Cumartesi, Mayıs 02, 2015

Talat Paşa'nın teskeresi



İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü 3052 Özel Kalemi Osmanlı Ordusu Başkomutanlığına
Başbakanlıktan, Başkomutanlığa yazılan tezkerenin aslından kopya edilmiştir.
Arzınıza
Ermeni komitelerinin Osmanlı memleketlerindeki siyasî ihtilâl teşkilâtları ile öteden beri, kendilerine idarî bir özerklik teminine yönelik teşebbüsleri, harbin ilânını takiben Taşnak Ermeni Komitesinin Rusya’da bulunan Ermenilerin derhâl aleyhimize hareketine ve Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin de ordunun zayıf düşmesini bekleyerek o zaman bütün kuvvetleri ile ihtilâle kalkışmalarına dair aldıkları kararları, her fırsattan yararlanmak suretiyle vatanın hayatına ve geleceğine tesir edecek hain hareketlere cür’etleri, özellikle devletin harp hâlinde bulunduğu şu sırada Zeytûn ile Bitlis, Sivas ve Van’da meydana gelen son isyan hareketleri ile bir kere daha kesinleşmiştir. Esas olarak merkezleri yabancı ülkelerde bulunan ve bugün unvanlarında bile ihtilâlcilik sıfatını koruyan bütün bu komitelerin çalışmalarının Osmanlı Devleti aleyhine olarak, her türlü sebebe ve vasıtaya başvurmak suretiyle, son emelleri olan özerkliği elde etmek amacı etrafında toplandığı, Kayseri, Sivas ve diğer yerlerde ortaya çıkarılan bombalar, Rus ordusuna gönüllü alaylar teşkil ederek Ruslarla birlikte memlekete saldıran, aslında Osmanlı uyruğundan olan Ermeni komite başkanlarının harekâtı ve Osmanlı ordusunu arkadan tehdit etmek suretiyle pek büyük ölçüde aldıkları tertipleri ve yayınları ile meydana çıkmıştır.
Bunun üzerine devletin kendisi için hassas bir mesele teşkil eden bu cins tertipler ve teşebbüslerin devam etmesine hiçbir zaman göz yummayacağı, hoş görmeyeceği ve fesat kaynağı olan komitelerin hâlâ varlıklarını kanuna uygun kabul edemeyeceğinden, sözlü olarak da ifade edildiği gibi, bütün siyasî teşkilâtların kaldırılmasını acil ihtiyaç olarak hissetmiş ve gerekli tedbirleri almıştır. Nubar’ın Hınçak, Taşnak ve benzeri komitelerin gerek başkentte ve gerekse illerde bulunan şubelerinin derhâl kapatılmaları, evrak vesairenin kesinlikle kayıp ve imhasına imkân bırakmamak suretiyle alınması, komitelerin başkan ve üyelerinin, bu işe teşebbüs eden şahıslar ile emniyet güçlerince tanınan önemli ve zararlı Ermenilerin hemen tutuklanmaları, bulundukları yerlerde ikametlerinin devamında sakınca görülenlerin il dâhilinde uygun görülecek yerlerde toplattırılarak kaçmalarına meydan verilmemesi, gerekli yerlerde silâh aramaya başlanarak, her türlü ihtimale karşı komutanlar ile haberleşilerek kuvvetli bulunulması, uygulamaların iyi yapılmasının temini ve bitirilmesi ile ortaya çıkacak evrak ve belgelerin incelenmesi sonucunda tutuklanan şahısların askerî mahkemeye verilmeleri uygun görülmüştür. Onaylandığı takdirde, gereğinin yapılmak üzere durumun bildirilmesine izin verilmesi konusu emirlerinize arz olunur.
24 Nisan 1915 İçişleri Bakanı Talât

Instruction_of_the_Ministery_of_the_Interior_on_april_24

Pazar, Mayıs 11, 2014

1915 VE ERMENİLER - Tuluy Tanç

Tuluy Tanç Cumhuriyet, 1 Mayıs 2014 İttihat ve Terakki Partisinde, Enver, Talat ve Cemal Paşalardan sonraki en önemli isim olarak bilinen Osmanlı Hariciye Nazırı Halil Bey (Halil Menteşe, 1874-1948) New York Times gazetesinde 28 Ekim 1916 tarihinde yayınlanan bir söyleşide 1. Dünya Savaşı ve İmparatorluktaki Ermeniler hakkında önemli açıklamalarda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun 1915 yılında Ermeniler hakkında uyguladığı tehcir kararına ve soykırım tartışmasına ışık tutacak nitelikteki bölümün çevirisi şöyle: “ Nazır, Ermeni liderlerin savaşın başında, eğer Ermeniler Türklerin mağlup olduğundan kesinlikle emin olmadan İtilaf Devletleri ile birlikte harekete geçtikleri takdirde Hükümetin en sert tedbirleri uygulayacağı hususunda uyarıldıklarını söyledi. Ancak, bu ikaza rağmen, Ermenilerin Ruslar Anadolu´yu işgal edince ayaklandığını, Türklerin de bunun üzerine zecri tedbirler almak zorunda kaldığını belirtti. “ “Hükümetimizin bu konudaki tutumu hiçbir zaman tam olarak anlaşılamamıştır” diye devam etti. “Jön Türklerin Ermenilere her zaman Türk İmparatorluğu`nun değerli bir varlığı olarak baktıklarını belirtmek istiyorum. Gerçek şudur ki, onlara ihtiyacımız vardı. Ülke ticareti büyük ölçüde onların elindeydi. Ermeniler tarımda çok başarılıdır. Bu, onlara değerli bir mal gözüyle baktığımız anlamına gelmiyor. Hükümette eşit pay vermeye istekliydik ve de verdik. Savaş öncesinde Meclisi Mebusan içinde çok sayıda Ermeninin bulunması, ayrıca bazı Ermenilerin Ayan Azası ve birinin Nazır olması bunu açıkça göstermektedir. Nazır Yardımcılarının neredeyse tamamı Ermeniydi, çünkü Ermenilerin kabiliyetlerini biliyorduk ve resmi mevkiilerde orantılı sayıda yer almaları hususunda siyasi haklarını vermeye hazırdık. “ “İhtilalden sonra herşey bir müddet yolunda gitti ve Jön Türkler Türkiye`deki eski rejimi uzun yıllar boyunca rahatsız eden ve ülkenin inkişafını engelleyen bu soruna nihayet bir çare bulduklarını düşündüler. Ancak, Balkan savaşı Ermenilerin ayrılıkçı emellerine tekrar sarılmalarına neden oldu. Komiteleri Ermenilere bir otonom hükümet sağlamak niyetiyle bir teşkilat oluşturdu. “ “Bir halkın kendi kendini yönetme hakkını inkar edecek son insan olduğumu düşünüyorum, ancak Ermenilerin durumu öyleki tam böyle yapılması gerekiyor. Anadolu ve Güney Rusya`nın tamamına dağılmış olan Ermeniler, çoğu zaman Ermenistan olarak belirlenen mıntıkalarda ancak çoğunluk oluşturuyor. Dolayısıyla Ermeni otonomisi diğer Osmanlı ırklarının bağımsızlıklarını kaybetmelerine yol açardı. Bu koşullarda Jön Türkler bile Ermenilerin planına karşıydılar, ama adalet adına onlara Hükümette daha dolgun pay vermek istiyorlardı ve öyle yapıldı, bunu en kötü iftiracılarımız dahi inkar edemez. “ “Savaş çıktığında Ermenilerin ne yapmakta olduğunu çok iyi biliyorduk. Ülkeye yeniden bomba, tüfek, mühimmat ve para sokulmuş ve teşkilatları daha mükemmel bir hale getirilmişti. O zaman ben Meclisi Mebusan Reisiydim ve Ermeni azalara çok yakınlık duyuyordum, her zaman o ırkın dostu olduğum gibi. Nitekim Ermeni temsilcileri topladım ve ne yapmak istediklerini sordum. Konuşmanın sonunda, büsbütün ayrılıkçı olmadıkları sürece ideallerine sempati duyabileceğimi ve her zaman da duyduğumu söyledim. “ “Efendiler’ dedim. “Pozisyonunuzu tamamen anlıyorum ve sizin de bizimkini anladığınızı umuyorum. İçine girdiğimiz savaşta yenik düşebiliriz. İttifakla tertiplere girmeniz için fırsatınız o olur, ama hatırda tutmalısınız ki, fethedildiğimizden emin olmadan Türklere karşı eyleme geçerseniz Osmanlı Hükümeti en sert tedbirleri uygulayacaktır. Planlarınızı öyle yapın ki İttifak devletlerinin karşısına temiz ellerle çıkabilesiniz. Bunu da bize yasaların emrettiği kadar, ne azı ne fazlası, destek vererek yapabilirsiniz. Böyle davranmanızın doğruluğunu sanıyorum İttifak devlet adamları görecek ve otonomi talebiniz tanınacaktır. O zaman işi bıraktığımız yerden tekrar ele alırsınız, bu hususta size her türlü başarı dilerim, ama hatırınızdan çıkarmayın, henüz gitmedik ve en ufak bir yanlış hareketiniz bütün Ermenilerin başına dert açacaktır. Sessizce oturun ve bırakın bu meseleyle uğraşalım. Yenildiğimizden emin olunca İttifak tarafına gidin ve onlardan ne mümkünse alın.” “ Halil Bey, Osmanlı Hükümetinin Ermenilere bu fırsatın çıkabileceğinin bilincinde ve bu hususta hemfikir olduğunu belirtti. Devamla, Jön Türklerin lideri Enver Paşa`nın Ermeni Patriğini bir gün çağırarak aynı şeyleri söylediğini, ama buna rağmen Ermenilerin Ruslar Anadolu`yu istila edince ayaklandığını, Türk Hükümetinin de daha önce Ermeni liderlere açıklanan tedbirleri yürürlüğe koyduğunu kaydetti. “ Türk Hariciye Nazırı, Ermenilere karşı atılan adımların isyan halindeki tek bir yere inhisar ettirilmesinin, Ermeni örgütlenmesinin mükemmelliği karşısında mümkün olmadığını, bir ayaklanmaya ilişkin en ufak işaret alındığında kapsamlı mukabelede bulunulduğu takdirde bu durumla ancak başa çıkılabilecek olduğunu söyledi ve devam etti: “ Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni tehcirinden ötürü uğradığı kaybın muazzam olduğunu belirteceğim. Ermeni kabiliyetli ve çalışkandır ve bundan dolayı ekonomik planda değerlidir. Ama ne yapılabilirdi? Savaştayız ve bu nedenle, gösterdiğimiz itimada karşılık bu kadar alçakça ihanete uğrayan vaziyetimizi sağlama almaya mecburuz.” Ermeniler 1915’te başlayan olaylar zincirinin “soykırım” oluşturduğu kanısındalar. “Soykırım”, Nazilerin Yahudileri etnik kimlikleri nedeniyle ortadan kaldırmaya teşebbüs etmesine tepki olarak 2. Dünya Savaşından sonra yaratılan bir kelimedir, hukuki tanımı 1948 BM Soykırım Sözleşmesinde yapılmıştır ve o tarihten itibaren insanlık suçu olarak uluslararası hukukta yerini almıştır. Anlaşmanın 2. Maddesi, soykırımı, “bir etnik, ırki veya dini grubu yok etme kastıyla girişilen eylemler” olarak tanımlar. “Soykırım”ı katliam, kıyım gibi kelimelerden ayırt eden faktör, 1948 Sözleşmesinde öngörülen kasıt kriteridir. Boston’daki Clark Üniversitesinden Albert Southwick’in, 3 Nisan 2005 tarihli Worcester Telegram and Gazzette`de yer alan bir tanımlaması bu terime açıklık getiriyor: “Bir halkın yaptığı bir şeyden dolayı değil, ne olduğundan dolayı yok edilmeye çalışılması.” Bu ayrıntının saptanması kolay olmayabilir, ama hukuki açıdan önemli bir ayrıntıdır. Bunun, Ermenilerin zorla göç ettirilmesi sırasında uğradıkları büyük kayıpları ve acıları hafife almak veya görmezden gelmekle ilgisi bulunmuyor. Tehcir uygulanırken ağır suçlar işlendiği bilinmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti savaştan sonra yüzlerce yetkiliyi yargılamış, idam dâhil ağır cezalar vermiştir. Savaş galibi İngiltere iki yüzden fazla yüksek rütbeli Osmanlı görevlisini, bu arada Halil Beyi iki yıl süreyle Malta`da tutuklu tutmuş, savaş suçlarıyla bağlantılı olarak işlem yapmış, ancak sonuçta serbest bırakmıştır. Öte yandan, halkların uğradığı felaketler arasında karşılaştırma yapmak güç olsa da, objektiflik açısından, tarihte, özellikle savaşlar sırasında, Müslüman Türkler dahil bir çok sivil halkın çok büyük haksızlık ve kıyımlara maruz kaldığına değinmek gerekiyor. Osmanlı devlet adamı NYT muhabiriyle konuşurken soykırım kelimesinden habersizdir. Bu nedenle, Ermenileri övmesinde veya hükümette sahip oldukları önemli konuma işaret etmesinde art niyet aramak haksızlık olur. Nazırın sözleri bir bakıma Müslüman-Türk ile Ermeni toplumları arasında asırlar boyunca birlikte yaşamaları sonucu gelişen belirli bir yakınlaşmayı yansıtmaktadır. Nazırın savaş sırasında Ermenilerin silahlı eyleme geçmesine çok sert karşılık verileceğine ilişkin açıklaması da Osmanlıların Ermenilere karşı aldıkları önlemlerin, etnik kimliklerinden değil, eylemlerinden kaynaklandığına delalet etmektedir. Doğal olarak, ne bu gözlem ne de söyleşinin içeriği bu mesele hakkında kesin yargıya varılmasına yeterlidir. Ermenistan ve Türkiye arasında son zamanlarda yapılan müzakere ve bazı anlaşmalar bu yönde bir adım olabilirdi. Ama ortada durumu daha da karmaşık yapan başka faktörler de var. Bir tanesi resmi ve gayri resmi Ermeni kaynaklarının ¨soykırım suçunun” kabul ettirilmesinin tek başına bir hedef, Ermenilere manevi bir kapanış teşkil etmediğine; bunun sonraki ¨tazminat ve iade¨ talepleri için ön koşul olduğuna ilişkin demeçleridir. Diğer bir faktör, Ermenistan`ın kendisinin yakın bir tarihte Dağlık Karabağ`da soykırım yapmakla suçlanıyor olması. Üstelik kurbanların “yaptıklarından” dolayı değil, “ne olduklarından” dolayı katledilmiş olmaları söz konusu. Öyle veya böyle, adil bir çözüme varılması için bir sorunun her iki tarafındaki delil ve görüşlerin ortaya konması ve dengelenmesi gerekir. Bu bakımdan, Halil Bey’in ifadeleri yararlı olabilir.

Salı, Nisan 29, 2014

Özür dilemiyoruz!..



Bu yıl Y-CHP adına ilk açıklamayı Genel Başkan Faruk Loğoğlu yaptı: "Gocunmamak lazım. Niçin bu kadar geç kalındıktan sonra 2014 yılını seçiyor. Biraz sorgulamak lazım" dedi... Hazret, özür için geç kalındığından yakınıyor. İkinci açıklama Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’tan geldi. Ona göre, Başbakanın açıklaması “İyi niyet mesajları ile itibar arama gayreti.” Ve nihayet, Y-CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu son noktayı koydu: ”Ölenler sadece Ermeniler değil. Karşılıklı bir kırım olduğu biliniyor. Her ülke kendi tarihi ile yüzleşiyor. Biz de yüzleşmeliyiz” diyerek, o da Obama-Erdoğan çizgisindeki yerini aldı!.. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve Cumhuriyeti kuran CHP’nin, 24 Nisan’da takındığı tutum böyle olabilir mi?.. Yerel seçim hezimeti tartışılırken, Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın “Halk bize inanmıyor ve güvenmiyor” sözlerini doğrulayacak şekilde; “Evet bizim inandırma ve güvenme sorunumuz var” diyerek (1) önemli bir itirafta bulunan Kemal Kılıçdaroğlu, gündemi derhal “Ermeni Meselesi” üzerine yoğunlaştırarak, kendi acıklı durumunu gizleyebileceğini sanıyor… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), “Perinçek kararı” ile 1915 olaylarının "soykırım" olmadığı kanıtlandıktan sonra, Türkiye'nin özür dilemesini gerektirecek ve geçmişiyle “yüzleşecek” bir durum olmadığı da ortaya çıkmıştır. “Karşılıklı katliamlar” nedeniyle özür dilenecekse -bence hiç de gerekli değil, zira katliamı yapanların torunlarının biri birlerinden özür dilemeleri gerekmez- iki tarafın özür dilemesi gerekir ki, bu durum özür dilememekle eş değerdedir... Kaldı ki, anayasalarına göre, halen topraklarımızın bir kısmını, kendi toprakları olarak gösteren, Ağrı dağını futbol federasyonlarının sembolü olarak kullanmaya devam eden bir ülkenin, nihai amacı, geçmişten gelen yaraları sarmak ve geçmişi unutmak olamaz. Emperyalistlerin isteği ve tahriki üzerine, dedelerinin başlattığı sivil halk katliamına bir önlem olarak getirilen tehcirin, zorunlu bir askeri önlem olduğu tartışmasızdır. Tehcirden önce yaşanan olaylara, bir tepki olarak kendiliğinden gelişen bazı üzücü olaylar yüzünden, bugün özür dilemek, haklı olanın, haksız olan taraftan, özür dilemesi anlamına gelir!... Kabul etmek gerekir ki, bu konudaki en doğru duruşu sergileyenlerden biri de Ermeni asıllı Hrant Dink’tir. Bu duruşu nedeniyle ona destek verenlerin, cenaze töreninde "Hepimiz Ermeni’yiz" şeklinde attıkları slogan bile, tam tersine çevrilmiş, sanki bu sözü söyleyenler Ermeni Diasporası'nın taraftarlarıymış gibi lanetlenmişlerdir. Ele geçirilmiş medya ile baş etmek öyle kolay değildir. Ne yazık ki, bu bilgi kirliliği günümüzde de devam etmektedir… Gerçek CHP'nin, Ermeni meselesi nedeniyle duruşu, “yeni” yetkililerin yukarıda aktardığımız cümleleri ile özetlenemez. Gerçek durum çok farklıdır: Atatürkçü düşünceye ve kuruluş felsefesine yüzde yüz bağlı olan bir partili olarak, görüşlerimi geçmiş yıllarda kaleme almıştım.(2) Bu tartışmaları izleyenlere, aşağıdaki bağlantıları açıp okumalarını öneriyorum. Bildiğiniz gibi, Dışişleri Bakanlığımız tarafından İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinden Mehmet Perinçek'e verilmiş milli ödev, Moskova Devlet Arşivi'nde 10 yıl araştırma yapılarak yerine getirilmiştir. Perinçek, bu konudaki çalışmalarını;”Rus Devlet Arşivlerinden 150 BELGEDE ERMENİ MESELESİ’ adlı kitapta toplamıştır.(3) Bu eserin yayınlanmasından sonra, artık “Ermeni meselesi” hakkında desteksiz atmak, haddini bilmezlik kabul edilmelidir. O bakımdan meraklılara, bu kitabı da temin edip okumalarını öneriyorum. Ermeni belgeleriyle "SOYKIRIM YALANI" dizisinin diğer kaynakları da Kaynak Yayınları’nda yayınlanmıştır.(4) Bunlara ilaveten, Ermeni meselesi Dr. Doğu Perinçek tarafından, AİHM’nde nihai çözüme kavuşturulmuştur. Perinçek’e,Türk Ulusu olarak teşekkür borcumuz vardır. Onun mahkemede yaptığı savunmalar, sunduğu belgeler yeterli görülmüştür ki, Avrupa Birliği açısından Ermeni meselesi kapanmıştır. Bugün “Perinçek kararı”nı Dışişleri Bakanlığı’mız, “Ermeni sorunu” için bir milat olarak kabul etmektedir. Artık böylece, bizlerin de belge ve bilgi sorunumuz kalmamıştır!.. Bu yüzden şaşkın Y-CHP yöneticilerinin saçmalıklarına inanmak zorunda değiliz!.. Yapay “Ermeni sorunu”nu, bir süre daha ABD'nin kaşıyacağı gün gibi ortadadır. Bu süre içerisinde, AKP ve Y-CHP'nin basiretsiz genel başkanları da ABD’nin değirmenine su taşıyacaklardır. Bu bağımlılıktan ötürüdür ve açıkça görünüyor… Bilindiği gibi 1915 yılının acıklı olayları Osmanlı'nın çöküş döneminde yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise, tarihin tozlu sayfalarında yer alan Osmanlı'nın külleri üzerinde doğmuş ve yeni bir devlet olarak kurulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı'nın kötü mirasını kabul etmek zorunluluğu yoktur... Lozan'da kabul etmediğimiz hiç bir konu, bugün önümüze bir özür sorunu olarak getirilemez… Tehcir Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, yaşanan acıklı olaylara kimsenin bir itirazı olacağını sanmam. Bir sürü masum insan, siyasetçilerin fahiş hataları yüzünden ağır bedeller ödemiştir. Tarih boyunca bedel ödeme zaten hep böyle olmuştur. Bizim itiraz ettiğimiz husus; olayların adını "Büyük Felaket" olarak koyan ABD'nin belirlediği gündemi, yine emperyalizmin belirlediği şekliyle tartışmak ve tekrar etmektir. Bir an için ABD’nin bu tanımlamasının doğru olduğunu kabul edelim. "Büyük Felaket"in sorumlusu kimdir? Türkler olabilir mi? Elbette ki hayır. Hiç kuşku yok ki, bu acıların baş sorumlusu, İngiltere ve Rusya gibi o zamanın güçlü emperyalist devletleridir. Ermeniler de onlara alet olmakla ikinci derecede kusurlu ve sorumludur. Türkler, sorumlulukta ancak üçüncü sıraya yerleştirilebilirler. Gerçeğe uygun olan bu sıralamayı tersine çevirerek, önümüze getirenler, kim olursa olsun aldatıldıkları kesindir, bu yüzden de söylediklerini kabul edemeyiz. Etmemiz için ahlaki bir sebep de bulunmamaktadır… Bunun dışındaki konuları elbette kabul edebiliriz. Ortak yaşamda, Ermenilerden öğrendiğimiz çok şeyler vardır. Aynı şekilde, Kürtler ile de kültürlerimiz harmanlanmıştır. "Türk Milleti"nin önemli bileşenleri olan Ermeniler ve Kürtlerle aynı topraklar üzerinde yaşayarak, kader birliği yapmışız. Bunlara itiraz eden yok. Uluslar zaten böyle oluşurlar… Kültürlerimiz birleşerek, ortak "Anadolu Kültürü"nü oluşturmuştur. Etle tırnak gibi yüzlerce yıl birlikte yaşamışız. Bunlar ayrı şeylerdir. Bizim tartıştığımız konu, emperyalizmin önümüze getirdiği bu "yeni" sorunu, onların istediği çerçevede kabul etme zorunluluğumuzun olup olmadığıdır. “Yeni” adıyla önümüze ne getirildiyse bize yabancıdır!.. Türkiye Cumhuriyeti, Sevr'i kabul etmeyen kahramanların başlattığı mücadele sonunda savaşarak kurulmuştur. Kuruluş belgesi, Lozan'da imzalanan antlaşmadır. Hiç bir devletin kendinden önceki imparatorlukların bütün günahlarını açıklamak veya bedellerini ödemek zorunluluğu yoktur. Diğer imparatorlukların üzerinde kurulan devletlerin, hiç özür dilediğini duydunuz mu? Özetle; Lozan'da imza attığımız anlaşma ile üzerimize aldığımız yükümlülüklerden başka hiçbir yükümlülüğümüz yoktur. Emperyalizmin Türkiye'yi parçalama planına hizmet eden "Büyük Felaket" teorisini bu yüzden temelden reddediyoruz… “Ermeni Sorunu”na bağlı olarak ortaya atılan diğer soruların yanıtları; dipnotta verdiğim kaynaklardan öğrenilebilir. Anadolu'da yaşayan halkların içerisinde, Ermenilerin nüfusunun ne kadar olduğu Osmanlı Salnamelerinden bellidir. Vaktiyle toplam nüfusun yüzde kaçına denk geldikleri çok da önemli değildir. Ama ne olursa olsun ortada bir "soykırım" olmadığı kesindir. Bir an için aksini iddia edenlerin verdiği rakamların doğru olduğunu kabul edelim. Tehcir zorunlu göç olduğuna ve tehcire tabi tutulan Ermeniler, Suriye-Lübnan tarafına gönderildiğine göre, onları bugün Anadolu'da aramak beyhude bir çabadır. Bu iki coğrafya parçası da sınırlarımız dışarısında kalmıştır. Ermenilerin bir kısmı oralarda yaşamaya devam etmişken, bir kısmı da ABD'ye, Fransa'ya, Rusya'ya ve diğer ülkelere göç etmişlerdir... Dolayısıyla Anadolu’da kalanların 8-9 bin civarında oldukları iddiası doğru olsa da, diğerlerinin nerede olduğu sorusunun yanıtı bulunmuş oluyor. Bu saptama dahi, Ermenilere karşı "soykırım" yapılmadığının en açık kanıtıdır. Ermeni nüfusunun Anadolu'da azalmış olması, “soykırım”ın kanıtı olarak gösterilemez! Soykırım, Hitler tarafından Almanya'da yaşayan Yahudilere karşı uygulanmıştı. İşte bu yüzden Almanya'da bir tek Yahudi kalmamıştır… Türkiye'de ise Ermeniler hala yaşamaktadır... Kaldı ki, dönemin siyasetinden sorumlu tutulanlar, Malta’ya sürgün edilmiş ve İngilizler tarafından, olağanüstü bir mahkemede “soykırım” yapmakla suçlanıp, yargılanmışlardı. Olayların baş sorumlusu İngiltere, üstelik bütün arşivler ellerinin altındayken, Türkleri “soykırım” yaptıkları için mahkûm etmeye yeter kanıt bulamamıştır. Bu yalın gerçeğe rağmen, her yıl 24 Nisan’da ABD’nin yaptığı açıklamayı beklememiz oldukça tuhaftır. Bu durumu diplomatik bir avantaja çeviren ABD’yi, artık emperyalizm düzleminde değerlendirme zorunluluğu vardır. Başka türlü onlarla baş etmemiz olanaksızdır… Her yıl aynı oyunun neden bir parçası biz oluyoruz, anlamak mümkün değildir!.. Bu olaylar nedeniyle, Türklerin karşısında yer almak, neredeyse “aydın” tanımının zorunlu bir unsuru haline getirilmiştir!.. Bu arada şunu da söylemek gerekir ki; Türkler, Çanakkale Savaşı’nda dalga dalga ölüme giderken, cephenin gerisindeki Ermeniler, Türklere karşı katliamlara başlamışlar ve Türklerin bu var oluş savaşında, olumsuz yönde rol almışlardı. Unutmayınız ki, Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek, İstanbul'un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith'e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya konmuş ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı ilk saldırısı 1915 Şubat ayında başlatılmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konulmuştu… Lütfen bu tarihlere dikkat ediniz… Demek ki, o tarihlerde Doğu cephesinde ve düşman saflarında "Hınçak" ve "Taşnak" adlı Ermeni çeteleri vardı. Bu bölgeyi Çanakkale’den ayrı düşünemeyiz. Bu yüzden İçişleri Bakanlığı 24 Nisan 1915'te, bu Ermeni komitelerinin kapatılmasına, evraklarına el konulmasına, liderleri ile zararlı faaliyette bilinenlerin tutuklanmasına ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin ise uygun yerlere toplanması kararını almıştı. Tarihe dikkat ediyorsunuz değil mi? 18 Mart 1915 Çanakkale’ye düşman donanmasının başlattığı saldırıdır. Arada sadece 1 hafta vardır. Yaklaşık 5 hafta sonra da 27 Mayıs 1915'te Tehcir Kanunu kabul edilmiştir. Demek istediğim; Çanakkale'yi göz ardı ederek, Ermeni meselesini değerlendirmek mümkün değildir… Perinçek. bütün bu bağlantıları göstererek ve kanıtlarını koyarak, AİHM’nde dava açmıştır. Mahkeme kararı ile kazanılan hukuk zaferi, bu doğru tezleri bir kez daha teyit etmiştir. Unutmayınız ki, tarihte "Pirus Zaferi" de bir zafer olarak anılır. Bu zafer sonunda ortada birkaç sefil askerden başka kimse kalmamıştı.(5) Pirus zaferinde olduğu gibi, Ermeniler de kalkışmaları sonucunda fazla zayiat vermiş olabilirler. Zayiatın fazlalığı, yaşanan olayın adını belirleyemez!.. Ortaya çıkan sonuçlardan Türkleri sorumlu tutmak açık bir haksızlıktır. Çünkü: Hiç kimse kendi kusuru ile uğradığı zarardan başkalarının sorumlu tutulmasını talep edemez!.. Bu son söylediğim, genel kabul gören evrensel bir hukuk kuralıdır... Ebetteki bazı konularda farklı düşünenlerimiz olacaktır. Böyle düşünenler, az önceki kuralın tersini de savunuyor olabilirler. Bu onların kişisel sorunudur. Böyle sorunlar koca topluma mal edilemez… ABD'nin hazırlatıp Erdoğan'a okuttuğu “taziye mesajı”nı ne yazık ki doğru bulanlar da çıkmıştır. Onlar açık bir yanılgı içerisindedirler. Şimdi eğri durup, doğru konuşalım: “Taziye mesajı” verilecek idiyse, vaktiyle bunu her iki tarafın birbirine vermesi gerekmez miydi? Vakitsiz mesajlar, başka amaçlar için değil midir? Bu oyunu görelim artık… İlla da birilerinden “özür” dileyerek rahatlayacaksak, Orta Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar ve daha sonra da 4 kıtaya yayılıp kılıçtan geçirdiğimiz - o arada çocuklarını devşirdiğimiz- topluluklardan ve uluslardan özür dileyelim!.. Çok sahip çıktığımız ve övündüğümüz Osmanlı'nın, insanlığa karşı işlediği o ağır suçlardan dolayı da özür dileyebiliriz. Vatan savunması yaparken, düşmana verdiği zarardan özür dileyenler, biraz da "Kahrol düşman! Al sana bomba..." esprisindeki askere benzemiyorlar mı?.. Her şey o kadar açık ki, biz hala anlaşılmaz bir eziklik içerisinde, “özür” dilemek için çırpınıp duruyoruz!... Neden böyleyiz acaba?.. Başımıza taş mı düştü?!.. Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1)http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/38709-kilicdaroglu-halk-bize-ina...
(2) a.)http://cemilcan.gen.tr/2004/12/seni-ermeni-seni/
b.)http://cemilcan.gen.tr/2011/12/soykirim-iddiasi-soysuzlugun-itirafidir/
c.)http://cemilcan.gen.tr/2011/12/biz-ermeni-degiliz/
(3)http://www.idefix.com/kitap/150-belgede-ermeni-meselesi-mehmet-perincek/...
(4) 1. Ovanes Kaçaznuni/Taşnak Partisi'nin yapacağı bir şey yok,
2.A.A.Lalayan/Taşnak Partisi'nin karşıdevrimci rolü,
3.Kızıl Kitap/İngilizlerin Mavi Kitap'ına Sovyetlerin yanıtı,
4.A.B.Karinyan/Ermeni milliyetçi akımları,
5.Mehmet Perinçek/B.A.Boryan'ın gözüyle Türk-Ermeni Çatışması,
6.KARİBİ/Ermeni iddialarına yanıt Gürcü Devletinin Kırmızı Kitap’ı,
7.S.G.PİRUMYAN/Diasporadaki Taşnaklar,
8.Çarlık Polis Raporlarındaki Taşnaklar.
(Kaçaznuni, Lalayan ve Karinyan'ın kitapları Kaynak Yayınları tarafından İngilizce, Almanca, Fransızca, İsveççe ve İspanyolcaya çevrilip basılmıştır.)
(5) http://tr.wikipedia.org/wiki/Pirus_zaferi

Pazar, Ocak 26, 2014

ERMENILERIN DIPLOMATLARIMIZA KARSI AMERIKADAKI TEROR SALDIRILARI

1) 27 Ocak 1973, Santa Barbara, California, ABD: Ermeni kökenli ABD vatandası Gourgen Yanıkyan (Yanikian) Türk Baskonsolos Mehmet Baydar ve Bahadır Demir'i öldürdü. Yanıkyan ömür boyu hapse mahkum oldu. 2) 26 Ekim 1973, New York: Türk Enformasyon Ofisi'ne bombalı saldırı girisimi. Bomba zamanında tespit edildi ve etkisiz hale getirildi. Olayın sorumluluğunu kendilerini 'Yanıkyan Komandoları' olarak adlandıran bir grup üstlendi. 3) 4 Ekim 1977, Los Angeles: Osmanlı tarihi konusunda tarafsız ve ciddi arastırmalarıyla tanınan Profesör Stanford Shaw'ın evine bombalı saldırı. Sorumluluğu '28'in Ermeni Grubu' üstlendi. 4) 11 Ağustos 1980, New York: Ermeni bir grup BM yakınındaki Türk Evi'ne saldırdı. 5) 6 Ekim 1980, Los Angeles: Baskonsolos Kemal Arıkan'ın evine iki molotof kokteyli atıldı. Arıkan yaralı olarak olaydan kurtuldu. 6) 12 Ekim 1980, New York: Türk Evi'nin önüne bir bomba yerlestirildi. Yoldan gecen dört kisi yaralandı. Olayı JCAG üstlendi. 7) Ekim 12, 1980 in Los Angeles :Amerikan vatandasi bir Turk'un seyehat acentasi Hollywood da imha edildi,JCAG orgutu sorumlulugu ustlendi. 8) 3 Şubat 1981, Los Angeles: Bomba uzmanları İsvicre Konsoloslugu önünde bir bombayı etkisiz hale getirdi. Olay sonrasında gelen telefonlarda Suzy Mahseredjian serbest bırakılana kadar eylemlerin devam edecegi söylendi. 9) 3 Haziran 1981, Los Angeles: Gelen tehditler nedeniyle San Fransisco'da gösteri yapacak olan Türk folklor ekibi programlarını iptal etmek zorunda kaldırlar. 10) 26 Haziran 1981, Los Angeles: İsvicre kökenli Swiss Banking Corporation büroları önünde bir bomba patladı. Sorumlugunu 'Haziran Örgütünün Dokuzuncusu' üstlendi. 11) 20 Ağustos 1981, Los Angeles: Swiss Precision Instruments ofislerinin önünde patlama gerceklesti. Saldırı yine Dokuz Haziran adlı örgüt tarafından üstlenildi. 12) 20 Kasım 1981, Los Angeles: Beverly Hills'deki Türk Konsoloslugu'na saldırı. Binada agır hasar var. Olayı ise JCAG üstlendi. 13) 28 Ocak 1982, Los Angeles: Türkiye'nin Los Angeles Konsolosu Kemal Arıkan aracıyla isine giderken iki teröristin suikastına ugradı. Saldırı sonrasında 19 yasındaki Hampig Sasunyan tutuklandı ve ömür boyu hapisle cezalandırıldı. 14) 22 Mart 1982, Cambridge, Massachusetts, ABD: Türk Fahri Baskonsolosu Orhan Gündüz'e ait bir hediyelik esya magazası havaya ucuruldu. Kendisine de eger fahri görevini bırakmaz ise öldürülecegi tehdidinde bulunuldu. Sorumlulugu JCAG üstlendi. 15) 4 Mayıs 1982, Cambridge, Massachusetts, ABD: Fahri Baskonsolos Orhan Gündüz Boston'da suikasta ugradı. Katil yakalanamadı. 16) 18 Mayıs 1982, Tampa, Florida, ABD: Türk Fahri Baskonsolosu Nash Karahan'ın ofisine saldırıldı. 17) 26 Mayıs 1982, Los Angeles: Swiss Banking Corporation bürosu bombalı saldırıda hasar gördü. Süpheli dört Ermeni ASALA ile baglantıları nedeniyle suclandıar. 18) 30 Mayıs 1982, Los Angeles: Üc ASALA üyesi (Hratch Kozibioukyan, 31; Siranouche Kozibioukyan, 22 ve Varan Chrinyan, 29) Kanada Havayolları kargo bürosuna bir bomba yerlestirirken yakalandı ve tutuklandı. Amacları tutuklu dört Ermeni'nin serbest bırakılması icin baskı olusturmaktı. İlk ikisi karkı-koca olan saldırganların ücü de Ortadoğu ülkelerinden yeni göc etmis kisilerdi. 19) 26 Ekim 1982, Los Angeles: JCAG üyesi bes Ermeni terörist Philadelphia Türk Fahri Konsoloslugu'na saldırı hazırlığı nedeniyle suclandılar. 20) 21 Ocak 1983, Anaheim, California, ABD: Bir Ermeni fırınında saklanan bazı bombaların kazara patlayarak yangına yol acması bu tür silahların nasıl saklandığına da ısık tutu. 21) 29 Mart 1984, Los Angeles: ASALA yazılı olarak olimpiyatlara katılacak Türk atletleri öldürecekleri tehtidinde bulundu. 22) 25 Haziran 1984, Los Angeles: Fransa'da bir haber ajansı ofisine gelen tehditte Los Angeles Olimpiyatları'na katılan Türk sporcularına yardımcı olan tüm ülkeler, sirketler ve kisilere saldırı düzenlenecegi söylendi. 71 TANE AMERIKALI ERMENI TERORISTIN 22 si AMERIKA DA HAPSEDILIYOR. 239 terörist saldırıların,71 Ermeni Amerikalılar tarafından yapıldı.Yakalanıp hapsedilen yirmi iki Amerikan Ermenileri sunlardır: Dikran Berberian, Los Angeles, JCAG,Vartan Chirinian, Van Nuys, ASALA Steven John Dadaian, Los Angeles, JCAG,Hratch Kozibioukian, Van Nuys, ASALA Siranouche Kozibioukian, Van Nuys, ASALA,Suzy Mahseredjian, San Francisco, ASALA Monte Melkonian, Dinuba, ASALA,Krikor Saliba, Los Angeles, JCAG Karnig Sarkissian, Los Angeles, JCAG,Harout Sassounian, Los Angeles, JCAG Hampig Sassounian, Los Angeles, JCAG,Viken Hovespian, Los Angeles, JCAG Vicken Tcharkhutian, Hollywood, ASALA,Viken Yacoubian, Los Angeles, JCAG Gourgen Yanikian, Los Angeles,Haig Balian, Ottawa, ASALA Haroutium Kevork, Ottawa, ASALA,Haig Karkhanian, Ottawa, ASALA Melkon Karakhanian, Ottawa, ASALA,Kevork Marachelian, Ottawa, JCAG Ohannes Noubarian, Ottawa, JCAG,Rafi Panos Titizian, Ottawa, JCAG

Perşembe, Mart 28, 2013

AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ CENTER FOR EURASIAN STUDIES TÜRKMENELİ İŞBİRLİĞİ VE KÜLTÜR VAKFI TURKMENELI COOPERATION AND CULTURAL FOUNDATION Sayı - Number : 1136 Tarih - Date : 27.03.2013 BATI DÜNYASINDA ERMENİ SOYKIRIMI İDDİALARINA KARŞI ÇIKAN BİLİM ADAMLARI 27 Mart 2013 hakimiyetimilliye.org M. GALİP BAYSAN Son günlerde basında çıkan haberlerden, Amerikalı bir yönetmenin Türk, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları ve arşivlerinden elde edilen bilgilerle hazırladığı “Ermeni İsyanı 1894-1920” adlı belgeselin Ermeni Lobisinin baskısıyla Amerika’daki Televizyonlarda yayınlatılmadığını ve belgesele Türk Tarih Kurumunun sahip çıktığını okuyunca hafızam beni geçmiş yıllara götürdü ve Hıristiyan Batı Dünyasında tarihi gerçekleri açıklamaya çalışan bilim adamlarının karşılaştıkları zorlukları sizlere duyurmak istedim. Türk dostu, dünyaca ünlü tarihçi akademisyen Stanford J. Shaw 19 Aralık 2006 günü gazetelerin çok azında “ Türk dostu tarihçi Prof. Dr. Standford Jay Shaw’ın, başbakan yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gülün de katıldığı bir törenle son yolculuğuna uğurlandığı” şeklinde bir haber vardı. Ne yazık ki bu haber, o günkü diğer haberlerin öne çıkması ile gölgede kalmış gibi oldu. Oysa Standford Shaw Türk ve Osmanlı Tarihi konusunda yaptığı çalışmalarla sivrilen bir Amerikalı tarihçi olup, Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyeliğine seçilmiş, Türk ve Türkiye tarihine katkılarından dolayı Türk Tarih Kurumu tarafından “ Hizmet Madalyası ve beratı ile” onurlandırılmış dünya çapında bir bilim adamıydı. Türk tarihine ilgisi, üniversitede okuduğu yıllarda zamanın en ünlü İngiliz tarihçilerinden Prof. Arnold Toynbee’nin bir özel notu ile başlamıştı. Toynbee yazısında “ Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklere yaptıklarından çok pişmanlık duyduğunu” belirtiyordu.( Prof. Arnold Toynbee savaş yıllarında İngiliz Propaganda Servisinde çalışıyordu, Vikont James Brice ile birlikte “Ermenilere Soykırım Yapıldığını Belgeleyen bir propaganda kitabı yazmakla görevlendirildi” ve bu ikili Ermeni taraftarlarının desteği ile gerçekleri saptırarak ve bazen de günümüzdeki tarikatçılar gibi sahte belgeler üreterek ünlü “Mavi Kitabı” hazırladılar. Bu kitap özellikle Amerikalılar ve onların savaşa katılmaları konusunda çok etkili olmuştu. (Toynbee ve James Brice hakkında okurlarımıza “Soykırım İddialarını Yaratan Portreler” seri yazımız içinde detaylı bilgi verilecektir.) Bizler Prof. Shaw’ı, eşi Prof Dr. Ezel Kural Shaw ile birlikte 1985 yılında yazdığı, History of the Ottoman Empire And Modern Turkey Vol.I,II (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Tarihi, Cilt I,II ) Cambridge University Press-1985 ve ayrıca 2000 yılında, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan: From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation (İmparatorluktan Cumhuriyete Türk Kurtuluş Savaşı) 1918-1923 Vol.III adlı eserleri ile tanıdık. Ama tecrübeli tarihçilerimiz onun 1950 yılları başlarında, daha bizim Osmanlı arşivlerine çok az Türk arşivci girerken, gelen ilk Amerikalı olduğunu belirtmektedirler. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi iken vefat eden Prof. Shaw’ın üzerinde çalıştığı son eseri “Birinci Dünya Savaşında Türkler” konulu ve yine Türk tarihi ile ilgili bir çalışma idi. Ermeni Diaspora’sının Soykırım iddialarını nerelere kadar getirdiğini, Başta Fransa olmak üzere pek çok AB ülkesinin soykırım iddiaları ile ilgili yasalar çıkardığını, gerçekleri tamamen bir tarafa koyarak yalan ve sahte iddialara, kendilerine özgü nedenlerle iltifat ettiklerini, Türkiye ve Türkler aleyhinde her yerde aşırı olumsuz faaliyetler içinde bulunduklarını hatırlıyoruz. Amerika ve Fransa’da son yapılan seçimlerden sonra Ermeni Diaspora’sının nasıl harekete geçerek en büyük kaleleri fethetme hazırlığı başlattığını ve yeni yasa tekliflerinin hazırlandığını da biliyoruz. İşte bütün bir Hıristiyan Dünyasının Türklerin üzerine gelmek için yarıştığı bu ortamın 1980’lerdeki hazırlık safhasında, bir bilim adamı, Prof Standford Shaw: yaptığı tarafsız incelemeler sonunda 1915 Olaylarının soykırımla bir ilgisinin olmadığını, ama bir “İç Savaş ve Zorunlu Göç olayı” olduğunu tespit etmiş ve Yazdığı kitap ve yazılarla bu görüşünü Ermenilerin yoğun faaliyet gösterdikleri ABD’de açıklama yürekliliğini göstermiştir. Yürekliliğini diyoruz çünkü ABD ve AB ülkelerinde bir Türk veya bir yabancının Ermeni iddiaları aleyhinde beyanda bulunması çok belalar getiren, korkutucu bir iştir. Prof. Dr. Bernard Lewis Mesela Prof. Shaw gibi Osmanlı ve Türk tarihi ile hatta Ortadoğu tarihiyle ilgili çalışmaları ile Dünyaca ün sahibi olmuş bir başka Amerikalı bilim adamı Prof. Bernard Lewis; 16 Kasım 1993 ve 1 Ocak 1994 tarihinde Fransa’nın “Le Monde” gazetesinde 1915 Olayları bir “Soykırım değildir” şeklinde iddialı bir demeç verdiği için hakkında Ermeni Diyaspora’sı tarafından bir dava açılmış ve önce suçsuz bulunan Bernard Lewis, Diyaspora’nın devamlı baskısı sonucu yenilenen dava sonucunda, yine bir Fransız Mahkemesi tarafından; “Profesörün demeci Ermeni toplumunu rahatsız etmiştir” gibi uydurma bir gerekçeyle, küçük bir tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Ama ne olursa olsun Ermeniler için beklenen amaç sağlanmıştır. O günden sonra Diaspora Ermenileri bunu koz olarak kullanacak ve bütün dünyaya “ Ermeni Soykırımını reddeden Profesör Bernard Lewis mahkeme tarafından mahkûm edildi” şeklinde geniş bir propaganda kampanyası başlatacaklardır. Fransız Hukuk sisteminin içine sokulduğu bu adaletsiz ve tek yanlı tutum, 10 yıl sonra Fransız Meclisini bildiğimiz yanlış kararlar almaya doğru iteleyecektir. Bağlı bulunduğu Üniversitenin Prof.Shaw ve Bn.Shaw’ın birlikte yazdıkları “Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye” adlı kitabı bastırıp bütün dünya kütüphanelerine dağıtması, Ermeniler arasında büyük rahatsızlık yaratmıştır. Bunun üzerine faaliyete geçen Amerikalı Ermeniler, Fransa’dakiler gibi dava ile meşgul olmamış, doğrudan baskı ve şiddet uygulamayı tercih etmişlerdir. Terör örgütleri ve Amerikalı Ermeniler, Shaw ailesine tehdit üzerine tehdit gönderdiler. Ders verdikleri sınıfın defalarca altını üstüne getirdiler. Yolu kesildi, kendisi ve ailesi tehdit edildi, dövüldü, hırpalandı, çantası, şahsi eşyaları ve evrakları çalındı. Nihayet tehdidi bırakıp harekete geçtiler ve oturduğu evini bombaladılar. Bu ağır baskılar karşısında emniyet teşkilatı da bir şey yapamıyordu. Prof. Shaw yılmadı, büyük bir cesaret gösterdi, bulgularından ve bilim adamı kimliğinden asla taviz vermedi. Bu yüzden Üniversite camiasının takdir ve desteğini kazandı, ancak dayanılmaz baskılar karşısında ailesini koruyamayacağını anlayınca, ailesiyle birlikte ABD’yi terk etmek zorunda kaldı. 1985 yılında Ermeni Soykırım İddiaları ABD Temsilciler Meclisinin gündemindeydi ve hazırlanan bir yasa kabul aşamasına getirilmişti. İşte bu günlerde Shaw ailesinin önderliği ve Bernard Lewis’,Halil İnalcık,Justin Mc Carty, Dankward Rustow, Heath W. Lowry, J.J. Hurewitz gibi saygın isimlerinde aralarında bulunduğu ABD Üniversitelerinden 69 bilim adamı topluca bir bildiri hazırlamış ve imzaladıkları bu bildiriyi Temsilciler Heyeti Başkanlığına göndermişlerdir. Bilim adamlarının bu onurlu çıkışı, ABD Meclis üyelerinin tıpkı Avrupalı meslektaşları gibi tek yanlı olarak Ermenilere vermeyi planladıkları desteği frenlemiştir. Prof. Shaw ve Bernard Lewis gibi bilim adamlarını saygı ile anıyoruz. Tarafsız ve politikanın çirkin yönüne bulaşmamış özgür bilim adamlarının bildirisi; yalan, hile ve ucuz politik oyunların baskısı altında bunalan “ Gerçeklerin” çığlık çığlığa haykırışı gibi kabul edilmelidir. Bu ilginç bildiri bir sonraki yazımızın konusu olacaktır.

Çarşamba, Ocak 02, 2013

Ermeni Diasporası’nın sır gibi saklamaya çalıştığı işte o belge..

Zafer Özpolat/Gazetehamburg özel
1987’de Avrupa Parlamentosu’nun:‘’Türk’ler Ermeni soykırımını tanımadan AB’ne üye olamazlar’’Kararına güvenerek,1999’da da Türkiye’ye adaylık statüsü verilince de çılğına dönen Fransa’daki Ermeni Diasporası, Türk’lerin AB-üyeliğinin önünü kesmek için, Avrupa Adalet Divanı nezninde dava açmışlardır. Avrupa Adalet Divanı 17 Nisan 2004 tarihinde verdiği karar ile Ermeni cemaati tarafından dile getirilen,‘’Türkiye, Ermeni soykırımını kabul etmeden, AB’ne üye olamaz’’ İddialarını, Avrupa Adalet Divanı (AAD) temyizi (itiraz hakkı) olmayan bir kararla ret etti. Gazetehamburg, CDU-Neumünster meclis üyesi sayın Refik Mor’un titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkarttığı ve aynı zamanda da Türkce’ye çevirisini yaptığı o tarihi belgeye ulaştı.
17 Nisan 2004 tarihinde Avrupa Adalet Divanı tarafından verilen bu kararı Türkçe’ye çeviren Almanya’nın Neumünster kentinde Mühendislik ve yeminli tercümanlık yapan ve aynı zaman Hiristiyan Demokrat Parti(CDU) Meclis üyesi Refik Mor gazetehamburg’a bu konuda çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ortaya çıkarttığı tarihi belgeyi gazetehamburg’la paylaşan Refik Mor, merkezi Lüxemburg“da olan Avrupa Adalet Divanı- AAD, Avrupa birliği üyesi ülkeleri arasında, AB hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen kurumdur. Adalet Divanı’nın görevi, Avrupa anlaşmalarının yasaya uygun biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak. Üye devletlerin anlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri yerine getirip getirmediklerine karar vermek, ulusal mahkemelerin başvurusu üzerine topluluk hukukuna ilişkin çeşitli konuların yorumlanması ya da geçerliliği hakkında ön kararlar almak yetkileri arasında. Hukuki bir işlemin tartışmalı bir konu doğurması halinde ulusal mahkemelerden herhangi biri Avrupa Adalet Divanı’ndan ön karar isteyebiliyor. Ancak bunun yapılabilmesi için üye devlette daha yüksek bir temyiz mercii bulunmaması gerekiyor. Ve Divan kararı bağlayıcı oluyor. Avrupa Adalet Divanı(AAD), merkezi Strazburg’da olan ve Avrupa konseyi’nin bir kurumu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet-UAD- ile karıştırılmamalıdır ’dedi Avrupa Parlamentosunun kararı siyasidir Avrupa Parlamantosunun kararının siyasi bir karar olduğunu söyleyen Refik Mor ‘Tarih 20 Temmuz 1987.Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu karari ile,içerik olarak : ‘’Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetçe, AB’ne üye olamaz’’denen bir karar alır. Yıl 1999. AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamayacağı konusunda restleşmektedirler. Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası: 20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemişolur’’diyerek, · Avrupa Parlamentosu’na, · Avrupa Birliği Konseyi’ne ve · Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında- ‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekçesizlik) konumu ‘ İçerikli dava açar. ‘’BİRLİĞİN AKİT ((Antlaşma)) DIŞI SORUMLULUĞUNDAN’’ kastedilen,uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır.Daha net söyleyecek olursak,Eğer bu dava kazanılsa idi, Ermeniler soykırım davasının dörtte üçünü kazanmış olacaklardı.Eğer Ermeni diasporası bu davayı kazansa idi, bir dakika dahi durmadan İLK işleri Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurup, Türk’ler hakkında soykırım davasını açarlardı . Ama bu dava,AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile reddedilir. Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karar”a itiraz eder) ve AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davası) 17.04.2004 tarihinde, C-18/04 PEsas nolu nihai karar ile yeniden reddedilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edildiler. ‘dedi ‘’Derin bir el’’, bu kararın kamu oyu tarafından duyulmasını istemiyor. Refik Mor bu kararı ilkkez 2008 yılında Türkçe’ye çeviren kişi olarak tüm Türk basınına ve Türk hükümetine ve temsilciliklerine ilettiği halde kimsenin dikkat çekmemesine üzüldüğünü belirterek ‘Üzerinde çok uğraştım.Kararı Türkçe tercüme yaptım.ama maalesef bir derin el bunu basında ve bir yerde yayınlanmasına engel oldu. Oyun bitti..!! AB ülkelerinde‘’Ermeni soykırımı’’ konusunda Türkiye aleyhine alınan parlamento kararlarının bu kararla artık hiç bir geçerliliğinin kalmadığının altını çizen CDU-Neumünster meclis üyesi sayın Refik Mor, Ermeni Diasporası’nın sır gibi saklamaya çalıştığı bu tarihi belğenin en geniş kamu oyu ile paylaşılması gerektiğini belirterek, artık bu komediye son vermenin zamanının artık çoktan geldiğini de sözlerine ekledi Verilen kararın Türkçe tercümesini isteyen okuyucularımız email adreslerini bildirirse kendilerine gönderebiliriz. Email adresimiz zaferozpolat@gmx.de

Perşembe, Eylül 20, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -16-

Atatürk’ün kötü gün dostları

Kimi dara düştüğünde, kimi canına kast edildiğinde yetişti. Sıkıntılı İstanbul günlerinin dert ortağı olan İğneciyan, Mustafa Kemal’in ölümüne ancak iki gün dayanabildi; 12 Kasım 1938’de vefat etti. İstanbul’a Çanakkale’nin muzaffer komutanı olarak dönen Mustafa Kemal, Şişli’deki evinde maddi sıkıntı içinde geçen günlerine çok az insanı ortak etti. Onlardan biri İğneciyan adında bir Ermeni’ydi. İğneciyan, Mustafa Kemal’in dar zamanlarında, yardımına ilk koşan kişiydi. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya geçmesi herkes gibi İğneciyan’ın da hayatını değiştirdi. İstanbul hükümeti memurlarınca tutuklanan ve Malta’ya gönderilen İğneciyan’ın bütün servetine el kondu. Beş parasız, aç ve açıkta kalmıştı. Malta’dan döndüğünde kızıyla birlikte Yedikule’de bir gecekonduya sığındı. DUYGUSAL BULUŞMA İğneciyan, hayatını değiştirecek haberi yıllar sonra, 1927’de aldı; Atatürk İstanbul’daydı. Eski dostunu görmek için kendisini heyecanla Dolmabahçe Sarayı’na attı. Yaşadıklarını, uğradığı haksızlığı anlatacaktı. Kapıdaki nöbetçilere, “Adım İğneciyan’dır, ben, Gazi’nin eski dostuyum, onu görmek istiyorum” dedi ama ikna etmeyi başaramadı. Kılık kıyafetine bakıp söylediklerini inandırıcı bulmayan nöbetçiler, her gelişinde İğneciyan’ı saraydan uzaklaştırdı. Bir gün İğneciyan Atatürk’ün saraydan çıkış anına rastladı. Etraf kalabalıktı. Mustafa Kemal’in kapıda belirince İğneciyan’ın kızı atladı, kalabalığı yarıp otomobiline binmek üzereyken yanına yaklaşmayı başardı. Mustafa Kemal’in “Kim bu kız?” sorusunu da kendisi yanıtladı: “Ben İğneciyan’ın kızıyım, Gazi Hazretleri...” Mustafa Kemal kıza hemen eski dostunu sordu. “İçeriye sokmuyorlar” cevabını alınca, çağırttı. İğneciyan başından geçenleri anlatırken, Mustafa Kemal’in gözleri doldu. Araştırma yaptırdı; aynen İğneciyan’ın anlattığı gibi bütün malı mülkü haksız yere elinden alınmıştı. Mustafa Kemal hepsinin iadesini sağladı ve İğneciyan’a maaş bağlattı. Mustafa Kemal’in ölüm haberi, eski dostunu yatağa düşürdü. İğneciyan ancak iki gün yaşabildi; 12 Kasım 1938 günü vefat etti. HAYATINI KURTARDI Şam’da görevli olduğu yıllardı. Mustafa Kemal uyurken çadırını yırtmaya çalışan bıçaklı üç kişinin saldırısını bertaraf eden kişi Garabed Tombalyan’dı. Mustafa Kemal, güvenini kazanan Tombalyan’ı Halep’e para götürmekle görevlendirdi. Heyetleri saldırıya uğrayınca Tombalyan paraları alıp Şam’a geri getirmiş, Mustafa Kemal’e teslim etmişti. Tombalyan’ın sadakatinden emin olan Mustafa Kemal, onu yanından hiç ayırmadı. Tombalyan da İğneciyan gibi Atatürk’ün ölümüne uzun süre dayanamadı ve bir ay sonra 1938’in Aralık ayında vefat etti. Andon Tıngır Yaver Paşa, Kuvayı Milliye’ye yetişemedi ama Osmanlı ordusunda çok kritik görevleri başarıyla yerine getirdi. Başkomutan Serdar Ömer Paşa’nın tercümanı olarak devletin bütün güvenlik sırlarının toplandığı kişiydi. Osmanlı Orduları Başhekimi olan Sarkis Garabetyan 1828’de Yusuf Paşa ile birlikte esir edildi... Türkiye Ermenileri tarihinde geniş bir yere sahip olan Düzçelebiler’e mensup Agop Düzçelebi, Darphaneye teknikte sınıf atlatan kişiydi. Selimiye Kışlası, Tophane’deki Nusretiye Camii, Beyazıt’ın ünlü Yangın Kulesi, Yıldız Köşkü, Ortaköy Camii, Ihlamur Köşkü, Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’nın şaheser niteliğindeki cephesine attıkları imza ile nesillerce saray başmimarlığı yapan Balyan ailesinin bıraktığı iz “silinemez” nitelikteydi. İFTİRACILARA EN İYİ CEVAP Velhasıl her birimiz kim bilir kaç kere alkışladık onları; gururla ve coşkuyla; Naşid Özcan’ı, çocukları Adile Naşit-Selim Naşit’i, her gördüğümüzde yüzümüzde sıcak bir tebessüm oluşturan Nubar Terziyan’ı, Sami Hazinses’i “Horoz Nuri” (Vahi Öz)yi, Toto Karaca’yı... Ay-yıldızlı bayrağımızı hem kendisi şeref kürsüsünde dalgalandıran hem de Cemal Kamacı gibi şampiyonlar yetiştiren Garbis Zakaryan’ı, milli sporcularımız Harutyan Artan’ı, Zareh Kalpakcıyan’ı, Sarkis Güllap’ı, 1912 Stockholm Olimpiyatlarına kendi paralarıyla gidip kazandıkları madalyayı Türk Milleti’ne armağan eden Vahram Papazyan ve Mıgırdiç Mıgıryan’ı... On beş gündür biz anlatıyoruz, gelin Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden biri Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan) yapsın bu yazı dizisinin finalini: “Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan bir adama ne denir? Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de bir Türk’sün.” ASALA terörünü kınamak için kendini yaktı Hastane odasında sargılar içinde yatan adam acıyla kıvranarak birşeyler söylemeye çalışıyor başucunda bekleyen doktorlara: “Bunlar hep emperyalistlerin oyunudur... Onlara ibret olsun istedim... Gayeleri Ermenileri rahatsız edip Türkiye’yi harbe sürüklemek... Aslında Fransız Konsolosluğu’nun önünde yakacaktım kendimi... Çünkü zamanında bunlara cezalarını verseydi böyle şımarmayacaklardı. Orada intihar edecektim... Sonra düşündüm “Bunlar zaten onları tutuyor” dedim, vazgeçtim. Çok sevdiğim Atatürk’ün huzuruna geldim... Vatanım, milletim için her şeyi yaparım... Yalvarırım bütün dünya birleşip bunların kökünü kazısın... Allah Türkiye Cumhuriyeti’ne sabır versin!..” Kesik kesik söylenen bu cümlelerin sahibi Artin Penik’ti. 7 Ağustos 1982 günü Esenboğa Havalimanı’nda 8 kişinin öldüğü, 72 kişinin yaralandığı ASALA eylemini ve Ermeni terörünü protesto etmek istemişti. En “ibret verici” yolun intihar olduğuna karar verdi! 10 Ağustos 1982’de “Atatürk’ün huzuru” dediği Taksim Meydanı’na gitti. Üzerine boca ettiği bidon dolusu benzinin alev alması ve bütün bedenini tutuşturması için bir çakmağı bir kere çakması yetti... Derhal hastaneye kaldırılan Penik saatlerce ameliyatta kaldı, -1 derece suda yıkandı, doktorlar günlerce çabaladı ancak kurtarılamadı. 15 Ağustos 1982’de gözlerini bir daha açmamak üzere kapadı...

ERMENİ MEZALİMİ -15-

Bizim Ermeniler!..
Türk Milleti’nin kurtuluşu için savaştılar, İstiklal Madalyası kazandılar. Saruhan Milletvekili Necati Bey’in 29 Kasım 1920 günü TBMM’ye sunduğu İstiklal Madalyası Kanun Tasarısı 4 Nisan 1921’de yürürlüğe girdi. Kanuna göre “bu madalyanın sahiplerine bütün memurlar, askerler, zabıta ve diğerleri özel hürmette bulunacak” tı. Çünkü onlar 15 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922 tarihine kadar sürdürülen mücadelenin kahramanları, fedakarlarıydı. ASKERİMİZE DEVEYLE CEPHANE TAŞIDILAR Ön yüzünde ilk TBMM binası ile büyük zaferi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu müjdelen ışık huzmeleri ve milli mücadelenin karargahı Ankara silueti, Kurtuluş Savaşı’yla özdeşleşmiş kağnıyla mermi taşıyan kadın tasviri, arka yüzünde ise Misak-ı Milli sınırlarını gösteren bu anlamlı madalya toplam 95 bin 261 kişiye verildi ve onlardan 13’ü Ermeni’ydi; Ohannes Erkan, Stepan Talaşlıoğlu, Kiyork Gülsöken, Agop Ayık, Karabet Ayvat, Hrant Kiremitçi, Karabet Kargıcı, Ohannes Özçınar, Artin Gülükyan, Petir Sevinç, Vahan Keleşoğlu, Ohannes Kasparyan ve Agop Özel... On dört gün boyunca size ihanetin, cinayetin, vahşetin hikayesini anlattık; başrolde Ermeni komitacılar, çeteler, teröristler, işbirlikçiler, hainler, katiller vardı... Bugün ise “özel hürmette” bulunduğumuz bu 13 kahramanı ve “milleti sadıka” nın diğer sembol isimlerini anacağız. Kendisini kağnıya süren “Elif” ten farkı yoktu Ohannes Özçınar’ın çabasının. Yozgat’tan Kayseri’ye develerle askerimize cephane taşıdı. Yaralandı, üç ay hastanede yattı. Isparta doğumlu Karabet Kargıcı hayvancılıkla uğraşıyordu. Milli mücadele başlayınca babası Kirkor’la beraber cepheye koştu. Esir düştü, sonradan kurtuldu. Kurtuluş Savaşı başladığında İstanbul’da Selimiye kışlasındaydı Artin Gülükyan, Kuvayı Milliye’ye katıldı, tezkeresini Diyarbakır’da aldı. Karabet Ayvat marangozdu. Yunan işgali sırasında Garp cephesinde sonra ise Ankara’da cephe gerisinde görev yaptı. Kurtuluş savaşında sığınakların, karargahların yapımı, bakımı, onarımı Eskişehir’deki askeri inşaatlarda görevli Ohannes Erkan’a emanetti. Agop Ayık, Kırşehir ve Eskişehir’deki taburlarda mücadele etti. BU VATAN İÇİN KAN DÖKTÜLER Agop Martayan (Dilaçar) Atatürk’le ilk olarak Şam’da karşılaştı. Yedek subay olarak katıldığı Kafkas Cephesi’de kahramanca savaşmış, yaralanmış, madalya ile ödüllendirilmişti. Bütün azınlık subayları gibi onun da yeni adresi Güney Cephesi’ydi. Halep yolunda karşılaştığı Hintli albay ile İngiliz askerlere tercümanlık yaptığı için “casusluk” suçlamasıyla gözaltına alındı. Martanyan’ın “hesap vereceği” kişi Mustafa Kemal’di. Agop’la ilgili rapordan geçmişine ilişkin ayrıntılı bilgi sahibi olan Mustafa Kemal sordu: - Nasıl oldu da kaçmadın? Kolaylıkla kaçabilirdin... - (Kafkas Cephesi’nde aldığı madalyayı göstererek) Bu vatan için kan dökmüşüm, bu madalya sahte değildir. - Kafkas Cephesi’nden kaçmayan her halde Şam sokaklarından kaçacak değildir. Emir buyurun süngüyü çıkarsınlar. TÜRK DİLİ ONA EMANET Martayan savaştan sonra kendisini bilime adamı. O tarihe kadar hep yabancı uzmanlarca incelenmiş olan Orhun Abidelerini bu topraklarda ilk okuyan, çözen, anlatan kişiydi; keza Kutadgu Bilig’i de. Martayan’ın Atatürk’ün dikkatini ikinci kere çekmesi de bu sayedeydi; “Türk Yazıtlarının 1200. Yıldönümü” adlı yazı dizisinin yayınlanmasından sonra Martayan Sofya’dan Türk Dil Kurultayı’na davet edildi. Göç ettiği için “vatandaş” değildi; vize alabilmesi söz konusu değildi. Atatürk Martanyan’ı kurultaya “özel davetlisi” olarak getirtti. 25 Eylül 1932’de 1. Türk Dil Kurultayı’na katılan Martanyan TDK başuzmanlığına atandı. Dilaçar soyadını da alanındaki çalışmalarından dolayı Atatürk’ten aldı. Ondan başka İstepan Gurdikyan, Kevork Şimkeşyan gibi birçok dilbilimci Türk diline hizmet etti. Dilaçar yıllar sonra Attatürk’ün tarih tezini eleştirenlere şöyle cevap verecekti: “Atatürk’ün tarih anlayışı şovenist bir tarih anlayışı değildi. O, Batılıların Türklere karşı söyledikleri barbarlık tarihi yakıştırmasını şiddetle reddeder Türklerin medeniyetler kurmuş büyük bir ulus olduğunu kanıtlar. Türk Tarih Tezi budur. Bir ırkın öbür ırktan üstün olduğu iddiasında değildir. Kendini büyük görme hastalığı değildir. Ulusal kimliğine sahip olma, başka uluslardan kendini küçük görmeme ve kendini bulma anlayışıdır. Diğer bir deyimle Türk milletinin diğer milletlerden aşağı olmadığını tarih boyunca medeniyetler kurmuş bir ulus olduğunu ortaya koyan bir tarih anlayışıdır.” Dans ettiği her ortamda izleyenleri kendisine hayran bırakan Atatürk’ün dans öğretmeni Prof. Ardeş Panosyan ve diş doktoru Sürenyan da Ermeniydi. Bir milletin kaderini değiştirdi Berç Keresteciyan, İngilizler’in Bandırma Vapuru’nu batırma planlarını Atatürk’e bildirmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti belki de hiç kurulamayacaktı Kurtuluş Savaşı’nın resmen 19 Mayıs 1919’da yani Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün başladığı kabul edilir ya; peki ya Mustafa Kemal Anadolu’ya kavuşamasaydı? Mücadele için kendisi bekleyenlerle buluşamasaydı? Şüphesiz Türk tarihinin seyri bambaşka olacaktı.. Bu buluşmanın perde arkasındaki mimarı devrin Osmanlı Bankası müdürü ve aynı zamanda Hilâl-i Ahmer ikinci başkanı olan Berç Keresteciyan’dı. İLK GAYRİMÜSLİM MİLLETVEKİLİ Mustafa Kemal, yolculuk için son hazırlıklarını yapadursun bir gece Şişli’deki evinin kapısı çalındı. Gelen avukatı Saadeddin Ferid (Talay) Bey’di. Getirdi haber “hayati” öneme sahipti: “İngilizler, Bandırma Gemisi’ni Karadeniz’de batıracaklar. Bu görevin torpidoya mı denizaltına mı verilmesi bile araştırıldı.” Atatürk’ün haberin kaynağını öğrenmek istediğinde “Berç Keresteciyan” yanıtını aldı. Sadreddin Bey, ek olarak, Atatürk’e Keresteciyan’ın “kişiliğinin, doğasının ve ahlakının son derece düzgün olduğu” bilgisini verdi. İhbarı değerlendiren Mustafa Kemal Bandırma Vapuru’na binmekten vazgeçmedi ama biner binmez ilk iş kaptan köşküne çıkarak komutayı ele geçirdi. Daha önceden belirlenen rotayı değiştirdi. Türkçe’nin ilk Etimolojik Sözlüğü’nü hazırlayan dilci Bedros Keresteciyan’ın oğlu olan Berç Keresteciyan, savaş boyunca Türk ordusuna tıbbi malzeme ve ilaç ihtiyacının giderilmesinde de önemli paya sahipti. Mustafa Kemal, 1934 yılında Berç Keresteciyan’ı doğum yeri olan Afyonkarahisar’dan milletvekili adayı gösterdi ve TBMM’ne girmesini sağladı. TBMM’in ilk gayrimüslim milletvekili olan Keresteciyan’a Atatürk’ün isteği ile “Türker” soyadını aldı.

ERMENİ MEZALİMİ -14-

Ermeni vahşeti, 1970’li yıllardan itibaren yeniden ve yeni bir maskeyle sahnedeydi: ASALA

Kahpe pusularda 42 şehit “Birleşmiş bir Ermenistan’ın kurulmasını sağlamak” amacıyla, 1975 yılında Lübnan merkezli olarak kurulan ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu) ve bağlı örgütleri 1985’e kadar geçen on yılda düzenlediği terör eylemleriyle kin, nefret ve ölüm saçtı ASALA programında iki hedefi olduğunu ilan etmişti: 1. “Yerel gericiler” dedikleri kendilerine destek vermeyen Ermeniler 2. “Türk emperyalizmi” ! SİNSİ TUZAKLA ÖLÜME DAVET ETTİ Diplomatlarımıza dönük Ermeni suikastları, 27 Ocak 1973 günü Los Angeles’ta Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve Konsolosumuz Bahadır Demri’n şehit edilmesiyle başladı. Katil 78 yaşında bir Ermeniydi; Gurgen Yanikiyan! 78 yaşındaki biri korunan iki diplomatı nasıl öldürebilir değil mi? Sinsi bir plan dahilinde tabii ki! Yanikiyan elinde Abdülhamit’e ait bir tablo olduğunu ve bunu Türkiye’ye armağan etmek istediğini belirterek Baydar ve Demir’i Santa Barbara’daki Baltimore Oteli’ne davet etti. Otele geldiklerinde diplomatlarımızın üzerine ateş açan Yanikiyan, her ne kadar yakalanıp yargılansa ve müebbede mahkum edilse de 31 Aralık 1984’te af ile serbest bırakıldı! Daniş Tunalıgil, Viyana Büyükelçimizdi. 22 Ekim 1975’te, makam odasına giren üç kişinin Türkçe olarak yönelttiği “Siz sefir misiniz” sorusuna verdiği “Evet” ağzından çıkan son kelimeydi. Otomatik silahlarla taranan Tunalıgil orada can verdi. AİLELERİNİ DE KATLETTİLER Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ve şoförü Talip Yener 24 Ekim 1975 günü elçilik binası yakınındaki Seine nehri üzerinde köprüden geçerken pusuya düşülerek katledildi. Ermeni terörü, ASALA adıyla ilk kez Beyrut’ta 16 Şubat 1976 günü Büyükelçilik Başkatibimiz Oktar Cirit’e düzenlediği suikastla ortaya çıktı. Vatikan Büyükelçimiz Taha Carım, 9 Haziran 1977’de evinin önünde uğradığı saldırıda hayatını kaybetti. 2 Haziran 1978’de Madrid Büyükelçimiz Zeki Kuneralp’in makam aracına açılan ateş sonunda eşi Necla Kuneralp ile birlikte emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve makam şoförlü Antonıo Torres de hayatını kaybetti. 12 Ekim 1979’da Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları ve ASALA’nın hedefinde bu kez Lahey Büyükelçimiz Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler vardı. “Türk hükümeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa’daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz” diyen teröristler Paris’teki ikinci saldırılarını 22 Aralık 1979’da Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan’a düzenledi. Türkiye Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip Özmen’e 31 Temmuz 1980 günü düzenlenen suikastta 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen de can verdi. Özmen’in eşi Sevil ve oğlu Kaan ise yaralı olarak kurtulabildi. Avustralya Başkonsolosumuz Şarık Arıyak ve koruma görevlisi Engin Sever 17 Aralık 1980’de şehit edildi. 4 Mart 1981 ’de Ermeni terörü bir kere daha Paris’te kendini gösterdi. Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ve din görevlisi Tecelli Arı arabalarına binerken silahlı saldırıya uğradı. Türkiye bu saldırıdan sonra diplomatlarını etkin şekilde koruyamadığı gerekçesiyle Fransa’ya protesto notası verdi. Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Savaş Yeryüz 9 Haziran 1981’de, Paris Başkonsolosluğu güvenlik görevlisi Cemal Özen 24 Eylül 1981’de şehit edildiler. Paris’teki saldırıda konsoloslukta bulunan 56 Türk rehin alındı. Başkonsolos Kaya İnal yaralandı. ESENBOĞA KANA BULANDI Los Angeles’taki ikinci Ermeni saldırısı 28 Ocak 1982’de gerçekleşti. Başkonsolosumuz Kemal Arıkan şehit edildi. 4 Mayıs 1982’de yine ABD’de bu kez Boston Fahri Konsolosumuz Orhan Gündüz, 8 Nisan 1982’de de Ottowa Ticaret Müşaviri Kani Güngör, 27 Ağustos 1982’de de Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat şehit edildi. Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay, 7 Haziran 1982’de otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda, eşi Nadide Akbay da yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. 7 Ağustos 1982’de ASALA Türkiye’deydi. 2 Ermeni teröristin Ankara Esenboğa Havalimanına düzenlediği baskında 8 kişi öldü 72 kişi yaralandı! 9 Eylül 1982’de Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ateşesi Bora Süelkan, 9 Mart 1983’te Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar, 14 Temmuz 1983’te Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun Aksoy, 27 Temmuz 1983’te Lizbon Büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev Mıhçığlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, 28 Nisan 1984’te Tahran Büyükelçiliği sekreteri Şadiye Yönder’in eşi işadamı Işık Yönder, 20 Haziran 1984’te Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen, 19 Kasım 1984’te Viyana’da BM temsilciliğinde görevli Enver Ergun, 7 Ekim 1991’de Atina Basın Ataşesi Çetin Görgü, 11 Aralık 1993’te Bağdat İdari Ataşesi Çağlar Yücel, 4 Temmuz 1994’te Atina’da müsteşar Haluk Sipahioğlu katledildi. PKK’yla işbirliği Dehşet saçan terör saldırıları dünya kamuoyunda tepki toplamaya başlayınca, 1980’lerden itibaren Ermeni caniler kendilerini PKK’yla kamufleye çalıştılar. 9 Kasım 1980’de Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na ve 19 Kasım 1980’de Roma’daki Türk Hava Yolları bürosuna yapılan saldırıları ASALA ile birlikte PKK da üstlendi. Ermeni Yazarlar Birliği teröristbaşı Abdullah Öcalan’ı “onur üyesi” seçti. Gerekçeleri “Büyük Ermenistan hayali fikrine katkıları” idi. Ermeni örgütlenmeleri kendi bünyelerinde Kürdistan komiteleri kurdu. Hınçakların 4 Haziran 1993’teki toplantısı ASALA ve PKK militanlarının katılımıyla PKK’nın Beyrut kampında yapıldı!

ERMENİ MEZALİMİ -13-

Hamile kadınların karınlarını deştiler...

Canilik, sapıklık, sapkınlık ne ararsan onlarda; Ermeni çeteciler “dünya psikopatlık tarihi” ne adlarını altın harflerle yazdırdılar... Mezalim külliyatı! Canilik, sapıklık, sapkınlık ne ararsan onlarda; Ermeni çeteciler “dünya psikopatlık tarihi”ne adlarını altın harflerle yazdırdılar. Balkan Savaşları’nda aldığı ağır yenilginin ardından değil bir “dünya savaşı”na girmek kendi “tebaa”sıyla dahi başa çıkabilecek durumda değil Osmanlı... Hem madden, hem manen kanadı kolu kırık bir halde sürüyor askerlerini cepheye... Evlat, baba, kardeş, ağabey, eş, sevdalı yolu beklerken “harap ve bitap” halde Anadolu... Tutunacak bir dal ararken, evi, barkı, tarlası, tezeği de çekiliyor altından; can sökülüyor canından... Hem de bakın nasıl ve kimler tarafından: HAMİLE KADINLARIN KARINLARINI DEŞTİLER Taşnak Komitası üyeleri Türk evlerini kundaklıyor... Su kanallarına hayvan leşleri tıkanıyor, çeşme ve kuyulara leş atılıyor, ezan vakitlerinde kilise çanları çalınıyor, kandiller kurşunlanıyor, camiye gidenler öldürülüyor... Rusların sınırı geçmesinden sonra Eski Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan’ın 1200 kişilik Ermeni çetesi, köyleri dolaşarak, güzel kadınların ırzına geçiyor, beğenmediklerini işkenceyle öldürüyor, hamile kadınların karınlarını deşerek bebeklerini çıkarıyor... Kavak Köyü’nde Keleş Ağa’nın gelinini öldürüp, oğullarını kazığa oturtuyorlar... AĞZINA KAZIK ÇAKILAN YAŞLI ADAM 70 yaşındaki Gevaş müftüsünün ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakıyorlar, dilini koparıp bu kazığın üstüne çiviliyorlar. Dirisine yaptıkları yetmiyor ölüsüne de işkence ediyorlar. Ayaklarını kesip kucağına koyuyor, sakalını ve ellerini yakıyorlar... Mülazımı evvel Şükrü Efendi’nin 80 yaşındaki amcası Tayyar’ı ellerinden kapıya çiviledikten sonra, burnu, kulakları ve çenesini keserek katlediyorlar. Van’da, muhasebe memurluğundan emekli Beşiroğlu Derviş Efendi’nin Hayriye ve Şadiye adındaki kızlarına, babalarının, annelerinin ve enişteleri Hayri Efendi’nin gözleri önünde tecavüz ediyorlar. Muş’a bağlı Ağcaviran Köyü’nden Musa ve Sadullah Bey’lerle 10 arkadaşlarını gözlerini oyarak öldürüyorlar... Emin Paşa Mahallesi’nden gardiyan Ali’yi, eşini, gelinini, 2 yeğenini, inzibat memuru Bayram’ın 7 yaşındaki oğlunu, Mustafa’nın eşini, 2 çocuğunu, Hacı Kaya oğlu İbrahim Çavuş’un eşini koyun gibi boğazlıyorlar... Cami-i Kebir Mahallesindeki Kasım’ın 2 çocuğunu ise anneleri Ayşe’nin gözü önünde boğazlıyor, sonra da kadını öldürüyorlar... Mahmudin’e bağlı Mirgehi Köyü’nde 27’si erkek 12’si kadın ve 18’i çocuk toplam 57 kişiyi boğazlayıp, kız ve gelinlere tecavüz ediyorlar... Tebriz Kapısı Mahallesinde savaşta olan Salih’in eşini, 5 ile 15 yaşları arasındaki 4 kızını, kız kardeşini ve ailesinden 17 kişiyi parçalıyorlar... 90 yaşındaki mahalle imamı İsa Efendi, 70’lik emekli öğretmen Rasif Efendi, Hayretiye Camii imamı Hacı Derviş Efendi’yi birer eşeğe bindirip, günlerce sokak sokak gezdiriyorlar. Sakalları ve bıyıkları kesilip yüzlerine insan pisliği sürülen bu yaşlıları parçalara ayırarak, işkenceyle öldürüyorlar. Rasif Efendi’nin 60 yaşındaki karısına tecavüz ediyor sonra da cinsel organına odun sokup acı içinde can verişini izliyorlar. Ordudan geri kalan yaralı askerler, Pastırmacıyan’ın çetesi tarafından kılıçtan geçiriliyor... Malazgirt’in Beksam köyünde berber İlyas oğlu Şevket ve iki eşinin gözleri önünde kızlarına tecavüz ediyorlar.. Şevket yavrularını bırakmalarını isteyince onu ve ailesinin geri kalanını da işkenceyle öldürüyorlar... Mehmet Bey Mahallesinde Sadullah’ın kızı ve Seher’in 5 ile 7 yaşındaki çocuklarını annelerinin elinden alarak kama ile parçalıyorlar. Abbas’ın karısı ve 3 kız çocuğunu doğruyorlar... DİRİ DİRİ YAKTILAR Halil Çavuş’un eşi Ayşe ve kız kardeşi ile 80 yaşlarındaki Hacı Abdullah Efendi ve eşini önce dövüyor ardından da kafaları taşla eziyorlar... Molla Kasım Köyü’nde 70 yaşındaki Fevzi Ağa’nın kafasını kesip karısının kucağına veriyorlar. Gelini Hayriye’yi öldürüyorlar. Zahide ve Fatma isminde ki gelin zorla götürülmeye çalışılırken kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atıyorlar... Van Hastanesi’nde 80 kadar hastayı diri diri yakıyorlar... Katırcı mahallesinden peynirci Recep oğlu Mahmut’un 4 çocuğu ve eşine, mülazım Hüsnü Efendi’nin de 12 yaşındaki kurşun yarası olan kızına defalarca tecavüz ediyorlar... KATLİAMLARIYLA ÖVÜNÜYORLAR Bırakın sayfalar doldurmayı, gazetede tefrikayı; böyle sadece isimleri ve katlediliş biçimlerini sıralasak alt alta bu bile yeter Ermeni mezaliminin “külliyat” olmasına... Üstelik rivayet de değil hiçbiri; kulaktan kulağa, ağızdan ağza aktarıla aktarıla haberdar edildiğimiz acı hatıralar değil hani şu çok yüzleşmek istedikleri tarihimizden “belgeli” sayfalar. Bakın Ermeniler, kendileri Amerika’da yayınladıkları Goçnak gazetesinde ne yazıyorlar: “Van’da 1500 kadar çoluk çocuk ve kadından başka Türk kalmadı!” Sadece bu bölgeden 1 milyon 200 bin Türk’ün göç ettiğini ve bunların 700 bininin yolda hayatını kaybettiğini bildiren Ergünöz Akçora, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne sunulan raporları kaynak gösteriyor yazdıklarına... Tanıklar anlatıyor 1900 doğumlu Muhammed Reşid Güler 15-16 yaşlarındayken şahit olduğu dehşetengiz cinayetleri dün gibi hatırlıyor: “Tımar’ın, Başkale’nin, Özalp’ın köylerinde Müslüman halkın evlerine ot tıkayıp ateşe veriyor, dışarı kaçmak isteyenleri de kurşunla, süngüyle öldürüyorlardı. Zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu. Erkeklerin derilerini yüzüyor, uzuvlarını kesiyor; kadınların da namuslarını kirletiyor, kazığa oturtuyorlardı...” Mezalimin bir başka tanığı 1883 doğumlu Salih Taşçı da yıllar sonra şöyle anlatıyor en acı yıllarını: “Van gölünde eskiden yelkenli gemiler vardı. O kadar çok zulmettiler ki, gemilere doldurdukları insanları, öldürmekten bıktıkları insanları, diri diri suya attılar. Ermeniler o ihtiyar insanlarımızı alınlarından, ellerinden duvarlara çivilediler...” Bekir Yörük ve ailesi göç ederken “çok yaşlı” olan amcaları Teren Ağa’yı bırakmışlar Van’da. Ve sonra; “Van’dan ayrılırken onu götürememiştik. Karısı, kızı, iki torunu da kaldı. Ermeni tığaları amcamı, o çocukları baltayla parçalayıp öldürmüş. Kızı, burada Amerikan okulu vardı oraya sığınmış. Ermeniler onu da binanın ikinci katından atıp şehit etmişler... Van’ın boşaltılmasından üç gün sonra şehitleri toplamaya gittik. Yüzlerce yaşlı kadını, kazığa oturtmuşlar...”

ERMENİ MEZALİMİ -12-

Van gölü, kan gölüne döndü

Kadınlar Ermenilerin eline düşmektense kendilerini suya attılar. Van Zeve doğumlu İbrahim Sargın, Ermeni dehşetine tanık olduğunda 11 yaşındaydı. Bir tek şey diyebildim okurken anlattıklarını: “Bunları yapanlar insan olamazlar!..” Kim bilir o bir ömür nasıl taşıdı; gözünü her kapattığında zihninde beliren bu kanlı fotoğrafların, kulağında durmaksızın çınlayan feryat-figanın acısını... Dayanması zor biliyorum ama, ancak bunları okursanız anlarsınız sözde soykırım iddialarını dillendirenlerin “arşivlerin açılması” ndan neden kaçtıklarını... ÇOCUKLAR KUŞ YAVRUSU GİBİ YERE DÜŞÜYORDU İşte 11 yaşındaki bir çocuğun zihnine kazındığı şekliyle, insanlığın ve ona ait bütün değerlerin soykırıma uğradığı Anadolu’dan mezalim manzaraları: “Ermeniler mevzilerdeki Türkleri şehit ederek köye girdiler. Bir insan deryası 2000-3000 kişi o yana bu yana kaçışmaya başladı. Köy yanıyordu. O küçük çocukları havaya atıyorlar, altına süngü tutuyorlar. Süngü çocukların karnına batıyor. Çocuklar cıyaklayarak kuş yavrusu gibi yere düşüyordu. O kadınların bir kısmı, gelinlerin bir kısmı, kendilerini suya attılar. Bir kısmı da, ot toylarını ateşe verdiler, kendilerini bu ot toylarının içine attılar. Böylece sanki pervane gibi dönüyorlar, hem de türkü tutturuyorlardı: ” Gelin kızlar, bizim düğünümüz var. Bugün bizim düğün günümüzdür... Bir kısım kadınlarımızı ve çocuklarımızı ise, samanlara ateş atıp yaktılar. Diğerlerini ise koyun boğazlar gibi kestiler. Orada tek bir çocuk kalmadı. Seyyat Onbaşı’yı diri diri tuttular, yatırdılar, soydular, çıplak bir vaziyette omzundan yardılar, derisini yüzdüler, sonra dediler ki, “Sultan Reşat terfi vermiş, omuzlarına madalya takmışlar” . Kollarını kestiler. Yanlarına, derisini yüzüp cep yaptılar. TECAVÜZE UĞRAYAN KADINLAR KURTULMAK İÇİN ÖLMEK İSTİYORDU Biz bir müddet Bardakçı köyünde kaldık. Bu köyde amcam kızı Seher bize anlatıyordu, yemin ederek anlatıyordu. Diyordu ki “Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı.” Yine amcam kızı bir durumu daha bize naklederken, “Bir kadın ekmek yapıyor. Bu sırada yanıma gelen Ermeniler ’Sen ne yapıyorsun?’dediklerinde ’Vallaha gördüğünüz gibi ekmek yapıyorum ‘Ermeniler’ Sana kebap lazım değil mi?’, deyip, süngüyü küçük çocuğa vurduğu gibi tandırın içine yuvarlıyor. Tandırın içinde cayır cayır yanmaya başlıyor. Kadının gözleri önünde çocuğunu diri diri yakıyorlar” diye anlattı. Yine Van’dan, bu kez Ayanıs doğumlu bir tanık Hacı Zekeriya Koç anlatıyor bu kez: “Annemin amcasının hanımını Ermeniler vurmuşlar, çocuğu daha memede. Bir Ermeni gelip çocuğu süngüsüyle vurdu, çocuk orada öldü. Kaçabilen kaçıyor, kaçamayanları da gazyağı döküp yakıyorlardı. Bizim köyde Hacı Ümmet’in dayısı Hamza vardı... Öldürmeden butlarına cep yapıp ellerini soktular. Çok afedersiniz organını kesip ağzına, burnunu kesip arkasına koydular. Bizi Alaköy’e getirdiler, orada bizi bir samanlığa doldurdular. Kafiledeki çocuklar açlıktan feryat etmeye başladık. O dinsiz kafirler, öldürdükleri erkeklerin ellerini, ayaklarını, çeşitli uzuvlarını kesip pişirip getirdiler. Çocuklar anlamadı ama, kadınlar onları yedirmediler, açlıktan ölmek daha iyi deyip çocuklarına durumu anlattılar. Mermit çayına geldiğimiz zaman, kadınların bir kısmı, Ermenilerin elinde ölmektense kendilerini suya attılar...” AĞITLAR BOŞA YAKILMADI... Ermenilerle aynı okulda okuyan Şeyh Cemal Talay, 13 yaşında ders çalışmak bahanesiyle kandırılan arkadaşlarının başına geleni hiç unutamadı: “ Okul, hükümet konağının yanında. Onlar Rüştü’yü Sanayi Çarşısı’nın olduğu yerdeki Isıtma köprüsüne getiriyorlar. Irzına geçip, türlü hakaretlere uğrattıktan sonra öldürüyorlar. Ailesi ertesi gün cesedi buldu. Onun için bir de türkü yaktılar: Arabaya bindim belim büküldü, Zalim atlı vurdu, kanım döküldü. Aradım, bulamadım derdime derman, aman başıma Ferman.” Kızarttıkları çocukları ailelerine yedireceklerdi Savaş suçu, insanlık suçu, cinayet, katliam, vahşet, dehşet, acımasızlık, nefret... Bu kavramların hiçbiri yetmiyor şimdi aktaracaklarımı tarife. Askeri Tarih Belgeleri Dergisi’nin 81. sayısında aktarılan olaya göre, Perkal Köyü’nde Ermeniler iki çocuğu tandırda pişirdikten sonra etlerini anne ve babasına yedirmek istediler. Evlatlarını yememekte direnen anne ve babayı katlettiler. Evin ninesi Nezo Hatun şahit olduğu bu vahşetten sonra aklını kaybetti! Genelkurmay Stratejik Etüd Başkanlığı arşivinde bulunan 15 Mart 1915 tarihli bir belgeye göre de, benzer bir olay Kavlit Köyü’nde de yaşandı. Köy sakinlerinden Hacı Molla Sait’e kızını kendi elleriyle boğazlamasını söyleyen caniler, baba her “hayır” dediğinde bir organını keserek işkenceyle öldürdüler. Aynı köyde yaşayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz’a defalarca tecavüz eden Ermeniler, Çarıksız Köyü’nde de bir çocuğu süngüye takıp kuzu çevirir gibi kızarttılar. Trabzon’da yeni doğmuş bebekleri havaya fırlatıp altlarına koydukları süngülerin üzerine düşmelerini izlediler. Ustici Köyü’nde 6 aylık bir bebeği diri diri tandır ateşine atılan Zeliha adlı kadını, bir bacağı ateşte, eli kolu bağlı, yavrusunun ölümünü izlemeye mecbur edip zulmettiler.

ERMENİ MEZALİMİ -11-

Topraktan Ermenilerin katlettiği Türklerin kemikleri fışkırıyor!..

At, eşek, köpek iskeletlerinden “sözde soykırım” veya “derin devlet cinayetleri” delili yaratmaya çalışanlar bu gerçeğe kör... Van, Erzurum, Kars ve Iğdır’da ortaya çıkarılan toplu mezarlarda, bilim adamlarının işkence ile öldürüldüklerini tespit ettiği yüzlerce Türk’ün kemikleri çıkarıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da Ermeniler tarafından katledilen Türklerin “belgelenmiş” sayısı 517 bin 955. Tarihçiler,olayların tarihi ve yeri belli olduğu halde sayı tespiti yapılamayan mezalim kurbanlarıyla bu sayının 2 milyonu bulduğunu söylüyor. 1897 doğumlu Ayşe Sevimli, “Cephane yok, silah yardımı yok... Ermeniler köye girdiler. Mevzilerde şehit olanlar oldu. Diğerlerini evlere doldurup gazyağı döküp ateşe verdiler. Aşağılarda bir samanlık vardı. Biz oraya saklandık. Ermeniler buldukları herkesi öldürdüler. Samanlığa da ateş ettiler. Bizden başka iki kadın daha kurtuldu. Gece yarısı dışarıya çıktık, ya Rabbi kimseye gösterme, kan, ateş, inlemeler, feryatlar göğe yükseliyordu. Birisinin butlarına cepler açıp nişanlar çizdiklerini, eziyet ettiklerini gördüm. Bu Seyyad Onbaşı idi. Derenin öbür tarafında beş erkeği kollarından birbirlerine bağlamış, kurşun sıkıyorlardı. Onlar yere yıkılınca defalarca süngüleyerek öldürdüler. Allahım sen gösterme bir daha” diyor Zeve’de yaşadıklarını anlatırken. İŞKENCE İZLERİ... Van’ın Çitören köyü yakınında olan Zeve şehitliğindeki toplu mezar, katliamın tanıklarından İbrahim Sargın’ın ifadeleri doğrultusunda bulundu. 4 Nisan 1990’da yapılan kazıda, kafatasları kırık ve ezik, kemikleri çatlak ve yanık iskeletler bulundu. 8 köyden topladıkları 2 bin 2 bin 500 kişiyi Zeve’de rasgele evlere ve ahırlara dolduran Ermeniler, her türlü işkenceyi yapıp üzerlerine ateş açmış, sonra da her yeri yakmışlardı. Yine Van’da, bu kez Erciş’e bağlı Çavuşoğlu’nda bir evin temel hafriyatı sırasında tesadüfen bulunan 5’i kadın 9 insan iskeleti üzerinde yapılan antropolojik inceleme, uğradıkları vahşetin boyutlarını ortaya koydu. Biri 15 yaşındaki bir kız çocuğuna, ikisi 17-18 yaşlarında, diğerleri de 30 yaş ve üstü Türkler’e ait bu iskeletler üzerinde inceleme yapan Prof. Dr. Metin Özbek,hepsinin kafataslarında kesici aletlerin bıraktığı darbe izlerinin bulunduğuna dikkat çekti ve bilimsel hükmünü verdi: “Bilinçli olarak katledilmiş ve işkence ile öldürülmüşlerdir!” Hacettepe Üniversitesi’nde hazırlanan rapora göre kadınlara ait kafataslarından birinde beyin hedef alınarak indirilen iki darbe izi, diğerinde dört kesme izi vardı. Balta olabileceği düşünülen kesici alet kafatasını yarıp beyne kadar girmişti. Erkeklere ait kafataslarından birinden kurbanın önce kulağının koparıldığı, sonra sol gözünün oyulduğu, beyne giren üçüncü darbeden sonra, tam tepesinden bir dördüncüsünün ve bütün kafatasını yaran beşincisinin indirildiği anlaşılıyordu. Bu kişi dehşetli saldırının ardından bir de ateşe atılmıştı! Diğer kafatasları da aynı izleri taşıyordu; aralarındaki tek fark ölümcül darbenin kaçıncı vuruşta geldiğiydi! 26 Haziran 1991’de Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran başkanlığında Kars Subatan’da yapılan kazıdaki ilk mezarın en üst tabakasında -1 yaş arası bebeklere ait iskeletler, birkaç metre derininde 12 çocuk ve 3 yetişkin olmak üzere 15 iskelet, Köseoğlulları Mahallesindeki ikinci mezarda 180 iskelet, Tıttıp sokağındaki üçüncü mezarda 257’nin üzerinde çocuk iskeleti ve Köy caminin güneyinde ki samanlıkta 350’nin üzerinde iskelet ortaya çıkarıldı. İlk mezarda ortaya çıkarılan kadın iskeleti kucağındaki kız çocuğuna sarılmış haldeydi! YOLLAR KÖPEKLERİN YEDİĞİ CESETLERLE KAPLIYDI Ermeni vahşetinin 120 yaşındaki tanığı Fariz Öztürk ve 95 yaşındaki Durağa Öztürk’ün “Kafalarına balta vurularak ve karınlarına süngü sokularak öldürülenler sokaklarda bırakıldılar” dedikleri Subatan’a giren Türk askerlerinin karşılaştığı manzara bu ifadeleri doğrular nitelikteydi. Ağır bir kokuyla kaplanan Subatan sokakları köpeklerce yenilmiş cesetlerle doluydu. TANDIR DAMI KATLİAMI Kazım Karabekir’in hatırlarında verdiği bilgilerden yola çıkılarak 7 Ekim 1988 günü yapılan Erzurum Yeşilyayla kazısında, bir samanlığa doldurularak yakılmış yaşlı, erkek, kadın ve çocuklara ait 100’e yakın iskelete ulaşıldı. Ermeni mezaliminin yarasının hala kanadığı yerlerden Iğdır Oba Köyü’nde, 1 Mart 1986’da Sakine Aksu’nun anlatımı doğrultusunda yapılan kazıda kafataslarının üzerinde delik, çatlak ve kırıklar bulunan 90’a yakın ceset bulundu. Bunlar tüyler ürperten Tandır Damı katliamında can veren kişilerdi. Hepsi silahsız ve sivil olan bu insanlar işkenceyle bir tandır evine sokulmuş, yüzü koyun yatırılmış, bacadan üzerlerine gazyağı dökülmüş ve tandır damının ateşe verilmesiyle diri diri yakılmışlardı!

ERMENİ MEZALİMİ -10-

Türkleri öldürme teknikleri

Ermeni komitelerinin talimatnameleri katliam metodolojisi gibiydi... 1. Kama, 2. Tabancı, 3. Boğmak/Zehirlemek Hınçakyan İhtilal Komitesi Azası’nın Vazifelerine Dair Talimatname’nin sekizinci maddesi aynen şöyleydi: “Komitenin bir de cellatbaşı bulunmalı. Cellatbaşının maiyetinde, kendisiyle hemfikir bir fırka daha bulunmalı, bunların vazifesi de heyetin emrinden hariç olmamak şartıyla dahilen ve haricen muzır olan adamları katletmektir. Üç nevi ceza vardır: Biri tekdir, biri sopa, biri ölüm. Ölüm de üç türlüdür: Birincisi kama, ikincisi revölver (tabanca), üçüncüsü boğmak veyahut tesmim etmek(zehirlemek)tir.” Ermeniler Türklerin hangi teknikler kullanılarak öldürülecekleri gibi evlerinin, köylerinin, kentlerinin, kamu kurumlarının hangi yöntemlerle yok edileceğini de önceden belirlemişti: “Evvela dinamit güllesi, ikinci olarak dinamit suyu, üçüncü olarak baruttan mamul patlayıcı cinsi!” KÖYLERE HÜCUM... 1910’da basılan Müdafaa-i Şahsiyye İçin Talimat’ta köy baskınlarının “püf noktaları” verildi: “- Hücum edilecek köyün yalnız üç tarafı muhasara altına alınmalı, sakinlerinin kaçmaları için bir taraf serbest bırakılmalıdır. (Köy eğer dört taraftan muhasaraya alınırsa, düşman son gayretle karşı koyarak zaferi tehlikeye sokabilir) Yalnız serbest bırakılan tarafta, bir baskıncı grup gizlenerek kaçanları sıkıştırıp onları zarara sokmalıdır. - Düşmanı şaşırtmak için, hücum zamanı olarak fecir vaktini seçmelidir. - Telaş ve kargaşalığın tam manasıyla sağlanması için, yangın çıkarmak ve bunu birkaç yerde birden yaparak genişlemek icabeder. ” Kod adı: NEMESİS! Türklere ve ayaklanmayan Ermenilere karşı “intikam operasyonu” yaptılar. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Fetali Han Hoyski, 19 Haziran 1920’de Tiflis’te Aram Yerganyan ve Misak Kirakosyan adlı Ermeni katiller tarafından katledildi. Aynı saldırıda Azerbaycan eski Adalet Bakanı Halil Bey Hasmemmedov ağır yaralandı. Ermenilerin Avrupa’da ses getirecek eylemlere imza atmak niyetindeydi. Bu kez Azerbaycan’lı Bakan Behbud Han Civanşir hedef seçildi. Fransızlar tarafından korunan (!) Civanşir, 18 Temmuz 1921’de İstanbul’da Pera Palas Oteli önünde öldürüldü. İngiliz askeri savcı Rickatson-Hatt katil Misak Torlakyan için ölüm cezası talebinde bulununca görevinden alındı. İtilaf Devletlerinin kurduğu mahkemede yargılanan Torlakyan suçunu itiraf etmesine rağmen “zihinsel durumu” gerekçe gösterilerek beraat ettirildi ve ABD’ye gönderildi. Tehcir sırasında Sadrazam olan ve Malta’dan tahliyesinin ardından Roma’ya giden Said Halim Paşa 5 Aralık 1921’de, evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Ermenistan’ın eski Roma elçisi Mikael Vartanyan’ın kontrolündeki tetikçi Arşavir Şiragyan yargılanmadı. Teşkilat-ı Mahsusa ve Adli Tıp kurucularından Dr. Bahaeddin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey aynı gün; 17 Nisan 1922’de Berlin’de Aram Yerganian ve Ajan T. kod adlı Ermeni katillerin suikastı sonucu şehit oldu. İttihat ve Terakki’nin “Üç Paşalar” olarak bilinen liderlerinden Cemal Paşa (Gazeteci Hasan Cemal’in de dedesidir), 25 Temmuz 1920’de Falih Rıfkı Atay’ın deyişiyle “Bolşevikler hesabına on binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından” öldürüldü. Tiflis’teki suikasttan sonra tutuklanan katiller Stefan Çekiçyan ve Bedros D. Bogosyan (kimi kaynaklara göre de Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan) serbest bırakıldı. Ve Enver Paşa Osmanlı Başkomutanı ve Harbiye Nazırı, 4 Ağustos 1922’de Turan Kağanlığı kurmak üzere çarpışırken, Tacikistan’da Belçivan yakınlarında Agop Melkovyan komutasındaki Bolşevik Ermeniler tarafından havan topu ile öldürüldü. Ermeniler sadece Türklere değil Türklere düşman olmayanlara(!) da kin güdüyordu. Nitekim Türklerle işbirliği yaptıkları öne sürülen Hemayag Aramyan, Mıgırdıç Harotunyan, Vahe Ihsan Yesayan ve daha çok sayıda Ermeni, Ermeni kurşunlarıyla can verdi. İNTİKAM TANRIÇASI Bir tekinin bile katilleri cezaandırılmamış olan bu cinayetler silsilesi kişisel eylemlerden oluşmuyordu. Katledilenlerin tamamı, 1919’da Erivan’da yapılan Taşnaksutyun 9. Kurultayı’nda oluşturulan “ölüm listesi” deydi. Ermenilerin, Türklere ve Türk Devleti’ne karşı ayaklanmayan soydaşlarına karşı başlattıkları “intikam operasyonu” için manidar bir isim seçildi: Nemesis! İlk etapta 41 toplam 650 kişinin öldürülmesinin planlandığı operasyona adını veren Nemesis, Yunan mitolojisinde “merhametsizliğin” timsaliydi. M.Ö. 8. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ozan Hesiodos adaletin yolunu intikamdan geçiren ve Ermenilere ilham veren Yunan Tanrıçasını şöyle tarif etmişti: “Ölümcül Nyx (Gece) Nemesis’i doğurdu, fani insana acı vermek için!” KATLİAM KOOPERATİFİ Taşnaksutyun’un suikastların yapılabilmesi için “fon” oluşturduğu ve adeta bir “katliam kooperatifi” tarafından yürütülen Nemesis Operasyonu’nun başında, Talat Paşa’nın katili Tehliryan’a “Talât’a ateş edip kafatasını parçalayacaksın. Vurduktan sonra kaçmayacak, ayağın ile cesedinin üzerine basacak ve polisin gelip seni almasını bekleyeceksin. Bu sayede, Ermeniler’in yaşadığı büyük trajediyi bütün dünya öğrenmiş olacak” talimatını veren ve asıl adı Hagop der Hagopian olan Şaan Natali vardı. Elazığ Amerikan Koleji’nde yetiştirilen Natali, Türkiye’deki “görevini” tamamladıktan sonra ABD’ye yerleşti. 99 yaşında ölen Natali’ye yönettiği katliamların hesabı sorulmadığı gibi “kahraman” ilan edildi.
¾