında Catholic Bulletin nüshalarında yer alan tek bir etmen var: Atatürk. 1921 Antlaşması İrlandayı sorunları halen daha devam eden bir şekilde ikiye böldü. Bağımsız İrlanda 1937 yılına kadar tanınmadı. Kuzey İrlanda’yı Bağımsız İrlanda’dan kopararak Britanya’ya bağladı. Peki bu süreçte; İrlanda’daki cumhuriyet fikri nasıl gelişti?”<br />Nisan 1923 yılında Catholic Bulletin, alışılmadık bir şekilde Lozan Antlaşması’nın resmi İngiliz belgelerini yayınlamaya başladı. Dr. Walsh kitabında bu yayın programını şöyle yorumluyor:<br />“...Catholic Bulletin, Lozan belgelerini yorumsuz yayınlamaya başlar. Yoruma da gerek yoktur. Britanya İmparatorluğu’na diz çöktüren bir milletin mücadelesi İrlanda’ya örnek teşkil etmiştir. Bu anlamda kanımca, Atatürk’e İrlanda Cumhuriyeti’ne ilham ve örnek teşkil ettiği için borcumuz vardır. Atatürk’ün Türkiye için yaptığını, İrlandalıların da İrlanda için yapması fikri bir vizyon oluşturmuştur.”<br />Dr. Walsh, kitabındaki tezleri Anglo-Sakson dünyasındaki tarihsel Türk imajı ve bu imajın fabrikasyonla değiştirilmesi üzerine oturtuyor.<br />“Türk deyince 1915 yılına kadar İngiltere’de ilk akla gelen gerçek bir centilmen imajıydı. Türkler İngilizlere silah doğrulttuktan sonra bile bu imaj değişmedi ve yerini ‘temiz ve dürüst savaşçı’ imajı aldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun toparklarının parçalanması sürecinde bu imajın değiştirilmesi gerekiyordu.<br />Bu işin ilk adımı olarak Ermeni soykırımı fabrikasyonuna başlandı. Bu amaçla ilk göreve getirilen kişi W.E.D Allen (1901-73) oldu. Allen aristokrat ailelerin çocuklarının okuduğu Eton mezunuydu. 1919 yılında Avrupa’da Türkler adlı kitabını yazdı. Bu kitabında Türklerin Avrupa’daki yerini şöyle tanımlıyordu: ‘...Orta Asya’nın steplerinden gelen göçmen çobanlardan oluşan garip bir kabilenin Avrupa’daki bir düzine ulus üzerinde egemenlik kurması nasıl mümkün olabilir ki?’<br />“Allen, 1920 yılında Türkler ile Yunanlıların Savaşı’na savaş muhabiri olarak katıldı. 1929 yılında Kraliyete bağlılık yanlısı Unionist Parti’den Batı Belfast milletvekili seçildi. 1931 yılında Sör Oswald Mosley’in faşist partisine katıldı. Mosley’nin yakın arkadaşı olarak, faşist Kara Gömlekliler örgütünün kuruluşunda görev aldı. 1934 yılında James Drennan takma adıyla Oswald Mosley ve Britanya Faşizmi adlı bir kitap kaleme aldı. Mussolini ve Mosley arasındaki resmi görevli kurye görevine getirildi. Daha sonradan bu dönemde Sör Basil Thomson’un başkanlığındaki ‘Special Branch’ daki MI5 (İngiliz içistihbarat servisi) görevlisi olduğu öğrenilecekti. İki dünya savaşı arasında, Anadolu’da ve Kafkaslarda MI5 adına araştırmalar yaptı. 1943 yılından 1948 yılına kadar Ankara’da İngiliz Büyükelçiliği Enfromasyon Bürosu’nun başkanlığını yaptı. 1948 yılında Kraliyet madalyası ile ödüllendirildi. Ulster Unionist (Protestan Kraliyet yanlısı örgüt) ve faşist olarak; Türkiye aleyhindeki ilk raporları kaleme alan kişidir.”<br /><br />ANTİ-TÜRK PROPOGANDASININ MODELİ<br />Anti Türk propogandasının modeli ise 20 Şubat 1917 yılında The Times gazetesinde çıkan bir makale ile başladı. Yazarın adı Mark Sykes idi. Türklerin 700 bin Ermeni’yi kestiğini ilk olarak Sykes dile getirdi. Sykes The Times gazetesinde çıkan makalesinde şunları dile getiriyordu:<br />“...Kısa zaman öncesine kadar, İngiltere’de Genç Türk denilince akla, Anadolu’ya geziye giden romantik İngiliz seyyahlar ve politikacıların da katkısıyla, dürüst ve temiz bir savaşçı olan Türkler geliyordu... Bir kez daha şu Genç Türk’e Alman üniforması ile bakın. Alman militer sesi. Alman Teknik eğitimiyle yetişmiş Genç Türk. Alman profesörleri ona kitle propogandası, politika ve patlayıcıları öğretmiş... 2.5 yıl boyunca katliamlar yaptı, ihanetler yaptı, bütün anlaşmaları ihlal etti, savaş esirlerimizi katletti, yaralılarımızı öldürdü, kadınlarımızı rehin aldı ve halen daha birileri ‘temiz savaşçı Türk’ (clean fighting Turk) diyor... Bu Türkler 700 bin Ermeniyi katlettiler, Lübnan’da açlık ve sefillik yarattılar, Yahudi kolonistleri yok ettiler...”<br />Sykes’ın The Times gazetesinde yayınlanan bu makalesi, 100 bin kopya basıldı. 30 bin adedi Amerika’ya gönderildi. Sykes’ın mektubu Ermenilerin öldürülmesini temel alarak oluşturulan Anti-Türk Kampanyası’nın modeli oldu.(syf.207)<br /><br />WELLINGTON HOUSE VE TÜRK<br />Pat Walsh’ı okumaya devam ediyoruz:<br />“Türklere karşı kampanya ve Ermeni katliamı fabrikasyonu 1914 yılında kurulan gizli bir örgütlenmenin içinde oluşturuldu. Britanya Devlet yapısı içindeki bu gizli örgüt 1914 sonbaharında adını o tarihte İngiliz Parlamentosu’nun kalbi olan ve Buckingham Sarayı’nın yanında bulunan, Wellington House’da örgütlenen Savaş Propoganda Bürosu’ndan (War Propoganda Bureau) alıyordu. Doğrudan dışişlerine bağlı olarak kurulan bu gizli örgütün tüm bilgileri ve dokümanları savaştan sonra Wellington House’ın şaibeli bir şekilde tamamen yanmasıyla yok oldu. Bu gizli örgütün ve Türkler aleyhindeki propoganda faaliyetleri 1935 yılına kadar ortaya çıkmadı. Wellington House’da Türklere karşı yapılan kurmaca Ermeni katliamı haberlerinin esas hedefi Amerika Birleşik Devletleri’ydi.(syf.207) ( Bu konudaki geniş dökümantasyon için şu kaynağa bakınız: Wellington House and British PropogandaDuring The first World War, M.L. Sanders, The Historical Journal, XVIII, 1975)<br />Savaş Propoganda Bürosu’nun başında Liberal milletvekili Charles F.Masterman bulunuyordu. Eski kabine bakanı ve Daily News gazetesinin edebiyat editörü olan Masterman, Asquith Hükümeti’nde bakanlık yapmıştı. Asquith kendisini bu gizli büronun başına davet ettiğinde, misyon çok netti. İngiltere’nin düşmanlarını kötü ve şeytan göstermek ve İngiltere’yi haklı göstermek. İşin başında bu büro Almanlara karşı örgütlenmişse de daha sonta Türkler özel çalışma alanı oldu.”<br /><br />TÜRKLERE KARŞI AJANLAŞTIRILAN İNGİLİZ YAZARLAR VE GAZETECİLER<br />“Masremann görevi kabul ettiğinde, İngiliz edebiyatının önde gelen 25 yazarını Wellington House’a davet etti. Toplantının amacı Britanya İmparatorluğu’nun savaştaki çıkarlarını korumaktı. Yazarlara bu örgüt ve toplantının başlatacağı faaliyetler hakkında hiçbir yere bilgi sızdırmamaları dikte edildi. Wellington House’daki bu toplantılardan ve çalışmalardan, Ermeni katliamı haberlerinden İngiliz Parlamentosu’nun bile haberi olmadı. Wellington House’daki gizli faaliyete kimler katıldı. Bu bilgi ilk kez geniş kamuoyuna açıklanıyor: Thomas Hardy, H.G.Wells, John Galsworthy, Arthur Conan Doyle, John Masefield, Arnold Bennett, G.K. Chesterton, J.M.Barrie, G.M.Trevelyan ve diğerleri.”(syf.192)<br />Dr.Walsh, kitabında bu toplantının İngiliz tarihindeki en geniş katılımlı yaratıcı ve akademik toplantı olduğunu belirtiyor. İkinci toplantı bu sefer gazetecilerle yapıldı:<br />“İngiltere’nin önde gelen gazete editörleri örgütte biraraya geldi: Geoffrey Dawson, Edward Cook, J.L. Garvin, J.A. Spender ve diğerleri...<br />Wellington House, gizli bir yapılanma olduğu için yayınların özel yayınevleri tarafından basılması ve dağıtımı görevini de üstlendi. Yayınevi editörleri Wellington House’a çağrıldı. Oxford University Press, Macmillan, Hodder and Stoughton, Methuen yayınevleri yani dünyanın en büyük ve prestijli yayınevleri örgütlenmeye dahil edildi. Oxford University Press ve John Murray yayınların dağıtımı işini üstlendiler. Amerika’da tespit edilen 13 bin etkili kişinin de içinde olduğu bir adres listesine; aristokratların imzaları ile yayınlar ulaştırılmaya başlandı.”<br /><br />ERMENİ SOYKIRIMI YAYINLARI BAŞLIYOR<br />“Wellington House gizli propoganda Bürosu, İngiltere’nin o tarihe kadar yetiştirdiği iki öenmli tarihçiyi görevlendirdi. G.P.Gooch ve Arnold Toynbee. Toynbee, Wellington House’da tarihçi olarak değil propogandist olarak görevlendirildi. Toynbee az sonra değineceğimiz meşhur Mavi Kitap’ı da Wellington House memuru olarak yazdı. Wellington House’da Türkleri hedef alan kitapların uzun bir listesi mevcut, bunlardan bazıları:<br />Mark Sykes, British Palestine Committee, The Clean Fighting Turk<br />E.F.Benson; Crescent and Iron Cross, Deutschland über Allah<br />Israel Cohen; The Turkish Persecution of the Jews<br />Edward Cook; Britain and Turkey<br />E.W.G.Masterman; The Deliverence of Jerusalem<br />Basil Mathews; The Freedoom of Jerusalem<br />Esther Mugerditchian; From Turkish Toils<br />Martin Niepage; The Horrors of Allepo<br />Cannon Partif; Mesopotomia<br />R.W.Seaton; Serbia, Yesterday, Today and Tomorrow<br />Josiah Wedgewood; With Machine Guns in Galliboli<br />Chaim Weizmann, R.Gothell; What is Zionism?<br />Anon; Subject Nationalities of the German Allies, Syria During March 1916<br />S.Tolkowsky; Jewish colonisation in Palestine<br />Arnold J.Toynbee; Armenian Atrocities:The Murder of a Nation, Turkey-A Past and a Future, The Murdereous Tyranny of Turks<br /><br />MAVİ KİTABIN ARDINDAKİ GERÇEK<br />Daha geçtiğimiz yıl Lord Avebury’nin eline alarak Ankara’ya geldiği Mavi Kitap’la ilgili İngiltere bu kitabın savaş döneminde propoganda amacıyla yazıldığını dile getirdi bugüne kadar. Ama kullanmaya da ısrarla devam etti. Mavi Kitap’ın ardında başka gerçekler de var. Türkler aleyhine uzun bir liste oluşturan bu kitaplardaki tüm kurmaca malzeme yazarlar arasında aslında tek bir merkezden çıkan akademik referanslarmış gibi kullanıldı. Dr. Walsh Türklere karşı fabrikasyonun bu korkunç metodunu ortaya sererken bir örnek veriyor:<br />“Örneğin o yıllarda hayalet romanlarının ünlü bir romancısı olan Canterbury Archbishop’u E.F.Benson ‘Crescent and Iron Cross’ kitabının önsözünde kullandığı kaynakları şöyle açıklıyor:<br />‘...Ermeni katliamlarına ilişkin şu kaynaklara başvurdum: Lord Bryce’ın topladığı ifadeler, Bay Arnold J.Toynbee’inin The Murder of a Nation ve The Murdereous Tyranny of the Turks ve Dr.Martin’in Niepage’ın The Horrors of Aleppo kitabı. İlk bölümde Bay D.G.Hogarth’ın The Balkans (Clarendon Press,1915) adlı kitabına başvurdum...’<br />Değişik yayınevlerinden çıkan, değişik kitaplardan kullanılan kaynaklar. Aslında tüm kitaplar tek bir gizli merkezden çıkmış. Yazarlar birbirlerinin çalışmalarının haberleri yokmuş gibi birbirlerine referanslar veriyorlar...”<br /><br />MAVİ KİTABIN AMACI: Malta sürgününü gerçekleştirmek ve ABD’yi savaşa sokmak.<br />Şunu özetleyebiliriz: Mavi Kitap, gelecekte kullanılmak üzere raflarda tozlanmaya bırakıldı, ta ki Britanya’nın Türklere karşı kullanmasına tekrar ihtiyaç duyuluncaya kadar.’<br />(Dr.Walsh, a.g.e: syf.198)<br />Dr.Walsh devam ediyor:<br />“Mavi Kitabın içeriğine ilişkin Britanya Hükümeti tarafından hiçbir zaman tatmin edici bir resmi açıklama yapılmadı. Toynbee, 1922 yılında yayınlanan Western Question and Turkey adlı kitabının 50inci sayfasında, kitabın ‘propoganda’ amacıyla yazıldığını belirtmesine karşın...<br />İngiliz tarihçi Trevor Wilson bu konuda şunları söylüyor: ‘Lord Bryce bu iddiaların yalan ya da sahte olduğunu söyleme seçeneğine sahip değildi. Toynbee’nin Türkiye ile benzer bir şekilde Almanya’nın Belçika’da yaptığı insanlık dışı işlemlere dair fabrikasyon haberlerinin; hiçbirinin doğru olmadığı da savaştan sonra ispatlandı. (Journal of Contemporary History, Haziran 1979)’<br />“Fakat Britanya Hükümeti, 1920-21 yılları arasında MaviKitap’ta yazılanları delil gösterererek o zamanki ulusal önderleri Malta’ya sürgüne göndertti. Mahkeme heyetine Mavi Kitap verimesine karşın; iki yıl süren yargılamalardan sonra, yargı sanıkları delil yetersizliğinden serbest bıraktı. ( Bu teknik Kuzey İrlandalı okurlara hiç yabancı gelmeyecektir.)<br />Mavi Kitap, Haziran 1915 yılında, 2.5 milyon adet basıldı ve dağıtıldı. 1916 yılında 200 ve 1917 yılında 400 üzerinde yayınevi tarafından 17 dile çevrilerek milyonlarca basıldı. Mavi Kitap broşürleri ABD’deki bütün kütüphanelere, doktor kliniklerine, berber dükkanlarına dağıtıldı. Savaş yıllarında 7 milyonun üzerinde kopya dünyadaki fikir üreticilerine yollandı. Özel hedef ABD’ydi. Gilbert Parker, ABD’de 13bin etkili ismin listesini çıkardı. Bu seçkin kişiler, Devlet Propoganda Bölümü’nden belge aldıklarını bilmeden bu zarfların kendilerine İngiliz elitlerinden gönderilidiğini zannettiler. Kitapların pahalı olması ve sadece üst orta sınıflar tarafından okunabilmesi nedeniyle, Wellington House, Illustrated London News matbaasında birçok dilde kendi gazetelerini basmaya başladı. Savaşın başlaması ile beraber İngiltere, Almanya’dan ABD’ye giden iletişim hatlarını ve kablolarını kesti ve ABD’ye tüm bilgi akışı sadece İngiltere’den gerçekleşmeye başaldı. (Kaynak: H.C. Peterson, British Influence On The American Press 1914-17, American Political Science Review, February 1937, syf.81)<br />H.C.Peterson; Ermeni Soykırımı haberlerinin de ABD’ye İngiltere’den gittiğini, Alman haber ajanslarının sansürlendiğini belirterek, İngiliz medyasının Amerikan medyasına dönüştürüldüğünü anlatıyor.<br />Amerika’ya yapılan Türk karşıtı propogandanın amacı; Anadolu’da Ermenileri protestanlaştırmak için faaliyet gösteren Amerikalı misyonerlerin hazırladıkları zemin üzerinde ABD’yi savaşa dahil etmekti. Türklerin Doğu Avrupa’da Yahudileri de katlettikleri Amerika’daki Yahudi cemaatini ayrıca harekete geçirmeye yetiyordu. Kuşkusuz bu propogandanın bir diğer amacı da parçalanan Osmanlı topraklarını Batılı güçlere paylaşım için hazırlamaktı. İngiltere’nin Amerika’ya yönelik propogandasının bir diğer nedeni de, Amerikan elitlerinin savaş yıllarında İngiltere’ye değil Almanya’ya sempati duydukları gerçeği idi.<br />İrlandalı sosyalistler; Dr.Walsh’ın kitabı ile büyük bir tarihsel sorumluluğu yerine getirdiler. Şimdi bu kitapta ortaya konan tarihsel gerçeklerin artık siyasallaşmasının zamanı geldi. 1900’lerin başlarında Türkiye karşıtı faaliyetlerin perde arkası; basit bir tarih tartışması değil. Bunun siyasal etkileri halen daha devam ediyor. Bu kitaptaki belgelerin siyasallaşması demek; Ermeni Soykırım yalanlarını onaylayan dünyadaki tüm Meclislerin ve Türkiye’deki işbirlikçilerinin bir kez daha düşünmesi anlamına geliyor. Ya 1915’lerde İngiliz devleti içindeki bir gizli örgütün fabrikasyonuna doğru demeye devam edecekler ya da tarihin önünde saygıyla eğilecekler.<br /><br />Kağan Güner<br />İADD Yönetim Kurulu Başkanı<br />Odatv.com<br /><br />Makalenin orjinali: <a href="http://odatv.com/n.php?n=ermeni-soykirimi-yalani-ingiliz-gizli-orgutunce-nasil-hazirlandi--1903101200">Ermeni soykirimi yalani Ingiliz gizli orgutunce nasil hazirlandi</a>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-3262613744036992762008-06-08T07:54:00.001-05:002008-06-08T07:55:41.981-05:00OLAY SOYKIRIM DEĞİLDİRABD'Lİ PROFESÖR: OLAY BELGELERİYLE SOYKIRIM DEĞİLDİR<br /> <br />Saturday, 07 June 2008<br /><br />Louisville Universitesi Tarih Profesörü Justin McCarthy, 1918 olaylarının, Ermenilerin iddia ettiği gibi soykırım değil, göç sırasında yaşanan, Osmanlı İmparatorluğu'nun iç sorunu olduğunu söyledi. Bakü Devlet Üniversitesi öğrencilerine, Ermeni iddialarıyla ilgili bir konferans veren McCarthy, Ermenilerin tarihi olayları çarpıtarak, kendi çıkarları için kullandıklarını kaydetti.<br /><br />1918 olaylarının soykırım olmadığının belgeleriyle ortada olduğunu anlatan McCarthy, buna rağmen siyasi arenada güçlü olmak isteyen Ermenilerin bu olayları kullandıklarına işaret etti.<br /><br />Ermenilerin bugün bulundukları toprakların "tarihi Türk toprağı" olduğuna vurgu yapan Profesör McCarthy, Ermenilerin bu topraklara Çarlık Rusyası tarafından Kafkaslar'daki Müslümanlara karşı kullanılmak üzere yerleştirildiğini anlattı.<br /><br />Luisvil Üniversitesi Tarih Profesörü Justin McCarthy, Dağlık Karabağ üzerinde hak iddia eden Ermenilerin önce üzerinde yaşadıkları tarihi Türk topraklarını gerçek sahiplerine iade etmeleri gerektiğini vurguladı.Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-33381865509245149182008-06-04T19:32:00.008-05:002008-06-08T07:57:29.211-05:00Dr. Türkkaya Ataöv ile RoportajMİM ve İÜMezunUSA”nın ortak katkıları ile ABD’deki Türk Toplumu ile yeniden biraraya gelen Ermenı sorunu üzerine dünyadaki en büyük otorite olarak kabul edilen Prof. Dr. Türkkaya Ataöv ile iki yıl önce gerçekleştirdiğimiz tarihi ropörtajı tekrarlıyoruz.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQVSYCziAvJavrsxdRBtSJVtoUGZBj3P8aRToAdjkDJiNmS3SFcC7ZPIM56NRarXHE2IUJb5Nht4r4Cd8M2V35YcYjrP04G-1HzbDLltP-HhEpwxj1laRzPCrGcRoqYNxXdhS55w/s1600-h/ATAOV.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQVSYCziAvJavrsxdRBtSJVtoUGZBj3P8aRToAdjkDJiNmS3SFcC7ZPIM56NRarXHE2IUJb5Nht4r4Cd8M2V35YcYjrP04G-1HzbDLltP-HhEpwxj1laRzPCrGcRoqYNxXdhS55w/s320/ATAOV.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5208189529000887858" /></a><br /><br />"Bir suçtan sıyrılmak için, bir kelimenin arkasına sığınıyor değiliz.” Diyen Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, "Soykırım denilebilmesi için devletin kararı ve uygulaması şarttır. Osmanlı Devleti`nin buna karar verdiğine dair ortada hiçbir belge yok." <br /><br />Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, "İşgal Devletleri`nin arşiv uzmanları, Sevr Antlaşması`nın 239. Maddesi`ne göre; Osmanlı Devleti`nin arşivlerine girdiler. 2 yıl, 4ay, 27 gün böyle bir belge aradılar, bulamadılar. Devlet katında hiçbir şey bulamadılar. 1918 den beri halen böyle bir belge ortaya koyabilen yok!" <br /><br />Türk Basını`nın yıllardır peşinde koştuğu Prof. Dr. Ataöv`ün bazı tarihi belgelerin ilk kez sunulduğu bu röportajını izlerken duyduklarınıza inanamayacaksınız. Özellikle Ermeni fanatiklerinin desteği ile çıkan kitaplarda Diaspora Ermenilerinin Türklere bakışı onları ele veriyor. Üstelik bu kitaplar 1915 olaylarının başlamasından evvel yazılmış.<br /><br />Prof. Dr. Türkkaya Ataöv`ün tarihe belge olarak bıraktığı röportajı, Turkish Televizyon`dan Nur Özdemir yaptı <br />Izleyin.<br /><br />1- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-1.wmv">BM ne oldu?</a><br />2- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-2.wmv">Kim kimden nefret ediyor</a><br />3- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-3.wmv">Ermeni yazarlardan Turk tanimi</a><br />4- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-4.wmv">Ermeni iddialari yasal statu Tasiyormu?</a><br />5- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-5.wmv">Bundan sonra ne yapmali?</a><br />6- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-6.wmv">Gencligin ilgisi konuya nasil cekilir</a>?<br />7- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-7.wmv">Bazi devletler ve hatta Ermenistan arsivlerini acmiyor, neden?</a><br />8- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-8.wmv">Bir garip hukuksal durum?</a><br />9- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-9.wmv">Ne yapmak istiyorlar?</a><br />10- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-10.wmv">Ermeni katliamlarini dunyaya nasil anlatabiliriz?</a><br />11- <a href="http://turkishgazete.com/video/Ataov-11.wmv">Gecmiste hata yaptik mi?</a>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-11375538545744613192007-12-08T21:28:00.000-05:002007-12-08T21:31:25.171-05:00Ermeni yasa tasarısı'nın Türkçeye çevrilmiş tam metni ve cevabı<table align="center" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="95%"> <tbody> <tr> <td colspan="2" height="20"><br /></td></tr> <tr> <td height="6"><br /></td></tr> <tr> <td colspan="2" height="5"><br /></td></tr></tbody></table> <table align="center" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="95%"> <tbody> <tr> <td> <table align="center" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="100%"> <tbody> <tr> <td> <div align="justify"><span class="EC_standarttext"> <p align="justify"><strong><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK<br />Türk Tarih Kurumu<br />Ermeni Masası</span></strong></p> <p align="justify"><strong><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Ermeni Yasa Tasarısı'nın İçeriği ve İddialara Verilen Cevaplar</span></strong></p> <ul><li> <div align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><br /> Eylül 2000 yılından beri ısıtılıp ısıtılıp Amerikan kongresine getirilen "Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı" bu defa Demokrat Kongre başkanı Nancy Pelosi sayesinde geçecek kaygısı Türkiye'de hakimdir. Aslında tasarının geçip geçmemesinin birkaç açıdan önemli olmadığı kanaatindeyim. Birincisi, zaten benzeri karar tasarıları Eyalet Parlamentoları<wbr>nda kabul edilmiştir. ANCA'nın resmi sitesine göre şu an 42 Eyalette Ermeni soykırımı kabul edilmiş durumda. Gerçi bu sayı abartılıdır gerçek rakam 32 kadardır ama bunun da önemi yoktur. Nasıl olsa önümüzdeki yıl içinde hedeflenen sayıya ulaşmaları mümkündür. İkincisi, tasarının yaptırım gücü yoktur. ABD Başkanından 24 Nisan günü 1,5 milyon Ermeninin öldürüldüğünü ifade etmesi istenmektedir. Bu güne kadar Amerika'nın Cumhuriyetçi veya Demokrat başkanları 24 Nisan konuşmalarında "soykırım" sözcüğünü telaffuz etmeden aynı anlama gelebilecek sözler sarf ettiler. Ancak bu söylediklerimizden Türkiye'nin tasarıyı engellemek için mücadelesine son vermesi anlamı çıkarılmamalıdır. Elbette Türkiye var gücüyle hakkındaki bu son derece haksız, ahlaksız ve karalayıcı tasarıyı engellemek ve Türk milletinin sonsuza dek "soykırımcı" olarak damgalanmasını<wbr>n önüne geçmek için mücadele edecektir. Aksi takdirde diasporadaki Türk çocukları okul kitaplarında katil olarak ilan edilmenin ezikliği ile bulundukları ülkelerde asosyal bir kişilik geliştireceklerdir. </span></div> </li><li> <div align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"> Diğer taraftan Alt Temsilciler komitesine sunulan söz konusu tasarı tarihi açıdan gayri ciddi ve maddi hatalarla doludur. Gerekçeler özensiz ve bu senatörler ne versek kabul eder mantığı ile hazırlanmıştır. Tasarı, Başkan'ın ABD dış politikalarını<wbr>, insan hakları, etnik temizlik ve ABD arşiv kayıtlarının ortaya koyduğu Ermeni soykırımı gibi konulara daha duyarlı bir şekilde yürütülmesini temin etme çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca yine Başkan'dan 24 Nisan'ı 'Ermeni Soykırımını Anma Günü' olarak ilan etmesini talep etmektedir. Bu çağrı, doğal olarak Türkiye ABD arasındaki ilişkileri etkilemeye yöneliktir. Bu bakımdan yaptırım gücü olmamakla birlikte, Türk-Amerikan ilişkilerinin dostluk ve işbirliği çerçevesinde yürütülmesine pürüz getireceği için önemlidir. Çünkü bu tasarıda önceki tasarıdan farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti soykırımdan sorumlu tutulmaktadır. Halbuki önceki tasarının politika deklarasyonu kısmında üçüncü bir madde vardı ve burada soykırımın Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapıldığı ve modern Türkiye Cumhuriyeti'<wbr>nin soykırım yapmadığı açıkça belirtiliyordu. Belki daha da önemli olan, tasarı kabul edildiği takdirde ABD'de Türk imajının çok olumsuz bir şekilde etkileneceğidir. Bu da iki ülkenin ticari ve kültürel ilişkilerinde önümüzdeki yıllarda önemli bir kambur oluşturacaktır. Bu yüzden tasarının doğruları yansıtmadığı Amerikan kamuoyuna anlatılmalıdır. Bu amaçla, tasarının maddelerindeki maddi hatalar aşağıda değerlendirilmektedi<wbr>r. </span></div></li></ul> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(1) Ermeni soykırımı 1915 -1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tasarlanıp uygulandı ve yaklaşık 2 milyon Ermeni'nin sınır dışı edilmesiyle, bunlardan 1,5 milyon kadın, erkek ve çocuğun öldürülmesiyle, kurtulan 500 bininin de evlerinden kovulmasıyla ve 2500 yıllık Ermeni varlığının anavatanından tasfiye edilmesiyle sonuçlandı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Bu maddede sözde soykırımın Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915-1923 yılında gerçekleştirildiğ<wbr>i, 2 milyon Ermeni'nin sürgüne gönderilerek 1,5 milyon kadın, çocuk ve erkeğin ölümüne sebep olunduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca hayatta kalan 500.000 Ermeni'nin evlerinden çıkarılmak suretiyle Anadolu'daki 2500 yıllık Ermeni varlığının sona erdirildiği öne sürülmektedir. Halbuki 1923 yılında Osmanlı Devleti artık tarih sahnesinde yoktur. Başta V. Dadrian ve pek çok diğer Ermeni araştırmacı da 1915-1916 yıllarında 1,5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğünü ve sözde soykırımın gerçekleştiğini iddia ettiği bilinmektedir. O halde neden tarihin 1923'e kadar uzatıldığı sorusu akla gelmektedir. Muhtemelen Ermeni lobileri tarihi bu aralıklarda tutmak suretiyle, Türkiye'nin reddi miras yoluyla cezasız kalmasının önüne geçmeyi planlamakta ve T.C. devletini de karalamaktadı<wbr>rlar. Diğer taraftan öldürüldüğü veya hayatta kaldığı belirtilen Ermeni sayısı hakkında tasarıda yer alan rakamlar abartılı ve yanlıştır. 1914 Ermeni nüfusunun tahminlere göre 1.400.000-1.<wbr>700.000 arasında olduğu artık bir çok bağımsız araştırmacı tarafından ortaya konulmuştur. Dr. Johannes Lepsius-ki pro Ermeni bir papaz ve yazardır- Patrikhanenin verdiği rakamların üzerini çizerek 1.845.450 rakamını yazmıştır (Der Todesgang des Armenischen Volkes, Potsdam 1919, s. 308). 2 milyon nüfus rakamı ise hiçbir kaynakta geçmemektedir. (Bkz. H. Özdemir ve diğ. Ermeniler: Sürgün ve Göç, Ankara, 2004, s. 49-50). 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğü de bir efsanedir. Bu efsane 24 Temmuz 1915 tarihinde (yani tehcirin resmen 44. günü) Harput Amerikan konsolosu Leslie Davis'in raporunda "ne kadar Ermeni'nin öldürüldüğünü söylemek imkansızdır, fakat sayının bir milyondan az olmadığı tahmin edilebilir" demesiyle başlamıştır (NARA 867.4016/269) Kaldı ki Ermenilerin teorisyeni Dadrian bile 1 milyon hayatta kalan Ermeni'den bahsetmekte ve kayıpları da 1.1 milyon olarak pek çok yayınında beyan etmektedir. 1919 Paris görüşmelerinde Bogos Nubar Paşa yaklaşık 600-700 bin Ermeni'nin tehcir edildiğini belirtmektedir. Ayrıca Patrikhane savaş sonunda Anadolu'daki toplam Ermeni sayısını en az 644.000 olarak vermektedir. Cemiyet-i Akvam 1922 yılında dünyadaki Türkiye Ermeni sayısını 817.873 olarak açıklamaktadır. Üstelik aynı belgeye göre Müslüman olan veya Türkiye'de kalan 281.000 Ermeni bu rakama dahil değildir. (NARA 867.4016/816) O halde nasıl 1.5 milyon Ermeni öldürülmüş olabilir. Kaldı ki savaş sonrasında Ermeni Patrikhanesi tarafından İngiltere ve Fransa büyükelçilerine gönderilen bir memorandumda 1914-1918 arasında "200.000 Ermenin canlı canlı gömüldüğü veya Van Gölü, Fırat ve Karadeniz'de boğularak öldürüldüğü" iddia edilmektedir. Bu memorandum, Paris Barış görüşmeleri öncesinde Amerikan delegasyonuna verilen bir rapora "Report Presented to the Preliminary Peace Conference by the Commission on the Responsibility of the Authors of the war and on the Enforcement of Penalties, March 29, 1919) da aynen yansımıştır.Demek ki 1919'da Ermeni Patrikhanesi de Ermeni kayıp sayısını 200 bin olarak tahmin etmektedir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(2) 24 Mayıs 1915 Müttefik Kuvvetler; İngiltere, Fransa ve Rusya ilk kez açıkça bir başka hükümeti "insanlığa karşı suç" işlemekle itham eden ortak bir bildiri yayınladı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Tasarının 2. maddesinde 24 Mayıs 1915 tarihindeki Müttefik deklarasyonuna yer verilerek güya Osmanlı devletinin sürgünden önce uyarılmasına rağmen etnik temizlik yaptığı ileri sürülmekte ve bu şekilde devletin planlı ve sistematik bir operasyon ile Ermenileri imha ettiği fikri uyandırılmaya çalışılmaktadır. Elbette bu deklarasyon yayınlanmıştır ama yayınlayanlar o tarihte Osmanlı'yı parçalamak için gizli anlaşmalar yapan devletlerdir. Ayrıca deklarasyonu yayınlayan Rusya o tarihlerde ülkesindeki Yahudilere karşı katliam yapmaktaydı. İngiltere ise Alman kökenli isyancı vatandaşlarını sınır dışı etmekte yada toplama kamplarına göndermekteydi. Ayrıca belirtilmelidir ki, deklarasyonda bahsedilen iddialar Ermeni siyasi partilerinin görüşlerine dayanmakta ve tarih 20 Mayıs 1915'de Rusların Van şehrini tamamen işgal etmesi ve Ermenilerin Müslümanları kılıçtan geçirdiği bir dönemdir. </span></p> <p align="justify"><br /><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(3) Bu ortak bildiride, "Müttefik Kuvvetler'in, bu suç için Osmanlı Devletinin tüm üyelerini ve yanında bu katliamlara bulaşmış işbirlikçilerini de bizzat sorumlu tutacağını açık açık Bab-ı Ali'ye beyan eder" deniliyordu. </strong></span></p> <p align="justify"><br /><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Yukarıda ifade edildiği gibi bu Müttefiklerin bir propaganda faaliyetidir. Nitekim Osmanlı Devleti verdiği cevapta, Osmanlı topraklarında Ermenilere karşı katliam yapıldığı kesinlikle yalandır demiştir. Osmanlı İmparatorluğu'<wbr>nun cevabında çok ilginç bir detay da vardır: Bu iftiraların kaynağı Romanya ve Bulgaristan'<wbr>da bulunan İngiltere ve Rusya konsoloslarıdı<wbr>r. Gerçekten de Taşnaksutyun Siyasi propaganda büroları da bu iki ülke başkentindeydi ve Mavi Kitap'taki pek çok katliam haberiyle ilgili raporlarda bu bürolardan çıkmıştır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(4) I. Dünya Savaşı sonrası Türk hükümeti, Ermeni soykırımının "organizasyonu ve uygulamasında" ve "Ermenilerin katliamı ve imhasında" yer almış bulunan üst düzey yöneticileri suçladı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Tasarının 4. maddesi savaş sonrasında Osmanlı'nın suçu mahkemelerinde kabul ettiğini ve soykırım sanıklarının tutuklu olanlarını mahkum ettiğini iddia etmektedir. Ünlü Amerikan tarihçisi Justin McCarthy bu mahkemeleri "kanguru mahkemeleri" olarak değerlendirmekte, mahkemelerin işgalci müttefiklerin kukla yönetimi tarafından kurulduğunu hatırlatmaktadı<wbr>r. İngiliz Yüksek Komiseri S.A.G. Caltorphe Londra'ya yazdığı bir raporda yargılamaların maskaralığa dönüştüğünü ve hem Türk hem de kendi hükümetlerinin itibarını zedelediğini belirtmiştir. (FO 371/4174/118377) Ferudun Ata adlı bir tarihçi tarafından hazırlanan İşgal İstanbulu'nda Tehcir Yargılamaları, Ankara 2005 adlı eserde ifade edildiğine göre, dönemin hükümeti, Paris Barış Konferansı'nda daha uygun koşullar elde etmek ve muhalifi olduğu İttihat ve Terakki Milletvekillerinden intikam almak için mahkemeleri kurmuştur. Mahkemeler de sorgular da düzmecedir. Yalancı şahitler, sanıklar aleyhine ifade vermeye zorlanmıştır. Örneğin Yozgat tehcir davasından sanık olan Jandarma komutanı Binbaşı Tevfik aleyhine ifade veren kunduracı Artolos ücret karşılığı ifade vermesi için İstanbul'a getirilmiş, daha sonra aynı kişi Dr. Ata'nın tespitine göre Müslüman olmuş Rifat adıyla komisyona ifade vermiştir. Dr. Ata'nın eseri bunun gibi yalancı tanık ifadelerini deşifre etmektedir. Tanıklar lehine ifade veren kimse mahkemeye çıkarılmamıştır. Mahkeme başkanları yalan şahitleri bazen ortaya çıkarmalarına rağmen asla cezai işleme baş vurmamışlardır. Dr. Ata şahitlerin İngiliz Yüksek Komiserliğinde oluşturulan "Ermeni-Rum Şubesi"nde eğitilerek mahkemeye gönderildiğini tespit etmiştir. Tevfik Paşa hükümeti döneminde mahkeme kararlarının temyizi için açılan davaların büyük bir çoğunluğu da bozulmuştur. Temyiz sonucu kararı bozulanlar arasında maalesef idam edilen Nusret Bey'in davası da vardır. Öte yandan İngiliz Komiseri Amiral Caltorphe da bu mahkemelerin Müttefik güçler için utanç verici olduğunu rapor etmiştir (FO 371/4173/61185'<wbr>den naklen Gunther Lewy) 4. Nisan 1919'da ABD'nin Yüksek Komiseri Lewis Heck, " yaygın bir şekilde, [yargılamaları<wbr>n] çoğunun kişisel intikam saikiyle veya İtilaf Devletleri yetkililerinin ve özellikle İngilizlerin kışkırtmasıyla yapılmakta olduğuna inandığını" rapor etmiştir. (NARA 867.00/868; M 353, roll 7, fr. 448) Kaldı ki haksız yargılamalarla bu kararların alınmasına yardımcı olan İngiltere, 144 İttihatçı ileri gelen mahkumu benzeri suçlamalarla Malta'ya götürmüş ama haklarında somut delil bulamadığı için mahkemeye çıkarmamıştır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(5) Jön Türk Rejiminin (İttihat ve Terakki Partisi) yetkilileri, kurulan askeri sıkıyönetim mahkemelerinde, Ermeni halkına karşı katliamlar organize etme, uygulama suçlamasıyla yargılanarak mahkum edildiler. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Dr. Feridun Ata'nın yukarıda işaret ettiğimiz tespitleri dışında, Justin McCarthy, Gunter Lewy gibi tarihçiler bu mahkemelerin güvenilir olmadığını, sanıklar aleyhine şahitlik yapanların sorgulamaları<wbr>nın yasal zeminde yapılmadığını, savunmalarının dikkate alınmadığını, mahkeme başkanlarının savcı gibi hareket ettiğini, sanığa savunma hakkının usule uygun olarak verilmediğini belirtmişlerdir. Lewy'nin de belirttiği gibi yargılamalar boyunca mahkeme hiçbir tanık dinlememiş ve hükümler tamamıyla savunmanın yanıtı dikkate alınmadan yalan şahitlerin ifadelerine dayanılarak verilmiştir. ABD'nin Yüksek Komiseri Lewis Heck Yozgat mahkemesindeki sanıkların "anonim mahkeme kayıtlarına" dayanılarak yargılanmaları<wbr>nı onaylamadığını ifade etmiştir. (NARA 867.00/81'den naklen Gunther Lewy). Ayrıca mahkemeye çıkarılanların büyük bir çoğunluğu görevlerini suiistimal ve askeri emre itaatsizlik gibi suçlardan mahkum olmuşlardır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(6) Ermeni soykırımının başta gelen organizatörleri olan Harbiye (Savaş) Bakanı Enver, İçişleri Bakanı Talat ve Donanma Bakanı Cemal işledikleri suçlardan dolayı idama mahkum oldular, ancak mahkemelerin kararları uygulanmadı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">İşgal İstanbul'undaki olağanüstü mahkemelerde Enver, Talat ve Cemal gıyaplarında yargılanmışlar ve idama mahkum edilmişlerdir. Ancak tasarı metninde ima edildiği gibi bu üç kişi, "Ermeni halkına karşı katliamlar organize etmek ve uygulamak"tan değil, ülkeyi korkunç bir savaşa sokmak gibi siyasi bir suçtan dolayı mahkum edilmişlerdir. Ayrıca not etmek gerekir ki, İttihat ve Terakki Partisinin I. Dünya savaşında en etkili bu üç kişisinin mahkemeleri firarda oldukları için gıyaben yapılmış, mahkemelerinde hiçbir somut delil gösterilmeden mahkumiyet kararı verilmiştir. Dolayısıyla bu sanıklara verilen cezanın infaz edilmemesi ihmal veya işlenen suça kayıtsız kalmakla alakalı değildir. Üstelik Cemal Paşa Suriye'deki kamplarda Ermenilere yaptığı yardımlar dolayısıyla Ermenilerin bile takdirini kazanmış, Lepsius bile onun yardımlarını övmüştür. Sonuçta, bu üç tarihi şahsiyet firar ettikleri ülkelerde Nemesis adlı gizli bir Ermeni terör örgütünün tetikçileri tarafından öldürülmüşlerdir. Üstelik bu örgüt, mahkemelerde suçlu bulunmayan Sait Halim Paşa, Bahaeddin Şakir ve Cemal Azmi gibi devlet görevlilerini de yargısız infaza tabi tutarak öldürmüştür. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(7) Ermeni soykırımı ve bu adlî başarısızlıklar, Avusturya, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Vatikan ve diğer birçok ülkenin ulusal arşivlerinde yer alan karşı konulamaz delillerle belgelenmiştir. Bu belgelerdeki sayısız kanıt, bu gerçekleri, bu olayları ve bu sonuçları doğruluyor. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Tasarının 7. maddesinde Avusturya, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya ve ABD arşivlerinde yeterli arşiv belgesinin soykırımı ispat için mevcut bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak tarafımdan Amerikan arşivlerindeki bütün malzeme görülmüş ve didik didik edilmiş olmasına rağmen somut olarak kişiler hakkında kullanılabilecek nitelikli belgelerin sayısının çok az olduğu tespit edilmiştir. Ölümlere veya katliamlara doğrudan tanıklık edenlerin ifadelerini içeren belge sayısı çok azdır. Tanık ve konsolos raporlarında sözü edilen hemen bütün katliam bilgileri duyumlara dayanmaktadır. Belgelerin önemli bir kısmı da Patrikhane ve Taşnak siyasi propaganda bürolarının deklarasyonları<wbr>ndan ibarettir. Nitekim Malta'da tutuklu bulunan 144 Türk hakkında Amerikan arşivlerinde yapılan araştırma sonucunda hiçbir somut veriye ulaşılamamış ve R.G. Craigie, Lord George Curzon'a yazdığı 13 Temmuz 1922 tarihli yazıda delil teşkil edebilecek somut bir bilgiye ulaşamadığını belirtmiştir. Bu yüzden olsa gerek Türk Hükümeti tarafından resmen Ermenistan Cumhuriyetine önerilen ortak bir tarih komisyonu kurulması ve çalışma sonuçlarının her iki tarafça kabul edilmesi teklifi reddedilmektedir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(8) ABD Ulusal Arşivleri, Ermeni soykırımı İle ilgili çok kapsamlı ve doğru belgeleri bünyesinde barındırmaktadı<wbr>r. Özellikle de ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 59. kayıt grubu altındaki 867.00 ve 867.40 numaralı dosyalar kamuoyu ve ilgili kuruluşların kullanımına büyük ölçüde açıktır.</strong> </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Amerikan arşivlerinde bulunan belgeler çeşitli tasnifler altında toplanmıştır. Ermenilerin genelde iddialarını dayanak olarak kullandıkları koleksiyon "Dışişleri Bakanlığı Belgeleri" ve özellikle de "Türkiye'nin İçişleri"dir. Bu belgelerin büyük bir çoğunluğu Morgenthau'nun iki Ermeni tercümanının yorumuyla derlenmiştir. Ermeni siyasi propaganda bürolarının hazırladığı sahte tanık ifadeleri söz konusu raporlara girmiştir. Bununla birlikte özellikle konsolos raporlarındaki duyumlarla ilgili satırlar göz ardı edilerek bu belgeler okunduğunda tehcir operasyonun olumlu tarafları hakkında çok değerli bilgiler içerdikleri görülecektir. Mesela Halep'te bulunan J. Jackson'ın raporlarında Halep'e ulaşan Ermenilerin sayısının 500.000'lere ulaştığı, bunların kent içinde ve dışında evlere, köylere ve kamplara yerleştirildikleri, Cemal Paşa'nın yaptığı yiyecek yardımları, kampların yönetimi ve gelenlerin din, mezhep ve ulaşım vasıta çeşitlerine göre tasniflerinin yapıldığı görülmektedir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(9) 1913-1916 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'<wbr>nu nezdinde ABD Büyükelçisi olan Henry Morgenthau, aralarında Osmanlı İmparatorluğumun müttefiklerinin de yer aldığı çeşitli ülkelerin resmi görevlilerinin Ermeni soykırımına ilişkin protestolarını organize etti ve başını çekti. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Madde 9-10. da Morgenthau'nun kitabını soykırım iddialarını desteklemek için kullanmak bilimsel açıdan kınanacak bir durumdur. Amerikalı tarihçi Heath Lowry, Morgenthau'nun Hikayesi adını verdiği kitabında büyükelçinin iki Ermeni tercümanının raporları nasıl tahrif ettiklerini delilleriyle göstermiştir. Kaldı ki Morgenthau'nun eseri yerine onun Dışişleri Bakanlığına göndermiş olduğu raporların aslını kullanmak daha doğru ve bilimsel metotlara uygun bir yaklaşımdır. Diğer taraftan Morgenthau Anadolu'ya ayak basmış bile değildir ve kendisi fazlasıyla Ermenilerin davasına angaje olmuş bir kişidir. Kendisinden sonra İstanbul'da görev yapan Amiral Bristol de raporlarında Morgenthau'yu taraf olmakla ve katliam haberlerini abartılı olarak bildirmekle suçlamıştır. Morgenthau'nun eserinin 1918 yılında Paris Barış Konferansında Ermenistan delegasyonunun devlet kurma taleplerini desteklemek üzere yazılmış bir propaganda eseri olduğu kanaati bilim çevrelerinde hakimdir. </span></p> <p align="justify"><br /><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(10) Büyükelçi Morgenthau, ABD Dışişleri Bakanlığı'na Osmanlı İmparatorluğu hükümetinin politikasını "bir ırkın imha kampanyası" olarak açıkladı ve kendisine 16 Temmuz 1915'te Dışişleri Bakanı Robert Lansing tarafından "Bakanlık, Ermeni zulmünü durdurmak için (yürüttüğünüz)....prosedü<wbr>rünüzü onaylıyor" şeklinde bir talimat verildi. </strong><br /><br />Morgenthau'nun raporunda geçen bu tür ifadeler onun tercümanı Arshag Schmavonian ve sekreteri Hagop Andonian'ın ne kadar etkisinde kaldığını göstermektedir. Morgenthau'nun bu tespitlerini yaptığı günlerde henüz pek çok ilde sevk ve iskan faaliyeti ya başlamamış ya da birkaç hafta önce başlamıştır. Unutulmamalıdı<wbr>r ki Erzurum dışında pek çok doğu vilayetinden sevk 1Temmuz 1915 sonrasında başlamıştır. Harput'tan sevkıyat 4 Temmuz'da Elazığ'dan 1 Temmuz'da, Trabzon'dan 1 Temmuz'da ve Yozgat'tan 18 Temmuz'da sevk başlamıştır. Demek ki Morgenthau'nun raporunu kaleme aldığı Temmuz ayı, henüz yaşananları "bir ırkın imha kampanyası" olarak betimlemek için çok erkendir. Bu rapor, olsa olsa büyükelçinin ön yargısını anlamak bakımından uygun olabilir. ABD Dışişleri Bakanlığının söz konusu talimatı, kuşkusuz Büyükelçisinin bakanlığa verdiği raporlar doğrultusundadı<wbr>r. Henüz erken bir tarihte ABD Dışişleri Bakanlığının katliamların bir ırkın imhası boyutunda olduğuna kanaat getirerek bir talimat vermesi zaten mümkün değildir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(11) 9 Şubat 1916'da Kongre'nin hem Senato hem Temsilciler Meclisi'nde kabul edilen 12 sayılı kararında, ABD Başkanından, "bu ülkenin vatandaşlarının, o tarihlerde açlık, hastalık ve tarifsiz acılarla boğuşan Ermenilerin refahı için toplanmakta olan fonlara katkıda bulunarak onlara olan sempatilerini ifade edebilecekleri bir gün ayırmasının" önerilmesi kararlaştırdı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Robert Lansing'in bu önergesi de Amerikanın Ermeni kamplarındaki mültecilere yardım faaliyetine katkıda bulunmaya yönelik bir faaliyetin sonucudur. Dolayısıyla Lansing'in önergesinin Ermenilerin iddia ettiği gibi bir amaçla hazırlanmadığı açıktır. Zaten Dışişleri Bakanı Lansing, Başkan Wilson'a gönderdiği 21 Kasım 1916 tarihli yazısında Ermeni tehcirinin aslında Ermenilerin ihanetinden dolayı yapıldığı savunulmuştur. Ayrıca altı çizilmesi gereken bir nokta da şudur ki, o tarihlerde Müslüman köylü de aynı şartlardan muzdariptir. Justin McCarthy'in "Death and Exile" kitabında belirtildiği gibi Müslümanların kayıpları da 2 milyonun üzerinde olup, çoğu açlık ve salgın sebebiyledir. Hikmet Özdemir'in "Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918" kitabında belirtildiği gibi hastane kayıtlarına göre ordunun bile salgınlardan kaybı 401.859 kişidir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(12) Başkan Woodrow, bir Kongre kararıyla, Amerikan halkının evlatları sayılan 132.000 öksüz ve yetim dahil, Ermeni soykırımından kurtulanlara yardım temelinde 1915-1930 arasında $116.000.000'<wbr>lık bir tutara ulaşan ve "Yakın Doğu Fonu" olarak bilinen derneğin oluşturulmasını onayladı ve teşvik etti. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Öncelikle bu derneğin ilk oluşumu "Ermeni ve Süryanilere Yardım Komitesi" şeklinde olmuş ve kuruluşunda ABD İstanbul Büyükelçisi H. Morgenthau önemli bir görev ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu yardım komitesinin taşradaki üyeleri misyonerler ve fakat özellikle konsoloslar olmuştur. Mesela Halep koordinatörü konsolos J. Jackson'dır. Bu komite 1919 yılında aynı amaçla kurulan diğer fonları bir çatı altında toplayarak NER "Yakın Doğu Fonu" adını almıştır. Bu tasarıda vurgulanmayan husus, bu yardım kuruluşlarının Osmanlı hükümetinin destek, teşvik ve izniyle Ermeni ve diğer vatandaşlara yardım götürdükleridir. Savaşın başlangıcında Osmanlı Devleti yabancı kuruluşlarının Ermenilere yardım etmelerine, "tehcire karşı direnişin cesaretlendirilebil<wbr>eceği" ve mültecilerin her türlü ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Ancak devletin maddi olanaklarının yetersiz kalması üzerine bu dernek de dahil yabancı yardım kuruluşlarına sınırsız çalışma imkanı verilmiştir. Bu şekilde kampları yardım kuruluşlarına açmak bile aslında başlı başına Ermenilere karşı bir ırk imha politikası uygulanmadığına kanıttır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(13) 359 Sayılı, 13 Mayıs 1920 tarihli Senato Önergesi, "Senato Dış İlişkiler Komitesinin Alt Komitesi tarafından yürütülen oturumlarda alınan tanık ifadelerinin rapor edilen katliamların ve Ermeni halkının çektiği diğer mezalimlerin doğru olduğunu açıkça doğruladığını" ifade ediyordu. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Maalesef şimdi ve o dönemde Amerikalı politikacılar olaylara zaman zaman sırf Ermeni seçmenlerinin gözüyle bakmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Ermeni propagandası masum Ermenilerin barbar Türkler tarafından katledildiği şeklindeki masalı temsilcilerine kabul ettirmişlerdir. Kaldı ki kısmen bu tanıklık ifadelerinde doğruluk payı bile olsa, tarafsız bir ülke, Türk tanık ifadelerine de başvurmayı görev bilmelidir. Nitekim Ermeniler de doğu Anadolu'da 1914-20 arasında yüz binlerce Türk ve Müslüman öldürmüşlerdir. Amiral Mark L. Bristol, Türkiye'de görev yaptığı sırada Ermeni propagandaları<wbr>nın ne kadar hayal mahsulü olduğunu görmüştür. 12 Mart 1926 tarihinde yazdığı geçmişte olanları özetlerken şunları yazmıştır: "Rusların Doğu Anadolu bölgesine ilerlediği sırada Süryani ve Ermeniler Rusya saflarına katılmışlardır.Rusları<wbr>n ilk ve ikinci ileri harekatları sırasında Ermeni ve Süryaniler işgal edilen bölgedeki Müslüman nüfusa karşı intikam fırsatını kullanmışlardır. Ruslar özellikle Erzurum civarında Ermenilerin taşkınlıklarını ve şehrin Müslüman mahallelerinin büyük bir kısmının katledildiğini rapor ediyorlar. Ne kadar büyük boyutta taşkınlıklar yaşandığı belki hiç bilinmeyecektir. Fakat Ermeni ve Süryanilerin kuvvetlerini Rusya ordusu ile birleştirdikleri güneye doğru olan bölgede, Amerikalılardan aldığım raporlara göre, Hıristiyanlar Müslüman nüfusu tamamen imha etmişler,o kadar ki, yörede "yaşayan tek bir canlı hatta köpek, kedi, tavuklar bile kalmamıştır" (NARA 767.90g15). Ne var ki raporların bu kısımları Ermeni yazarlar tarafından özenle ve gayri ahlaki boyutlarda gizlenmektedir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(14) Önerge, General James Harbord tarafından yönetilen Ermenistan Amerikan Askeri Misyonu Senatosuna gönderilen ve "tecavüz, ihlal, işkence ve ölüm yüz güzel Ermeni vadisinde unutulmayacak hatıralar bırakmıştır ve o yörede gezenler bütün devirlerin bu en muazzam cürümünün delillerinden kendilerini pek uzak tutamazlar" diye yazan 13 Nisan 1920 tarihli raporun ardından geldi. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">General Harbord görevi gereği gerçekleri öğretmek için gittiği Doğu Anadolu'da pro-ermeni bir kişi olmasına rağmen Müslüman köylülerin Andranik'in yaptığı mezalimleri duyduğunda çok etkilenmiş ve raporunda bunları da yazmıştır. Bununla birlikte Ermeni tarihçiler onun Ermenilerin mezaliminden bahseden satırlarını görmemezlikten gelmektedirler. Nitekim Harbord yapılan bütün propagandalara rağmen "Ermenistan'ı<wbr>n mandasını üstlenecek devlet, aynı zamanda, Anadolu, Rumeli, İstanbul ve Kafkasya'nın da mandasını üzerine almalıdır" şeklinde rapor hazırlayarak kongrenin salt Ermenistan'ın mandasını üzerine alma yönündeki görüşünün değişmesinde rol oynamıştır.<br /><br /><strong>(15) ABD Holokost Anma Müzesi'nde de gösterildiği gibi, Adolf Hitler, komutanlarına 1939'da Polonya'ya saldırı emri verdiğinde kendisine yöneltilen eleştirileri "Bugün Ermeni soykırımını kim hatırlıyor" diyerek bertaraf etmiş ve Yahudi soykırımının önünü açmıştı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Tasarı'da Adolf Hitler'in sözüne sığınılması da (madde 15) tam bir aldatmacadır. Ermeni bilim adamı Dr. ROBERT JOHN, Amerikalı bilim adamı Heath Lowry ve Türk bilim adamı Türkkaya Ataöv bu sözün bir sahte alıntı olduğunu ispatlamışlardı<wbr>r. Nürnberg'de Hitler'e atfedilen hiçbir konuşma metninde bu alıntı bulunamamıştır. Mahkeme Alman Askeri kayıtları arasında Hitler'in 22 Ağustos 1939 günü ordu komutanlarına yaptığı konuşmanın iki versiyonunu dosyaya almıştır. Bunlar US-29/786 PS ve US-30/1014 PS sayılarını taşımaktadır. Her iki belgede de Ermenilerden söz edilmemektedir. Maalesef pek çok bilim adamı benzeri Ermeni yalanlarını tespit etmelerine rağmen dile getirememekte, eleştirememektedirle<wbr>r. Çünkü Ermeni diasporasının fanatikleri Atatürk'e atfedilen bir yalan röportajı ortaya çıkardı ve eleştirdi diye, The Armenian Review dergisinin editörünü işten attırmıştır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(16) Soykırım sözcüğünü 1944 yılında ilk olarak kullanan Raphael Lemkin, BM Soykırımı önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin ilk savunucularındandı<wbr>. Lemkin, Ermeni meselesini 20. yüzyıla ait kesin bir soykırım örneği olarak tanımlıyordu. </strong></span></p> <p align="justify"><br /><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Rafael Lemkin'in bu soykırım suçunu tanımlarken "Hitler'in Yahudilere ve Türklerin Ermenilere yaptıkları gibi....bütün milli, ırkî veya dinî grupların sistematik imhası" ibaresini kullanması günümüzde hiçbir şey ifade etmemektedir. Çünkü Lemkin bir tarihçi değildir ve hukuki tanımı sahip olduğu bilgiler doğrultusunda yapmaktadır. Elindeki bilgilerin Ermeni görüşleri doğrultusunda olduğu açıktır. Ayrıca o günden beri yapılan çalışmalar Ermenilere yapılan sevk ve iskan operasyonunun tanımda yer alan unsurlara uymadığını ortaya koymuştur. Lemkin'in tanımı yaptığı dönemde Ermeni tehciri hakkında bilgi ve belge çok azdır ve bilimsel çalışmalar son derece sınırlıdır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(17) Soykırımla ilgili ilk karar BM tarafından Lemkin'in önerisi üzerine 11 Aralık 1946'da benimsendi. BM Genel Kurul kararı (96) ve BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi, BM'nin mevcut hükümlerini yasalaştırarak benzer suçları önleme ve cezalandırma amacıyla Ermeni soykırımını bir suç olarak tanımladı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Ermenilerin hemen her tasarıda yer verdiği bu iddia etkileyici olmakla birlikte, tamamen asılsızdır. "Ermeni soykırımı" BM tarafından asla kabul edilmemiştir. Bilakis 1948 sözleşmesinin geriye işlemediği hem sözleşmede hem de Ermeni yanlısı olarak hazırlanıp BM'ye sunulan raporlara karşı yapılan eleştirilerde dile getirilmiştir. 1985'te toplanan Alt Komite (yukarıda da değinildiği gibi) soykırım iddialarına karşı ortaya konulan deliller ışığında raporu kabul etmeyi reddetmiş ve "not" etmekle yetinmiştir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(18) 1948 yılında BM Savaş Suçları Komisyonu Ermeni soykırımı hakkında 'insanlığa karşı suçlar terimini kesin olarak karşılayan fiillerden biridir' tanımıyla Nurenberg Mahkemeleri için bir öncül olarak kullandı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Tasarının bu maddesi de Ermeniler tarafından sıklıkla işlenen bir yanlış yoruma dayanmaktadır. Öncelikle ifade etmek gerekir ki Nüremberg mahkemelerinde sanıklar insanlığa karşı işlenen suçlardan ceza almışlardır. Zaten aksi de mümkün değildir çünkü soykırım sözleşmesinin kabul tarihi 1951 yılıdır. Nitekim BM Ekonomik ve Sosyal Kurulu, İnsan Hakları Komisyonu, Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu 1985 yılında 1915'te Osmanlı İmparatorluğu'<wbr>nun Doğu Anadolu bölgesindeki olayları soykırım olarak tanımamıştır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(19) Komisyon, "Sevr Barış Antlaşması'nın 230. maddesinin hükümlerinin, 1915'teki İttifak Devletleri beyannamesiyle uyum içinde...Türk topraklarında Ermeni veya Rum asıllı Türk vatandaşlarına karşı işlenmiş suçları" kapsadığını belirtiyordu. Bu nedenle, bu madde, Tokyo ve Nuremberg sözleşmelerinin 6c ve 5c maddelerine göre "insanlığa karşı suçlar" kategorilerinden birine örnek teşkil etmektedir. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Önceki maddede açıklandığı gibi Nuremberg mahkemeleri, II. Dünya Savaşı sırasında işlenen suçlar için mağlup hükümetleri cezalandırmak üzere Müttefik devletler tarafından kurulmuştur. Bu mahkemelerin davaları "soykırım davaları" değildir. Dolayısıyla Nuremberg ve Tokyo Sözleşmelerinin 6c ve 5c Maddesi Ermeni tezleri açısından asla emsal oluşturamaz. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(20) 8 Nisan 1975'te kabul edilen Temsilciler Meclisi kararı (148) ile "Bu yılın 24 Nisan'ı 'insanların insanlara insanlık dışı davranışının hatırlanmasının ulusal günü' olarak düzenlenmiştir. ABD Başkanı bugünün tüm soykırım kurbanlarını, Özellikle de Ermenilerin hatırlanması için Amerikan vatandaşlarını çağırmaya yetkili kılınmış ve bu çağrıda bulunması kendisinden istenmiştir" denmiştir. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Ne yazık ki Ermeni propagandaları<wbr>nın etkisiyle alınan bu karar gereği ABD Başkanları I. Dünya Savaşında çeşitli sebeplerle ölen Osmanlı vatandaşlarını etnik ve dini bakımdan ayrıma tutmakta ve sadece Ermeni ölüler için anma gününde konuşma yapmaktadır. Ölüleri dinleri ve etnik kökenleri nedeniyle siyaset konusu yapmak medeni insanlara ve ülkelere yakışmasa gerektir. Kaldı ki ABD Başkanları soykırım sözcüğüne bugüne kadar konuşmalarında yer vermemişlerdir. Bu isabetli bir yaklaşım tarzıdır, çünkü olayların hangi şartlarda yaşandığını konu alan "Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917" adlı çalışmamızda, açık bir şekilde sevk ve iskanın sistematik, planlı bir yok etme planının uygulaması olmadığı kanıtlanmıştır. Bu çalışmamız özellikle konsolos ve misyoner raporlarına dayanmaktadır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(21) Başkan Ronald Reagan 22 Nisan 1981 tarihli 4838 no'lu kamuoyu açıklamasında kısmen, Ermeni soykırımı, Kamboçya soykırımı ve Yahudi soykırımından çıkarılan derslerin asla unutulmaması gerektiğini" belirtti. </strong><br /><br />Ermenilerin ABD'de güçlü bir lobi faaliyeti olduğu bilinmektedir. Ayrıca Boston ve Massachusetts ve California Eyaletlerinde çok sayıda Ermeni yaşıyor olması buradaki senatörleri Ermeni tezlerine sıcak bakmaya yöneltmektedir. Başkanlar da politikacılardan farksızdır ve seçmen kitlelerinin taleplerini göz ardı edemezler. Üstelik Ronald Reagan'ın konuşma yazarı Ermeni asıllı bir ABD vatandaşıdır. Bu yüzden Ronald Reagan'ın kişisel olarak soykırıma inandığını belirtmesi sürpriz teşkil etmez. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(22) 10 Eylül 1984'te kabul edilen Temsilciler Meclisi kararı (247) ile "Bu yılın 24 Nisan'ı 'insanların insanlara insanlık dışı davranışının hatırlanmasının ulusal günü' olarak düzenlenmiştir. ABD Başkanı bugünün tüm soykırım kurbanlarını, özellikle de 1,5 milyon Ermeni'nin hatırlanması için Amerikan vatandaşlarını çağırmaya yetkili kılınmış ve bu çağrıda bulunması kendisinden istenmiştir" denmiştir </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Böyle bir karar alınmış olsa bile ABD Başkanı bu talep doğrultusunda 24 Nisan gününü "Ermeni soykırım günü" olarak kabul etmeyi ve anmayı reddetmiştir. Temsilciler Meclisinin kararı elbette siyasi nitelikli bir karardır ve doğru olup olmaması çok az imza sahibini ilgilendirmektedir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(23) 1985 yılı Ağustos ayında, ABD Ayrımcılığı Önleme ve Azınlıkları Koruma Alt Komisyonu 14/1 oyla, "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve cezalandırılması Sorunu" adlı bir çalışma raporunu kabul etti. Bu raporda "Nazi sapkınlığı 20. yüzyıldaki tek soykırım olayı değildir. Diğer örnekler arasında "1915-1916'da Osmanlı İmparatorluğu'<wbr>nun Ermenileri katliamı" gösterilebilecek örnekler arasına girebilir, deniyordu. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Tasarının en ciddi yalanı ise BM İnsan Hakları Komitesinin bir raporunun 1915-1916 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından katledilmesini kabul ettiğine dair bir raporu kabul ettiğidir. Mr. Whitaker raporu olarak hazırlayanın adıyla anılan bu rapor alt komitede kabul edilmemiştir. Tam tersine komite raporu teslim almayı "alındı" sözcüğünü taslaktan silerek (Dosya E/CN.4/1986/<wbr>5-E/CN.4/<wbr>Sub.2/1985/<wbr>57; Para.57) reddetmiş, bunun yerine "not alındı" şeklinde özel rapora (E/CN.4/1986/<wbr>5 E/CN.4/Sub.2/<wbr>1985/57 sayfa 99. para 1). Maalesef bu kuyruklu yalan bilimsel toplantılarda bile karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca taslak 10 leyhte, 6 karşı ve 6 çekimser oy ile İnsan Hakları Komitesine sunulmamıştır. Diplomatik ve hukuki açıdan bakıldığında Mr. Whitaker raporu kabul edilmemiş "not" edilmiş ve daha yüksek karar organına transferi reddedilmiştir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(24) Bu raporda "Birtakım tanık ve bağımsız otoritelerin söylediklerine göre Ermeni nüfusunun muhtemelen yarısından fazlasını teşkil eden 1 milyon kişi öldürülmüş ya da ölümcül koşullarda tehcir edilmiştir" deniyordu. Bu durumu, ABD, Almanya ve İngiltere arşivlerindeki ve Osmanlı İmparatorluğu'<wbr>nun müttefiki Almanya'nın o dönemki diplomatları da dahil raporları doğrulamaktadı<wbr>r. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Mr. Whitaker'in raporunun Ermeni tarihçilerin görüşleri doğrultusunda hazırlandığı açıktır. Nitekim alt komite toplantısına ABD temsilcisi Mr. Carey bile "bütün mevcut kaynakların dikkate alınmadığı ve bu sorun titiz bir şekilde derinlemesine incelenmemiştir.<wbr>...Soykırım sorunu yeterince titizlikle ele alınmamıştır". Aynı komitedeki toplantı da Fransa temsilcisi Mr. Joinet "Mr. Whitaker'in raporu hakkındaki tartışma aslında tarih hakkında bir tartışmadır" demiştir. Nitekim 1. madde hakkındaki yorumumuzda bir milyon rakamının bir duyumdan ibaret olduğu ve tehcirin ilk günlerinde gündeme geldiği belirtilmiştir. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(25) ABD Soykırımı Anma Konseyi (bağımsız bir federal teşekkül) oybirliğiyle 30 Nisan 1981'de kendi müzelerinde Ermeni soykırımına yer vermeyi kararlaştırdı ve o günden beri de yer vermektedir. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Müze yetkililerinin Ermeni propagandası ve baskısı altında aldığı bu karar "soykırım tezini" güçlendiren veya realiteye dönüştüren bir karar olarak değerlendirilemez.</span> </p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(26) ABD Columbia Bölgesi Temyiz Mahkemesi'nce 1993'te ortaya konan, Ermeni soykırımıyla ilgili eldeki dokümanların muğlak olduğuna ilişkin iddia ABD'nin uzun dönem politikasına uymayacağı gerekçesiyle geri çekildi. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Türk tarafının tarihi olaylar hakkındaki görüşleri alınmadan alınan her karar gibi bu kararın da bağlayıcılığı yoktur. Bu ve benzeri kararlar Ermeni tarihçilerin ortaya koyduğu veriler ışığında alınmaktadır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(27) 5 Haziran 1996'da Temsilciler Meclisi yabancı yardımlar ve uluslararası dış ticaretle ilgili 3540 kanunda değişiklik yaparak, Türkiye Hükümeti'nin Ermeni soykırımını tanıyıp kurbanlarını onurlandırıncaya kadar Türkiye'ye yapılan yardımlarda 3 milyon dolarlık bir kesinti yapılması kararlaştırıldı. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Yine bu karar da, Ermeni propaganda faaliyetlerinin Temsilciler Meclisinde etkili lobisi sayesinde alınmıştır. Politikacılar maalesef gerçeklerle ilgilenmemekte, çok az bilgi sahip oldukları konularda bile oy kaygısıyla yanlı hareket edebilmektedirler. Zaten Türkiye de soykırımı tanıma şartı getiren hiçbir yardımı kabul etmeyecek kadar bu konuda kesin politika sahibidir.<br /><br /><br /><strong>(28) Başkan William Jefferson Clinton 24 Nisan 1998'de "Bu sene geçmişte de olduğu gibi Amerikan Ermenilerini tarihin en üzgün bölümlerinden biri olarak anacağız. Bu anma, yurdundan edilmeler ve 1,5 milyon Ermeni için yapılacaktır" demişti. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Görüldüğü gibi Başkan Clinton katliam ve tehcirden söz etmekte ama yaşanan trajediyi "soykırım" olarak tanımlamamaktadı<wbr>r. Soykırım hukuki çerçevesi çizilmiş bir suçtur ve 1948 BM Sözleşmesi ile koşulları ortaya konulmuştur. Başkan Clinton hukuki bakımdan Ermenilerin yaşadıklarını soykırım olarak açıklayan her hangi bir karar olmadığının farkında olarak "soykırım" sözcüğünü kullanmamaktadı<wbr>r. Kaldı ki katliam ile soykırım hukuken çok farklı kelimelerdir. Katliam her zaman her toplumda görülebilecek adi vakalardır. </span></p> <p align="justify"><br /><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(29) Başkan George W. Bush ise 24 Nisan 2004'te "Bugün 20. yüzyılın en korkunç trajedilerinden birinin anılmasına ara vereceğiz. 1,5 milyon Ermeni'nin sürülerek öldürülmesini hatırlamak amacıyla saygı duruşundayız" dedi. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Yine burada da yaşananlar trajedi olarak nitelendirilmektedi<wbr>r. Savaşın kurbanları karşısında saygı duruşuna geçmek her insanın insanlık görevidir. Ermeni tasarısının başlangıcından beri iddia ettiği ise olayları soykırım olarak nitelendirilmiş göstermeye çalışmaktadır. ABD Başkanlarının bile hukuken olayları "soykırım" olarak tanımamış olmaları aslında bu tasarının başından beri çelişkili olduğunu ortaya koymaktadır. </span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;"><strong>(30) Ermeni soykırımının uluslararası alanlarda tanınıp kabul edilmesine rağmen yerli ve uluslararası otoritelerin soykırımı cezalandırmadaki başarısızlıkları benzeri soykırımların olmasına ve gelecekte de olabilmesine bir nedendir ve Ermeni soykırımını tanımak gelecekte soykırımın önlenmesi için tek çözümdür. </strong></span></p> <p align="justify"><span style="font-family:Verdana;font-size:85%;">Maalesef bunu söyleyenler 26 Şubat 1992'de Hocalı'da bir katliam yapmış, 180.000 Azeri'yi Karabağ ve çevresinden tehcir etmiş ve Azerbaycan topraklarının %20'sini işgal ederek bir milyondan fazla insanı "kaçgın" durumuna düşürmüştür. Bu insanlar hala "ölecek bir vatanımız bile yok" diyerek sefil şartlarda kendilerine hükümet tarafından tahsis edilen gayri sıhhi evlerde günlük 30 dolarla yaşamaya çalışmaktadırlar. Azerbaycanlılar kendilerine yapılan muameleyi bir soykırım olarak nitelendirmektedirl<wbr>er. Demek ki kendilerine soykırım yapıldığını iddia edenler bile soykırım yapabilmektedirler. Bu haliyle tasarının Ermenilerin yaptığı mezalime ve Hocalı katliamına engel olmamış olması düşündürücüdür.</span></p></span></div></td></tr></tbody></table></td></tr></tbody></table>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-36940860.post-10907142153806851642007-09-16T08:37:00.000-05:002007-09-16T08:46:22.787-05:00Enver ve Cemal Pasa'yi da Ermeniler oldurmus<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHwr_RCFWZsVjv6Df1k4TNv3Dm7-50e8rwm7nnzkotGYUpEFgfYizgKYMZas6paWLaZZEDwZDyQLoFtYTs0Jw3yl677oDc5_KytSo6kGeZkeu4iS41bWaBmexR5bkcDePClaYAfw/s1600-h/Enver-Talat-Celal+pasa.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5110797653453562050" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHwr_RCFWZsVjv6Df1k4TNv3Dm7-50e8rwm7nnzkotGYUpEFgfYizgKYMZas6paWLaZZEDwZDyQLoFtYTs0Jw3yl677oDc5_KytSo6kGeZkeu4iS41bWaBmexR5bkcDePClaYAfw/s320/Enver-Talat-Celal+pasa.jpg" border="0" /></a><br />Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Hikmet Özdemir'in, Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa'nın 1921 ve 1922 yıllarında Ermeni suikastçılar tarafından öldürülmesini yabancı ve yerli belgelerle incelediği "Üç Jöntürk'ün Ölümü" adlı kitabı yayınlandı. Kitapta yer alan belgelere göre, Talat Paşa gibi, iddiaların aksine Cemal ve Enver Paşaların da Ermeniler tarafından öldürüldükleri ortaya çıktı. Remzi Kitapevi tarafından basılan "Üç Jöntürk'ün Ölümü" adlı 336 sayfalık kitapta, Ermeni suikastçıların 1980'lerde Türk diplomatlarına yönelik saldırıları da yer aldı. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni "bir siyasi tavır ve okul olarak vatansever hareket" olarak tanımladığı "Üç Jöntürk'ün Ölümü" kitabında, İttihat ve Terakki liderliği ile Ankara'daki Kemalistler arasındaki iktidar mücadelesinin yanı sıra, Ermeni suikastçıların Talat Paşa, Cemal Paşa ve Enver Paşa'yı nasıl öldürdükleri de belge ve mektuplarla detaylı biçimde anlatılıyor.<br /><br />ONLARI UNUTANI UNUTMAK GEREK<br />Prof. Dr. Özdemir, kitabın sunuşu niteliğindeki 25 sayfalık değerlendirmesinin son bölümünde şunları söylüyor: "Atatürk'e yürekten bağlı bir akademisyen olarak, İttihat ve Terakki'yi diriltmek ve onun yönetimlerini benimsemek gibi bir siyaset anlayışının kesin olarak karşısındayım. 1920-1926 döneminde Kemalist-İttihatçı ilişkileri bu açıdan da değerlendirilmelidir. Üç Jöntürk'ün Ölümü'nde aktarılan mektuplar, Kemalist ve İttihatçı liderler arasında bir ilişkinin değil, kıyasıya ve çok şiddetli mücadelenin varlığını kanıtlamaktadır. İttihatçılar ve Kemalistler arasında çok ciddi bir ayrım bulunduğunu düşünmekteyim. Fakat, çok dramatik bir tarihi gerçeğin de bilincindeyim: Ermeni suikastçılar tarafından bir mistik 'kör inanç' adına katledilen, Talat, Cemal, Enver ve dava arkadaşları (ve elbette 1980'lerde yurtdışındaki görevlerinde katledilen diplomatlarımız) Türk Ulusu'nun vicdanlarına emanet edilmiş şehitlerdir. Onları unutanları unutmak gerekir, diye düşünüyorum. Üç Jöntürk'ün Ölümü, onları unutmamak adına bir mütevazı katkı mı bilemiyorum?"<br /><br />EN ÇOK SALDIRI FRANSA DA GERÇEKLEŞTİ<br />Talat, Cemal ve Enver Paşa'ya yönelik suikastların nasıl planlandığı, hangi istihbarat örgütleri ve ülkelerin rol oynadığı irdelenen kitapta, özellikle Talat Paşa cinayetinde Almanya'daki yargılamayla ilgili tartışma yaratacak yeni belgeler ve bilgiler yer alıyor. "Üç Jöntürk'ün Ölümü" kitabındaki istatistiklere göre, 1970'lı yıllardan 1984'de kadar Türk diplomatlarına karşı en çok saldırı Fransa'da yaşanıyor. Türk diplomatlarına yönelik saldırıların ülkelere göre dağılımı şöyle : "Fransa (37), İsviçre (25), İtalya (20), Lübnan (17), ABD (15), Türkiye (14), İspanya (11), İran (10), Belçika (5), İngiltere (5), Kanada (5), Danimarka (4) Yunanistan (4), Batı Almanya (4), Avusturya (3), Hollanda (2), Portekiz (2), Avustralya (1), Irak (1), SSCB (1), Bulgaristan (1), ve Yugoslavya (1)" (ANKA)<br /><br />Haberin orjinali:<br /><a href="http://www.sabah.com.tr/haber,338FA40DAFD24F7AB48C4FC23654C548.html">http://www.sabah.com.tr/haber,338FA40DAFD24F7AB48C4FC23654C548.html</a>Unknownnoreply@blogger.com