Perşembe, Eylül 20, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -16-

Atatürk’ün kötü gün dostları

Kimi dara düştüğünde, kimi canına kast edildiğinde yetişti. Sıkıntılı İstanbul günlerinin dert ortağı olan İğneciyan, Mustafa Kemal’in ölümüne ancak iki gün dayanabildi; 12 Kasım 1938’de vefat etti. İstanbul’a Çanakkale’nin muzaffer komutanı olarak dönen Mustafa Kemal, Şişli’deki evinde maddi sıkıntı içinde geçen günlerine çok az insanı ortak etti. Onlardan biri İğneciyan adında bir Ermeni’ydi. İğneciyan, Mustafa Kemal’in dar zamanlarında, yardımına ilk koşan kişiydi. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya geçmesi herkes gibi İğneciyan’ın da hayatını değiştirdi. İstanbul hükümeti memurlarınca tutuklanan ve Malta’ya gönderilen İğneciyan’ın bütün servetine el kondu. Beş parasız, aç ve açıkta kalmıştı. Malta’dan döndüğünde kızıyla birlikte Yedikule’de bir gecekonduya sığındı. DUYGUSAL BULUŞMA İğneciyan, hayatını değiştirecek haberi yıllar sonra, 1927’de aldı; Atatürk İstanbul’daydı. Eski dostunu görmek için kendisini heyecanla Dolmabahçe Sarayı’na attı. Yaşadıklarını, uğradığı haksızlığı anlatacaktı. Kapıdaki nöbetçilere, “Adım İğneciyan’dır, ben, Gazi’nin eski dostuyum, onu görmek istiyorum” dedi ama ikna etmeyi başaramadı. Kılık kıyafetine bakıp söylediklerini inandırıcı bulmayan nöbetçiler, her gelişinde İğneciyan’ı saraydan uzaklaştırdı. Bir gün İğneciyan Atatürk’ün saraydan çıkış anına rastladı. Etraf kalabalıktı. Mustafa Kemal’in kapıda belirince İğneciyan’ın kızı atladı, kalabalığı yarıp otomobiline binmek üzereyken yanına yaklaşmayı başardı. Mustafa Kemal’in “Kim bu kız?” sorusunu da kendisi yanıtladı: “Ben İğneciyan’ın kızıyım, Gazi Hazretleri...” Mustafa Kemal kıza hemen eski dostunu sordu. “İçeriye sokmuyorlar” cevabını alınca, çağırttı. İğneciyan başından geçenleri anlatırken, Mustafa Kemal’in gözleri doldu. Araştırma yaptırdı; aynen İğneciyan’ın anlattığı gibi bütün malı mülkü haksız yere elinden alınmıştı. Mustafa Kemal hepsinin iadesini sağladı ve İğneciyan’a maaş bağlattı. Mustafa Kemal’in ölüm haberi, eski dostunu yatağa düşürdü. İğneciyan ancak iki gün yaşabildi; 12 Kasım 1938 günü vefat etti. HAYATINI KURTARDI Şam’da görevli olduğu yıllardı. Mustafa Kemal uyurken çadırını yırtmaya çalışan bıçaklı üç kişinin saldırısını bertaraf eden kişi Garabed Tombalyan’dı. Mustafa Kemal, güvenini kazanan Tombalyan’ı Halep’e para götürmekle görevlendirdi. Heyetleri saldırıya uğrayınca Tombalyan paraları alıp Şam’a geri getirmiş, Mustafa Kemal’e teslim etmişti. Tombalyan’ın sadakatinden emin olan Mustafa Kemal, onu yanından hiç ayırmadı. Tombalyan da İğneciyan gibi Atatürk’ün ölümüne uzun süre dayanamadı ve bir ay sonra 1938’in Aralık ayında vefat etti. Andon Tıngır Yaver Paşa, Kuvayı Milliye’ye yetişemedi ama Osmanlı ordusunda çok kritik görevleri başarıyla yerine getirdi. Başkomutan Serdar Ömer Paşa’nın tercümanı olarak devletin bütün güvenlik sırlarının toplandığı kişiydi. Osmanlı Orduları Başhekimi olan Sarkis Garabetyan 1828’de Yusuf Paşa ile birlikte esir edildi... Türkiye Ermenileri tarihinde geniş bir yere sahip olan Düzçelebiler’e mensup Agop Düzçelebi, Darphaneye teknikte sınıf atlatan kişiydi. Selimiye Kışlası, Tophane’deki Nusretiye Camii, Beyazıt’ın ünlü Yangın Kulesi, Yıldız Köşkü, Ortaköy Camii, Ihlamur Köşkü, Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’nın şaheser niteliğindeki cephesine attıkları imza ile nesillerce saray başmimarlığı yapan Balyan ailesinin bıraktığı iz “silinemez” nitelikteydi. İFTİRACILARA EN İYİ CEVAP Velhasıl her birimiz kim bilir kaç kere alkışladık onları; gururla ve coşkuyla; Naşid Özcan’ı, çocukları Adile Naşit-Selim Naşit’i, her gördüğümüzde yüzümüzde sıcak bir tebessüm oluşturan Nubar Terziyan’ı, Sami Hazinses’i “Horoz Nuri” (Vahi Öz)yi, Toto Karaca’yı... Ay-yıldızlı bayrağımızı hem kendisi şeref kürsüsünde dalgalandıran hem de Cemal Kamacı gibi şampiyonlar yetiştiren Garbis Zakaryan’ı, milli sporcularımız Harutyan Artan’ı, Zareh Kalpakcıyan’ı, Sarkis Güllap’ı, 1912 Stockholm Olimpiyatlarına kendi paralarıyla gidip kazandıkları madalyayı Türk Milleti’ne armağan eden Vahram Papazyan ve Mıgırdiç Mıgıryan’ı... On beş gündür biz anlatıyoruz, gelin Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden biri Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan) yapsın bu yazı dizisinin finalini: “Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan bir adama ne denir? Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de bir Türk’sün.” ASALA terörünü kınamak için kendini yaktı Hastane odasında sargılar içinde yatan adam acıyla kıvranarak birşeyler söylemeye çalışıyor başucunda bekleyen doktorlara: “Bunlar hep emperyalistlerin oyunudur... Onlara ibret olsun istedim... Gayeleri Ermenileri rahatsız edip Türkiye’yi harbe sürüklemek... Aslında Fransız Konsolosluğu’nun önünde yakacaktım kendimi... Çünkü zamanında bunlara cezalarını verseydi böyle şımarmayacaklardı. Orada intihar edecektim... Sonra düşündüm “Bunlar zaten onları tutuyor” dedim, vazgeçtim. Çok sevdiğim Atatürk’ün huzuruna geldim... Vatanım, milletim için her şeyi yaparım... Yalvarırım bütün dünya birleşip bunların kökünü kazısın... Allah Türkiye Cumhuriyeti’ne sabır versin!..” Kesik kesik söylenen bu cümlelerin sahibi Artin Penik’ti. 7 Ağustos 1982 günü Esenboğa Havalimanı’nda 8 kişinin öldüğü, 72 kişinin yaralandığı ASALA eylemini ve Ermeni terörünü protesto etmek istemişti. En “ibret verici” yolun intihar olduğuna karar verdi! 10 Ağustos 1982’de “Atatürk’ün huzuru” dediği Taksim Meydanı’na gitti. Üzerine boca ettiği bidon dolusu benzinin alev alması ve bütün bedenini tutuşturması için bir çakmağı bir kere çakması yetti... Derhal hastaneye kaldırılan Penik saatlerce ameliyatta kaldı, -1 derece suda yıkandı, doktorlar günlerce çabaladı ancak kurtarılamadı. 15 Ağustos 1982’de gözlerini bir daha açmamak üzere kapadı...

ERMENİ MEZALİMİ -15-

Bizim Ermeniler!..
Türk Milleti’nin kurtuluşu için savaştılar, İstiklal Madalyası kazandılar. Saruhan Milletvekili Necati Bey’in 29 Kasım 1920 günü TBMM’ye sunduğu İstiklal Madalyası Kanun Tasarısı 4 Nisan 1921’de yürürlüğe girdi. Kanuna göre “bu madalyanın sahiplerine bütün memurlar, askerler, zabıta ve diğerleri özel hürmette bulunacak” tı. Çünkü onlar 15 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922 tarihine kadar sürdürülen mücadelenin kahramanları, fedakarlarıydı. ASKERİMİZE DEVEYLE CEPHANE TAŞIDILAR Ön yüzünde ilk TBMM binası ile büyük zaferi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu müjdelen ışık huzmeleri ve milli mücadelenin karargahı Ankara silueti, Kurtuluş Savaşı’yla özdeşleşmiş kağnıyla mermi taşıyan kadın tasviri, arka yüzünde ise Misak-ı Milli sınırlarını gösteren bu anlamlı madalya toplam 95 bin 261 kişiye verildi ve onlardan 13’ü Ermeni’ydi; Ohannes Erkan, Stepan Talaşlıoğlu, Kiyork Gülsöken, Agop Ayık, Karabet Ayvat, Hrant Kiremitçi, Karabet Kargıcı, Ohannes Özçınar, Artin Gülükyan, Petir Sevinç, Vahan Keleşoğlu, Ohannes Kasparyan ve Agop Özel... On dört gün boyunca size ihanetin, cinayetin, vahşetin hikayesini anlattık; başrolde Ermeni komitacılar, çeteler, teröristler, işbirlikçiler, hainler, katiller vardı... Bugün ise “özel hürmette” bulunduğumuz bu 13 kahramanı ve “milleti sadıka” nın diğer sembol isimlerini anacağız. Kendisini kağnıya süren “Elif” ten farkı yoktu Ohannes Özçınar’ın çabasının. Yozgat’tan Kayseri’ye develerle askerimize cephane taşıdı. Yaralandı, üç ay hastanede yattı. Isparta doğumlu Karabet Kargıcı hayvancılıkla uğraşıyordu. Milli mücadele başlayınca babası Kirkor’la beraber cepheye koştu. Esir düştü, sonradan kurtuldu. Kurtuluş Savaşı başladığında İstanbul’da Selimiye kışlasındaydı Artin Gülükyan, Kuvayı Milliye’ye katıldı, tezkeresini Diyarbakır’da aldı. Karabet Ayvat marangozdu. Yunan işgali sırasında Garp cephesinde sonra ise Ankara’da cephe gerisinde görev yaptı. Kurtuluş savaşında sığınakların, karargahların yapımı, bakımı, onarımı Eskişehir’deki askeri inşaatlarda görevli Ohannes Erkan’a emanetti. Agop Ayık, Kırşehir ve Eskişehir’deki taburlarda mücadele etti. BU VATAN İÇİN KAN DÖKTÜLER Agop Martayan (Dilaçar) Atatürk’le ilk olarak Şam’da karşılaştı. Yedek subay olarak katıldığı Kafkas Cephesi’de kahramanca savaşmış, yaralanmış, madalya ile ödüllendirilmişti. Bütün azınlık subayları gibi onun da yeni adresi Güney Cephesi’ydi. Halep yolunda karşılaştığı Hintli albay ile İngiliz askerlere tercümanlık yaptığı için “casusluk” suçlamasıyla gözaltına alındı. Martanyan’ın “hesap vereceği” kişi Mustafa Kemal’di. Agop’la ilgili rapordan geçmişine ilişkin ayrıntılı bilgi sahibi olan Mustafa Kemal sordu: - Nasıl oldu da kaçmadın? Kolaylıkla kaçabilirdin... - (Kafkas Cephesi’nde aldığı madalyayı göstererek) Bu vatan için kan dökmüşüm, bu madalya sahte değildir. - Kafkas Cephesi’nden kaçmayan her halde Şam sokaklarından kaçacak değildir. Emir buyurun süngüyü çıkarsınlar. TÜRK DİLİ ONA EMANET Martayan savaştan sonra kendisini bilime adamı. O tarihe kadar hep yabancı uzmanlarca incelenmiş olan Orhun Abidelerini bu topraklarda ilk okuyan, çözen, anlatan kişiydi; keza Kutadgu Bilig’i de. Martayan’ın Atatürk’ün dikkatini ikinci kere çekmesi de bu sayedeydi; “Türk Yazıtlarının 1200. Yıldönümü” adlı yazı dizisinin yayınlanmasından sonra Martayan Sofya’dan Türk Dil Kurultayı’na davet edildi. Göç ettiği için “vatandaş” değildi; vize alabilmesi söz konusu değildi. Atatürk Martanyan’ı kurultaya “özel davetlisi” olarak getirtti. 25 Eylül 1932’de 1. Türk Dil Kurultayı’na katılan Martanyan TDK başuzmanlığına atandı. Dilaçar soyadını da alanındaki çalışmalarından dolayı Atatürk’ten aldı. Ondan başka İstepan Gurdikyan, Kevork Şimkeşyan gibi birçok dilbilimci Türk diline hizmet etti. Dilaçar yıllar sonra Attatürk’ün tarih tezini eleştirenlere şöyle cevap verecekti: “Atatürk’ün tarih anlayışı şovenist bir tarih anlayışı değildi. O, Batılıların Türklere karşı söyledikleri barbarlık tarihi yakıştırmasını şiddetle reddeder Türklerin medeniyetler kurmuş büyük bir ulus olduğunu kanıtlar. Türk Tarih Tezi budur. Bir ırkın öbür ırktan üstün olduğu iddiasında değildir. Kendini büyük görme hastalığı değildir. Ulusal kimliğine sahip olma, başka uluslardan kendini küçük görmeme ve kendini bulma anlayışıdır. Diğer bir deyimle Türk milletinin diğer milletlerden aşağı olmadığını tarih boyunca medeniyetler kurmuş bir ulus olduğunu ortaya koyan bir tarih anlayışıdır.” Dans ettiği her ortamda izleyenleri kendisine hayran bırakan Atatürk’ün dans öğretmeni Prof. Ardeş Panosyan ve diş doktoru Sürenyan da Ermeniydi. Bir milletin kaderini değiştirdi Berç Keresteciyan, İngilizler’in Bandırma Vapuru’nu batırma planlarını Atatürk’e bildirmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti belki de hiç kurulamayacaktı Kurtuluş Savaşı’nın resmen 19 Mayıs 1919’da yani Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün başladığı kabul edilir ya; peki ya Mustafa Kemal Anadolu’ya kavuşamasaydı? Mücadele için kendisi bekleyenlerle buluşamasaydı? Şüphesiz Türk tarihinin seyri bambaşka olacaktı.. Bu buluşmanın perde arkasındaki mimarı devrin Osmanlı Bankası müdürü ve aynı zamanda Hilâl-i Ahmer ikinci başkanı olan Berç Keresteciyan’dı. İLK GAYRİMÜSLİM MİLLETVEKİLİ Mustafa Kemal, yolculuk için son hazırlıklarını yapadursun bir gece Şişli’deki evinin kapısı çalındı. Gelen avukatı Saadeddin Ferid (Talay) Bey’di. Getirdi haber “hayati” öneme sahipti: “İngilizler, Bandırma Gemisi’ni Karadeniz’de batıracaklar. Bu görevin torpidoya mı denizaltına mı verilmesi bile araştırıldı.” Atatürk’ün haberin kaynağını öğrenmek istediğinde “Berç Keresteciyan” yanıtını aldı. Sadreddin Bey, ek olarak, Atatürk’e Keresteciyan’ın “kişiliğinin, doğasının ve ahlakının son derece düzgün olduğu” bilgisini verdi. İhbarı değerlendiren Mustafa Kemal Bandırma Vapuru’na binmekten vazgeçmedi ama biner binmez ilk iş kaptan köşküne çıkarak komutayı ele geçirdi. Daha önceden belirlenen rotayı değiştirdi. Türkçe’nin ilk Etimolojik Sözlüğü’nü hazırlayan dilci Bedros Keresteciyan’ın oğlu olan Berç Keresteciyan, savaş boyunca Türk ordusuna tıbbi malzeme ve ilaç ihtiyacının giderilmesinde de önemli paya sahipti. Mustafa Kemal, 1934 yılında Berç Keresteciyan’ı doğum yeri olan Afyonkarahisar’dan milletvekili adayı gösterdi ve TBMM’ne girmesini sağladı. TBMM’in ilk gayrimüslim milletvekili olan Keresteciyan’a Atatürk’ün isteği ile “Türker” soyadını aldı.

ERMENİ MEZALİMİ -14-

Ermeni vahşeti, 1970’li yıllardan itibaren yeniden ve yeni bir maskeyle sahnedeydi: ASALA

Kahpe pusularda 42 şehit “Birleşmiş bir Ermenistan’ın kurulmasını sağlamak” amacıyla, 1975 yılında Lübnan merkezli olarak kurulan ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu) ve bağlı örgütleri 1985’e kadar geçen on yılda düzenlediği terör eylemleriyle kin, nefret ve ölüm saçtı ASALA programında iki hedefi olduğunu ilan etmişti: 1. “Yerel gericiler” dedikleri kendilerine destek vermeyen Ermeniler 2. “Türk emperyalizmi” ! SİNSİ TUZAKLA ÖLÜME DAVET ETTİ Diplomatlarımıza dönük Ermeni suikastları, 27 Ocak 1973 günü Los Angeles’ta Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve Konsolosumuz Bahadır Demri’n şehit edilmesiyle başladı. Katil 78 yaşında bir Ermeniydi; Gurgen Yanikiyan! 78 yaşındaki biri korunan iki diplomatı nasıl öldürebilir değil mi? Sinsi bir plan dahilinde tabii ki! Yanikiyan elinde Abdülhamit’e ait bir tablo olduğunu ve bunu Türkiye’ye armağan etmek istediğini belirterek Baydar ve Demir’i Santa Barbara’daki Baltimore Oteli’ne davet etti. Otele geldiklerinde diplomatlarımızın üzerine ateş açan Yanikiyan, her ne kadar yakalanıp yargılansa ve müebbede mahkum edilse de 31 Aralık 1984’te af ile serbest bırakıldı! Daniş Tunalıgil, Viyana Büyükelçimizdi. 22 Ekim 1975’te, makam odasına giren üç kişinin Türkçe olarak yönelttiği “Siz sefir misiniz” sorusuna verdiği “Evet” ağzından çıkan son kelimeydi. Otomatik silahlarla taranan Tunalıgil orada can verdi. AİLELERİNİ DE KATLETTİLER Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ve şoförü Talip Yener 24 Ekim 1975 günü elçilik binası yakınındaki Seine nehri üzerinde köprüden geçerken pusuya düşülerek katledildi. Ermeni terörü, ASALA adıyla ilk kez Beyrut’ta 16 Şubat 1976 günü Büyükelçilik Başkatibimiz Oktar Cirit’e düzenlediği suikastla ortaya çıktı. Vatikan Büyükelçimiz Taha Carım, 9 Haziran 1977’de evinin önünde uğradığı saldırıda hayatını kaybetti. 2 Haziran 1978’de Madrid Büyükelçimiz Zeki Kuneralp’in makam aracına açılan ateş sonunda eşi Necla Kuneralp ile birlikte emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve makam şoförlü Antonıo Torres de hayatını kaybetti. 12 Ekim 1979’da Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları ve ASALA’nın hedefinde bu kez Lahey Büyükelçimiz Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler vardı. “Türk hükümeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa’daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz” diyen teröristler Paris’teki ikinci saldırılarını 22 Aralık 1979’da Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan’a düzenledi. Türkiye Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip Özmen’e 31 Temmuz 1980 günü düzenlenen suikastta 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen de can verdi. Özmen’in eşi Sevil ve oğlu Kaan ise yaralı olarak kurtulabildi. Avustralya Başkonsolosumuz Şarık Arıyak ve koruma görevlisi Engin Sever 17 Aralık 1980’de şehit edildi. 4 Mart 1981 ’de Ermeni terörü bir kere daha Paris’te kendini gösterdi. Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ve din görevlisi Tecelli Arı arabalarına binerken silahlı saldırıya uğradı. Türkiye bu saldırıdan sonra diplomatlarını etkin şekilde koruyamadığı gerekçesiyle Fransa’ya protesto notası verdi. Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Savaş Yeryüz 9 Haziran 1981’de, Paris Başkonsolosluğu güvenlik görevlisi Cemal Özen 24 Eylül 1981’de şehit edildiler. Paris’teki saldırıda konsoloslukta bulunan 56 Türk rehin alındı. Başkonsolos Kaya İnal yaralandı. ESENBOĞA KANA BULANDI Los Angeles’taki ikinci Ermeni saldırısı 28 Ocak 1982’de gerçekleşti. Başkonsolosumuz Kemal Arıkan şehit edildi. 4 Mayıs 1982’de yine ABD’de bu kez Boston Fahri Konsolosumuz Orhan Gündüz, 8 Nisan 1982’de de Ottowa Ticaret Müşaviri Kani Güngör, 27 Ağustos 1982’de de Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat şehit edildi. Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay, 7 Haziran 1982’de otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda, eşi Nadide Akbay da yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. 7 Ağustos 1982’de ASALA Türkiye’deydi. 2 Ermeni teröristin Ankara Esenboğa Havalimanına düzenlediği baskında 8 kişi öldü 72 kişi yaralandı! 9 Eylül 1982’de Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ateşesi Bora Süelkan, 9 Mart 1983’te Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar, 14 Temmuz 1983’te Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun Aksoy, 27 Temmuz 1983’te Lizbon Büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev Mıhçığlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, 28 Nisan 1984’te Tahran Büyükelçiliği sekreteri Şadiye Yönder’in eşi işadamı Işık Yönder, 20 Haziran 1984’te Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen, 19 Kasım 1984’te Viyana’da BM temsilciliğinde görevli Enver Ergun, 7 Ekim 1991’de Atina Basın Ataşesi Çetin Görgü, 11 Aralık 1993’te Bağdat İdari Ataşesi Çağlar Yücel, 4 Temmuz 1994’te Atina’da müsteşar Haluk Sipahioğlu katledildi. PKK’yla işbirliği Dehşet saçan terör saldırıları dünya kamuoyunda tepki toplamaya başlayınca, 1980’lerden itibaren Ermeni caniler kendilerini PKK’yla kamufleye çalıştılar. 9 Kasım 1980’de Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na ve 19 Kasım 1980’de Roma’daki Türk Hava Yolları bürosuna yapılan saldırıları ASALA ile birlikte PKK da üstlendi. Ermeni Yazarlar Birliği teröristbaşı Abdullah Öcalan’ı “onur üyesi” seçti. Gerekçeleri “Büyük Ermenistan hayali fikrine katkıları” idi. Ermeni örgütlenmeleri kendi bünyelerinde Kürdistan komiteleri kurdu. Hınçakların 4 Haziran 1993’teki toplantısı ASALA ve PKK militanlarının katılımıyla PKK’nın Beyrut kampında yapıldı!

ERMENİ MEZALİMİ -13-

Hamile kadınların karınlarını deştiler...

Canilik, sapıklık, sapkınlık ne ararsan onlarda; Ermeni çeteciler “dünya psikopatlık tarihi” ne adlarını altın harflerle yazdırdılar... Mezalim külliyatı! Canilik, sapıklık, sapkınlık ne ararsan onlarda; Ermeni çeteciler “dünya psikopatlık tarihi”ne adlarını altın harflerle yazdırdılar. Balkan Savaşları’nda aldığı ağır yenilginin ardından değil bir “dünya savaşı”na girmek kendi “tebaa”sıyla dahi başa çıkabilecek durumda değil Osmanlı... Hem madden, hem manen kanadı kolu kırık bir halde sürüyor askerlerini cepheye... Evlat, baba, kardeş, ağabey, eş, sevdalı yolu beklerken “harap ve bitap” halde Anadolu... Tutunacak bir dal ararken, evi, barkı, tarlası, tezeği de çekiliyor altından; can sökülüyor canından... Hem de bakın nasıl ve kimler tarafından: HAMİLE KADINLARIN KARINLARINI DEŞTİLER Taşnak Komitası üyeleri Türk evlerini kundaklıyor... Su kanallarına hayvan leşleri tıkanıyor, çeşme ve kuyulara leş atılıyor, ezan vakitlerinde kilise çanları çalınıyor, kandiller kurşunlanıyor, camiye gidenler öldürülüyor... Rusların sınırı geçmesinden sonra Eski Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan’ın 1200 kişilik Ermeni çetesi, köyleri dolaşarak, güzel kadınların ırzına geçiyor, beğenmediklerini işkenceyle öldürüyor, hamile kadınların karınlarını deşerek bebeklerini çıkarıyor... Kavak Köyü’nde Keleş Ağa’nın gelinini öldürüp, oğullarını kazığa oturtuyorlar... AĞZINA KAZIK ÇAKILAN YAŞLI ADAM 70 yaşındaki Gevaş müftüsünün ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakıyorlar, dilini koparıp bu kazığın üstüne çiviliyorlar. Dirisine yaptıkları yetmiyor ölüsüne de işkence ediyorlar. Ayaklarını kesip kucağına koyuyor, sakalını ve ellerini yakıyorlar... Mülazımı evvel Şükrü Efendi’nin 80 yaşındaki amcası Tayyar’ı ellerinden kapıya çiviledikten sonra, burnu, kulakları ve çenesini keserek katlediyorlar. Van’da, muhasebe memurluğundan emekli Beşiroğlu Derviş Efendi’nin Hayriye ve Şadiye adındaki kızlarına, babalarının, annelerinin ve enişteleri Hayri Efendi’nin gözleri önünde tecavüz ediyorlar. Muş’a bağlı Ağcaviran Köyü’nden Musa ve Sadullah Bey’lerle 10 arkadaşlarını gözlerini oyarak öldürüyorlar... Emin Paşa Mahallesi’nden gardiyan Ali’yi, eşini, gelinini, 2 yeğenini, inzibat memuru Bayram’ın 7 yaşındaki oğlunu, Mustafa’nın eşini, 2 çocuğunu, Hacı Kaya oğlu İbrahim Çavuş’un eşini koyun gibi boğazlıyorlar... Cami-i Kebir Mahallesindeki Kasım’ın 2 çocuğunu ise anneleri Ayşe’nin gözü önünde boğazlıyor, sonra da kadını öldürüyorlar... Mahmudin’e bağlı Mirgehi Köyü’nde 27’si erkek 12’si kadın ve 18’i çocuk toplam 57 kişiyi boğazlayıp, kız ve gelinlere tecavüz ediyorlar... Tebriz Kapısı Mahallesinde savaşta olan Salih’in eşini, 5 ile 15 yaşları arasındaki 4 kızını, kız kardeşini ve ailesinden 17 kişiyi parçalıyorlar... 90 yaşındaki mahalle imamı İsa Efendi, 70’lik emekli öğretmen Rasif Efendi, Hayretiye Camii imamı Hacı Derviş Efendi’yi birer eşeğe bindirip, günlerce sokak sokak gezdiriyorlar. Sakalları ve bıyıkları kesilip yüzlerine insan pisliği sürülen bu yaşlıları parçalara ayırarak, işkenceyle öldürüyorlar. Rasif Efendi’nin 60 yaşındaki karısına tecavüz ediyor sonra da cinsel organına odun sokup acı içinde can verişini izliyorlar. Ordudan geri kalan yaralı askerler, Pastırmacıyan’ın çetesi tarafından kılıçtan geçiriliyor... Malazgirt’in Beksam köyünde berber İlyas oğlu Şevket ve iki eşinin gözleri önünde kızlarına tecavüz ediyorlar.. Şevket yavrularını bırakmalarını isteyince onu ve ailesinin geri kalanını da işkenceyle öldürüyorlar... Mehmet Bey Mahallesinde Sadullah’ın kızı ve Seher’in 5 ile 7 yaşındaki çocuklarını annelerinin elinden alarak kama ile parçalıyorlar. Abbas’ın karısı ve 3 kız çocuğunu doğruyorlar... DİRİ DİRİ YAKTILAR Halil Çavuş’un eşi Ayşe ve kız kardeşi ile 80 yaşlarındaki Hacı Abdullah Efendi ve eşini önce dövüyor ardından da kafaları taşla eziyorlar... Molla Kasım Köyü’nde 70 yaşındaki Fevzi Ağa’nın kafasını kesip karısının kucağına veriyorlar. Gelini Hayriye’yi öldürüyorlar. Zahide ve Fatma isminde ki gelin zorla götürülmeye çalışılırken kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atıyorlar... Van Hastanesi’nde 80 kadar hastayı diri diri yakıyorlar... Katırcı mahallesinden peynirci Recep oğlu Mahmut’un 4 çocuğu ve eşine, mülazım Hüsnü Efendi’nin de 12 yaşındaki kurşun yarası olan kızına defalarca tecavüz ediyorlar... KATLİAMLARIYLA ÖVÜNÜYORLAR Bırakın sayfalar doldurmayı, gazetede tefrikayı; böyle sadece isimleri ve katlediliş biçimlerini sıralasak alt alta bu bile yeter Ermeni mezaliminin “külliyat” olmasına... Üstelik rivayet de değil hiçbiri; kulaktan kulağa, ağızdan ağza aktarıla aktarıla haberdar edildiğimiz acı hatıralar değil hani şu çok yüzleşmek istedikleri tarihimizden “belgeli” sayfalar. Bakın Ermeniler, kendileri Amerika’da yayınladıkları Goçnak gazetesinde ne yazıyorlar: “Van’da 1500 kadar çoluk çocuk ve kadından başka Türk kalmadı!” Sadece bu bölgeden 1 milyon 200 bin Türk’ün göç ettiğini ve bunların 700 bininin yolda hayatını kaybettiğini bildiren Ergünöz Akçora, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sunulan raporları kaynak gösteriyor yazdıklarına... Tanıklar anlatıyor 1900 doğumlu Muhammed Reşid Güler 15-16 yaşlarındayken şahit olduğu dehşetengiz cinayetleri dün gibi hatırlıyor: “Tımar’ın, Başkale’nin, Özalp’ın köylerinde Müslüman halkın evlerine ot tıkayıp ateşe veriyor, dışarı kaçmak isteyenleri de kurşunla, süngüyle öldürüyorlardı. Zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu. Erkeklerin derilerini yüzüyor, uzuvlarını kesiyor; kadınların da namuslarını kirletiyor, kazığa oturtuyorlardı...” Mezalimin bir başka tanığı 1883 doğumlu Salih Taşçı da yıllar sonra şöyle anlatıyor en acı yıllarını: “Van gölünde eskiden yelkenli gemiler vardı. O kadar çok zulmettiler ki, gemilere doldurdukları insanları, öldürmekten bıktıkları insanları, diri diri suya attılar. Ermeniler o ihtiyar insanlarımızı alınlarından, ellerinden duvarlara çivilediler...” Bekir Yörük ve ailesi göç ederken “çok yaşlı” olan amcaları Teren Ağa’yı bırakmışlar Van’da. Ve sonra; “Van’dan ayrılırken onu götürememiştik. Karısı, kızı, iki torunu da kaldı. Ermeni tığaları amcamı, o çocukları baltayla parçalayıp öldürmüş. Kızı, burada Amerikan okulu vardı oraya sığınmış. Ermeniler onu da binanın ikinci katından atıp şehit etmişler... Van’ın boşaltılmasından üç gün sonra şehitleri toplamaya gittik. Yüzlerce yaşlı kadını, kazığa oturtmuşlar...”

ERMENİ MEZALİMİ -12-

Van gölü, kan gölüne döndü

Kadınlar Ermenilerin eline düşmektense kendilerini suya attılar. Van Zeve doğumlu İbrahim Sargın, Ermeni dehşetine tanık olduğunda 11 yaşındaydı. Bir tek şey diyebildim okurken anlattıklarını: “Bunları yapanlar insan olamazlar!..” Kim bilir o bir ömür nasıl taşıdı; gözünü her kapattığında zihninde beliren bu kanlı fotoğrafların, kulağında durmaksızın çınlayan feryat-figanın acısını... Dayanması zor biliyorum ama, ancak bunları okursanız anlarsınız sözde soykırım iddialarını dillendirenlerin “arşivlerin açılması” ndan neden kaçtıklarını... ÇOCUKLAR KUŞ YAVRUSU GİBİ YERE DÜŞÜYORDU İşte 11 yaşındaki bir çocuğun zihnine kazındığı şekliyle, insanlığın ve ona ait bütün değerlerin soykırıma uğradığı Anadolu’dan mezalim manzaraları: “Ermeniler mevzilerdeki Türkleri şehit ederek köye girdiler. Bir insan deryası 2000-3000 kişi o yana bu yana kaçışmaya başladı. Köy yanıyordu. O küçük çocukları havaya atıyorlar, altına süngü tutuyorlar. Süngü çocukların karnına batıyor. Çocuklar cıyaklayarak kuş yavrusu gibi yere düşüyordu. O kadınların bir kısmı, gelinlerin bir kısmı, kendilerini suya attılar. Bir kısmı da, ot toylarını ateşe verdiler, kendilerini bu ot toylarının içine attılar. Böylece sanki pervane gibi dönüyorlar, hem de türkü tutturuyorlardı: ” Gelin kızlar, bizim düğünümüz var. Bugün bizim düğün günümüzdür... Bir kısım kadınlarımızı ve çocuklarımızı ise, samanlara ateş atıp yaktılar. Diğerlerini ise koyun boğazlar gibi kestiler. Orada tek bir çocuk kalmadı. Seyyat Onbaşı’yı diri diri tuttular, yatırdılar, soydular, çıplak bir vaziyette omzundan yardılar, derisini yüzdüler, sonra dediler ki, “Sultan Reşat terfi vermiş, omuzlarına madalya takmışlar” . Kollarını kestiler. Yanlarına, derisini yüzüp cep yaptılar. TECAVÜZE UĞRAYAN KADINLAR KURTULMAK İÇİN ÖLMEK İSTİYORDU Biz bir müddet Bardakçı köyünde kaldık. Bu köyde amcam kızı Seher bize anlatıyordu, yemin ederek anlatıyordu. Diyordu ki “Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı.” Yine amcam kızı bir durumu daha bize naklederken, “Bir kadın ekmek yapıyor. Bu sırada yanıma gelen Ermeniler ’Sen ne yapıyorsun?’dediklerinde ’Vallaha gördüğünüz gibi ekmek yapıyorum ‘Ermeniler’ Sana kebap lazım değil mi?’, deyip, süngüyü küçük çocuğa vurduğu gibi tandırın içine yuvarlıyor. Tandırın içinde cayır cayır yanmaya başlıyor. Kadının gözleri önünde çocuğunu diri diri yakıyorlar” diye anlattı. Yine Van’dan, bu kez Ayanıs doğumlu bir tanık Hacı Zekeriya Koç anlatıyor bu kez: “Annemin amcasının hanımını Ermeniler vurmuşlar, çocuğu daha memede. Bir Ermeni gelip çocuğu süngüsüyle vurdu, çocuk orada öldü. Kaçabilen kaçıyor, kaçamayanları da gazyağı döküp yakıyorlardı. Bizim köyde Hacı Ümmet’in dayısı Hamza vardı... Öldürmeden butlarına cep yapıp ellerini soktular. Çok afedersiniz organını kesip ağzına, burnunu kesip arkasına koydular. Bizi Alaköy’e getirdiler, orada bizi bir samanlığa doldurdular. Kafiledeki çocuklar açlıktan feryat etmeye başladık. O dinsiz kafirler, öldürdükleri erkeklerin ellerini, ayaklarını, çeşitli uzuvlarını kesip pişirip getirdiler. Çocuklar anlamadı ama, kadınlar onları yedirmediler, açlıktan ölmek daha iyi deyip çocuklarına durumu anlattılar. Mermit çayına geldiğimiz zaman, kadınların bir kısmı, Ermenilerin elinde ölmektense kendilerini suya attılar...” AĞITLAR BOŞA YAKILMADI... Ermenilerle aynı okulda okuyan Şeyh Cemal Talay, 13 yaşında ders çalışmak bahanesiyle kandırılan arkadaşlarının başına geleni hiç unutamadı: “ Okul, hükümet konağının yanında. Onlar Rüştü’yü Sanayi Çarşısı’nın olduğu yerdeki Isıtma köprüsüne getiriyorlar. Irzına geçip, türlü hakaretlere uğrattıktan sonra öldürüyorlar. Ailesi ertesi gün cesedi buldu. Onun için bir de türkü yaktılar: Arabaya bindim belim büküldü, Zalim atlı vurdu, kanım döküldü. Aradım, bulamadım derdime derman, aman başıma Ferman.” Kızarttıkları çocukları ailelerine yedireceklerdi Savaş suçu, insanlık suçu, cinayet, katliam, vahşet, dehşet, acımasızlık, nefret... Bu kavramların hiçbiri yetmiyor şimdi aktaracaklarımı tarife. Askeri Tarih Belgeleri Dergisi’nin 81. sayısında aktarılan olaya göre, Perkal Köyü’nde Ermeniler iki çocuğu tandırda pişirdikten sonra etlerini anne ve babasına yedirmek istediler. Evlatlarını yememekte direnen anne ve babayı katlettiler. Evin ninesi Nezo Hatun şahit olduğu bu vahşetten sonra aklını kaybetti! Genelkurmay Stratejik Etüd Başkanlığı arşivinde bulunan 15 Mart 1915 tarihli bir belgeye göre de, benzer bir olay Kavlit Köyü’nde de yaşandı. Köy sakinlerinden Hacı Molla Sait’e kızını kendi elleriyle boğazlamasını söyleyen caniler, baba her “hayır” dediğinde bir organını keserek işkenceyle öldürdüler. Aynı köyde yaşayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz’a defalarca tecavüz eden Ermeniler, Çarıksız Köyü’nde de bir çocuğu süngüye takıp kuzu çevirir gibi kızarttılar. Trabzon’da yeni doğmuş bebekleri havaya fırlatıp altlarına koydukları süngülerin üzerine düşmelerini izlediler. Ustici Köyü’nde 6 aylık bir bebeği diri diri tandır ateşine atılan Zeliha adlı kadını, bir bacağı ateşte, eli kolu bağlı, yavrusunun ölümünü izlemeye mecbur edip zulmettiler.

ERMENİ MEZALİMİ -11-

Topraktan Ermenilerin katlettiği Türklerin kemikleri fışkırıyor!..

At, eşek, köpek iskeletlerinden “sözde soykırım” veya “derin devlet cinayetleri” delili yaratmaya çalışanlar bu gerçeğe kör... Van, Erzurum, Kars ve Iğdır’da ortaya çıkarılan toplu mezarlarda, bilim adamlarının işkence ile öldürüldüklerini tespit ettiği yüzlerce Türk’ün kemikleri çıkarıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da Ermeniler tarafından katledilen Türklerin “belgelenmiş” sayısı 517 bin 955. Tarihçiler,olayların tarihi ve yeri belli olduğu halde sayı tespiti yapılamayan mezalim kurbanlarıyla bu sayının 2 milyonu bulduğunu söylüyor. 1897 doğumlu Ayşe Sevimli, “Cephane yok, silah yardımı yok... Ermeniler köye girdiler. Mevzilerde şehit olanlar oldu. Diğerlerini evlere doldurup gazyağı döküp ateşe verdiler. Aşağılarda bir samanlık vardı. Biz oraya saklandık. Ermeniler buldukları herkesi öldürdüler. Samanlığa da ateş ettiler. Bizden başka iki kadın daha kurtuldu. Gece yarısı dışarıya çıktık, ya Rabbi kimseye gösterme, kan, ateş, inlemeler, feryatlar göğe yükseliyordu. Birisinin butlarına cepler açıp nişanlar çizdiklerini, eziyet ettiklerini gördüm. Bu Seyyad Onbaşı idi. Derenin öbür tarafında beş erkeği kollarından birbirlerine bağlamış, kurşun sıkıyorlardı. Onlar yere yıkılınca defalarca süngüleyerek öldürdüler. Allahım sen gösterme bir daha” diyor Zeve’de yaşadıklarını anlatırken. İŞKENCE İZLERİ... Van’ın Çitören köyü yakınında olan Zeve şehitliğindeki toplu mezar, katliamın tanıklarından İbrahim Sargın’ın ifadeleri doğrultusunda bulundu. 4 Nisan 1990’da yapılan kazıda, kafatasları kırık ve ezik, kemikleri çatlak ve yanık iskeletler bulundu. 8 köyden topladıkları 2 bin 2 bin 500 kişiyi Zeve’de rasgele evlere ve ahırlara dolduran Ermeniler, her türlü işkenceyi yapıp üzerlerine ateş açmış, sonra da her yeri yakmışlardı. Yine Van’da, bu kez Erciş’e bağlı Çavuşoğlu’nda bir evin temel hafriyatı sırasında tesadüfen bulunan 5’i kadın 9 insan iskeleti üzerinde yapılan antropolojik inceleme, uğradıkları vahşetin boyutlarını ortaya koydu. Biri 15 yaşındaki bir kız çocuğuna, ikisi 17-18 yaşlarında, diğerleri de 30 yaş ve üstü Türkler’e ait bu iskeletler üzerinde inceleme yapan Prof. Dr. Metin Özbek,hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunduğuna dikkat çekti ve bilimsel hükmünü verdi: “Bilinçli olarak katledilmiş ve işkence ile öldürülmüşlerdir!” Hacettepe Üniversitesi’nde hazırlanan rapora göre kadınlara ait kafataslarından birinde beyin hedef alınarak indirilen iki darbe izi, diğerinde dört kesme izi vardı. Balta olabileceği düşünülen kesici alet kafatasını yarıp beyne kadar girmişti. Erkeklere ait kafataslarından birinden kurbanın önce kulağının koparıldığı, sonra sol gözünün oyulduğu, beyne giren üçüncü darbeden sonra, tam tepesinden bir dördüncüsünün ve bütün kafatasını yaran beşincisinin indirildiği anlaşılıyordu. Bu kişi dehşetli saldırının ardından bir de ateşe atılmıştı! Diğer kafatasları da aynı izleri taşıyordu; aralarındaki tek fark ölümcül darbenin kaçıncı vuruşta geldiğiydi! 26 Haziran 1991’de Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran başkanlığında Kars Subatan’da yapılan kazıdaki ilk mezarın en üst tabakasında -1 yaş arası bebeklere ait iskeletler, birkaç metre derininde 12 çocuk ve 3 yetişkin olmak üzere 15 iskelet, Köseoğlulları Mahallesindeki ikinci mezarda 180 iskelet, Tıttıp sokağındaki üçüncü mezarda 257’nin üzerinde çocuk iskeleti ve Köy caminin güneyinde ki samanlıkta 350’nin üzerinde iskelet ortaya çıkarıldı. İlk mezarda ortaya çıkarılan kadın iskeleti kucağındaki kız çocuğuna sarılmış haldeydi! YOLLAR KÖPEKLERİN YEDİĞİ CESETLERLE KAPLIYDI Ermeni vahşetinin 120 yaşındaki tanığı Fariz Öztürk ve 95 yaşındaki Durağa Öztürk’ün “Kafalarına balta vurularak ve karınlarına süngü sokularak öldürülenler sokaklarda bırakıldılar” dedikleri Subatan’a giren Türk askerlerinin karşılaştığı manzara bu ifadeleri doğrular nitelikteydi. Ağır bir kokuyla kaplanan Subatan sokakları köpeklerce yenilmiş cesetlerle doluydu. TANDIR DAMI KATLİAMI Kazım Karabekir’in hatırlarında verdiği bilgilerden yola çıkılarak 7 Ekim 1988 günü yapılan Erzurum Yeşilyayla kazısında, bir samanlığa doldurularak yakılmış yaşlı, erkek, kadın ve çocuklara ait 100’e yakın iskelete ulaşıldı. Ermeni mezaliminin yarasının hala kanadığı yerlerden Iğdır Oba Köyü’nde, 1 Mart 1986’da Sakine Aksu’nun anlatımı doğrultusunda yapılan kazıda kafataslarının üzerinde delik, çatlak ve kırıklar bulunan 90’a yakın ceset bulundu. Bunlar tüyler ürperten Tandır Damı katliamında can veren kişilerdi. Hepsi silahsız ve sivil olan bu insanlar işkenceyle bir tandır evine sokulmuş, yüzü koyun yatırılmış, bacadan üzerlerine gazyağı dökülmüş ve tandır damının ateşe verilmesiyle diri diri yakılmışlardı!

ERMENİ MEZALİMİ -10-

Türkleri öldürme teknikleri

Ermeni komitelerinin talimatnameleri katliam metodolojisi gibiydi... 1. Kama, 2. Tabancı, 3. Boğmak/Zehirlemek Hınçakyan İhtilal Komitesi Azası’nın Vazifelerine Dair Talimatname’nin sekizinci maddesi aynen şöyleydi: “Komitenin bir de cellatbaşı bulunmalı. Cellatbaşının maiyetinde, kendisiyle hemfikir bir fırka daha bulunmalı, bunların vazifesi de heyetin emrinden hariç olmamak şartıyla dahilen ve haricen muzır olan adamları katletmektir. Üç nevi ceza vardır: Biri tekdir, biri sopa, biri ölüm. Ölüm de üç türlüdür: Birincisi kama, ikincisi revölver (tabanca), üçüncüsü boğmak veyahut tesmim etmek(zehirlemek)tir.” Ermeniler Türklerin hangi teknikler kullanılarak öldürülecekleri gibi evlerinin, köylerinin, kentlerinin, kamu kurumlarının hangi yöntemlerle yok edileceğini de önceden belirlemişti: “Evvela dinamit güllesi, ikinci olarak dinamit suyu, üçüncü olarak baruttan mamul patlayıcı cinsi!” KÖYLERE HÜCUM... 1910’da basılan Müdafaa-i Şahsiyye İçin Talimat’ta köy baskınlarının “püf noktaları” verildi: “- Hücum edilecek köyün yalnız üç tarafı muhasara altına alınmalı, sakinlerinin kaçmaları için bir taraf serbest bırakılmalıdır. (Köy eğer dört taraftan muhasaraya alınırsa, düşman son gayretle karşı koyarak zaferi tehlikeye sokabilir) Yalnız serbest bırakılan tarafta, bir baskıncı grup gizlenerek kaçanları sıkıştırıp onları zarara sokmalıdır. - Düşmanı şaşırtmak için, hücum zamanı olarak fecir vaktini seçmelidir. - Telaş ve kargaşalığın tam manasıyla sağlanması için, yangın çıkarmak ve bunu birkaç yerde birden yaparak genişlemek icabeder. ” Kod adı: NEMESİS! Türklere ve ayaklanmayan Ermenilere karşı “intikam operasyonu” yaptılar. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Fetali Han Hoyski, 19 Haziran 1920’de Tiflis’te Aram Yerganyan ve Misak Kirakosyan adlı Ermeni katiller tarafından katledildi. Aynı saldırıda Azerbaycan eski Adalet Bakanı Halil Bey Hasmemmedov ağır yaralandı. Ermenilerin Avrupa’da ses getirecek eylemlere imza atmak niyetindeydi. Bu kez Azerbaycan’lı Bakan Behbud Han Civanşir hedef seçildi. Fransızlar tarafından korunan (!) Civanşir, 18 Temmuz 1921’de İstanbul’da Pera Palas Oteli önünde öldürüldü. İngiliz askeri savcı Rickatson-Hatt katil Misak Torlakyan için ölüm cezası talebinde bulununca görevinden alındı. İtilaf Devletlerinin kurduğu mahkemede yargılanan Torlakyan suçunu itiraf etmesine rağmen “zihinsel durumu” gerekçe gösterilerek beraat ettirildi ve ABD’ye gönderildi. Tehcir sırasında Sadrazam olan ve Malta’dan tahliyesinin ardından Roma’ya giden Said Halim Paşa 5 Aralık 1921’de, evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Ermenistan’ın eski Roma elçisi Mikael Vartanyan’ın kontrolündeki tetikçi Arşavir Şiragyan yargılanmadı. Teşkilat-ı Mahsusa ve Adli Tıp kurucularından Dr. Bahaeddin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey aynı gün; 17 Nisan 1922’de Berlin’de Aram Yerganian ve Ajan T. kod adlı Ermeni katillerin suikastı sonucu şehit oldu. İttihat ve Terakki’nin “Üç Paşalar” olarak bilinen liderlerinden Cemal Paşa (Gazeteci Hasan Cemal’in de dedesidir), 25 Temmuz 1920’de Falih Rıfkı Atay’ın deyişiyle “Bolşevikler hesabına on binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından” öldürüldü. Tiflis’teki suikasttan sonra tutuklanan katiller Stefan Çekiçyan ve Bedros D. Bogosyan (kimi kaynaklara göre de Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan) serbest bırakıldı. Ve Enver Paşa Osmanlı Başkomutanı ve Harbiye Nazırı, 4 Ağustos 1922’de Turan Kağanlığı kurmak üzere çarpışırken, Tacikistan’da Belçivan yakınlarında Agop Melkovyan komutasındaki Bolşevik Ermeniler tarafından havan topu ile öldürüldü. Ermeniler sadece Türklere değil Türklere düşman olmayanlara(!) da kin güdüyordu. Nitekim Türklerle işbirliği yaptıkları öne sürülen Hemayag Aramyan, Mıgırdıç Harotunyan, Vahe Ihsan Yesayan ve daha çok sayıda Ermeni, Ermeni kurşunlarıyla can verdi. İNTİKAM TANRIÇASI Bir tekinin bile katilleri cezaandırılmamış olan bu cinayetler silsilesi kişisel eylemlerden oluşmuyordu. Katledilenlerin tamamı, 1919’da Erivan’da yapılan Taşnaksutyun 9. Kurultayı’nda oluşturulan “ölüm listesi” deydi. Ermenilerin, Türklere ve Türk Devleti’ne karşı ayaklanmayan soydaşlarına karşı başlattıkları “intikam operasyonu” için manidar bir isim seçildi: Nemesis! İlk etapta 41 toplam 650 kişinin öldürülmesinin planlandığı operasyona adını veren Nemesis, Yunan mitolojisinde “merhametsizliğin” timsaliydi. M.Ö. 8. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ozan Hesiodos adaletin yolunu intikamdan geçiren ve Ermenilere ilham veren Yunan Tanrıçasını şöyle tarif etmişti: “Ölümcül Nyx (Gece) Nemesis’i doğurdu, fani insana acı vermek için!” KATLİAM KOOPERATİFİ Taşnaksutyun’un suikastların yapılabilmesi için “fon” oluşturduğu ve adeta bir “katliam kooperatifi” tarafından yürütülen Nemesis Operasyonu’nun başında, Talat Paşa’nın katili Tehliryan’a “Talât’a ateş edip kafatasını parçalayacaksın. Vurduktan sonra kaçmayacak, ayağın ile cesedinin üzerine basacak ve polisin gelip seni almasını bekleyeceksin. Bu sayede, Ermeniler’in yaşadığı büyük trajediyi bütün dünya öğrenmiş olacak” talimatını veren ve asıl adı Hagop der Hagopian olan Şaan Natali vardı. Elazığ Amerikan Koleji’nde yetiştirilen Natali, Türkiye’deki “görevini” tamamladıktan sonra ABD’ye yerleşti. 99 yaşında ölen Natali’ye yönettiği katliamların hesabı sorulmadığı gibi “kahraman” ilan edildi.
¾