Perşembe, Nisan 19, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -9-

“Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim” diyen Ermeni katili 1.5 günde beraat ettirdiler
Selcan Tasci - Yenicag Gazetesi

“Ermenilerin taleplerini haklı gösterecek tarihi hiçbir hakları yoktur... Osmanlılara iltica etmiş olan bu halk, hüsnü kabul ve daima vatandaş muamelesi gördü... Memleketin gerek saadetinden gerek ıstıraplarından daima menfaat temin ediyorlardı... Bu lütuflara teşekkür olarak şimdi ekseriyeti teşkil eden nüfusu kovmak ve istiklallerini elde etmek üzere Osmanlı vatanının bir parçasını koparmak istiyorlar. Tarih bu çeşit nankörlüğün bir eşini kaydetmemiştir...” yazarken, bu “nankörlüğün” ilk kurbanı olarak “arkasından vurulacağını” tahmin etmiş miydi acaba!
1921 yılıydı; Mart’ın 15’i. Günlerden salı. Saat onbir suları. Berlin’de Hardenbergs’teki evinden çıkan Talat Paşa, arkasından sinsice yaklaşan Sogomon Tehleryan adlı Ermeni’nin kafasına sıktığı kurşunla yere yığıldı. Beyni dağılmıştı. “O kaldırım” da öylece, tam iki saat kaldı. Tek başınaydı. Yerde cansız yatan kişinin kim olduğu dakikalar sonra anlaşıldı...
Tehleryan kaçmaya çalıştı ancak başaramadı; Nikolaus Jessen adlı bir satıcı tarafından yakalandı.
TÜRK ÖLDÜRMEK BİZİM İÇİN VAZİFEDİR
Talat Paşa’yı katleden Ermeni katilin yargılandığı mahkeme sadece 1.5 gün sürdü. Ortada bir cinayet, tanıklar, deliller; kısacası Alman yasalarına göre “idam” la cezalandırılmasını sağlayacak ne lazımsa vardı. Lakin sonuç öyle olmadı. Berlin’de 2-3 Haziran 1921’de görülen davada Tehleryan’ın beraatına karar verildi.
Mahkeme, sorgusunda gayet bilinçli bir şekilde, “Almanya’ya sadece Talat Paşa’yı öldürmek için geldim” diyen katilin “saralı” olduğuna ve bilinç kaybı yaşadığına hükmetti. Oysa Tehleryan cinayeti en ince ayrıntısına kadar planladığı böyle itiraf etmişti:
“Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim... Ermeni asıllı bazı vatandaşlar Talat Paşa’yı öldürmem için para verdi. Epeydir Berlin’deydim... Onu rahatça izlemek ve alışkanlıklarını ezberlemek için tam karşısındaki binada oda tutum... Şimdi, Talat Paşa’nın öldüğünü duyan vatandaşlarım rahat bir nefes alacak ve bu başarımdan ötürü benimle iftihar edeceklerdir, bunu düşününce seviniyorum. Cinayeti sadece bu duyguyu tatmak için işledim, bu cinayeti soğukkanlı bir şekilde önceden hesaplayarak, hazırlanarak işlediğimi itiraf ediyorum, sorumluluğu vicdan rahatlığıyla taşıyorum.”
Mahkemede yargıcın kendisine “Talat Paşa’yı öldürmek istediniz mi” diye sorması üzerine Tehleryan şu cevabı vermişti:
- Soruyu anlamıyorum. Öldürdüğümü söyledim ya!
Ermeni katil, “Bir insan öldürdüm, ama katil değilim... Türkleri iyiliğe götürecek kimseleri ortadan kaldırmak bizim için vazifedir(!)” diyordu.
Bu Tehleryan’ın ilk cinayeti de değildi. Daha önce İstanbul’da Türklerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle Mıgırdiçyanadlı bir Ermeni doktoru öldürmüştü. Ermeni iddialarının ateşli savunucularından Tessa Hofmann,Tehleryan’ın Taşnak Partisi komandolarından(!) olduğunu iftiharla ilan etmişti!

CİNAYETE KAHRAMANLIK KILIFI
Almanya’daki mahkemede çok garip, hukuk tarihinde belki de eşi görülmeyen bir şey oldu; “katil” değil “maktul” yargılandı!
Bunun sebebi, Alman savcılığının yargılamanın başlamasından sadece bir hafta önce 26 Mayıs 1921’de Prusya Adalet Bakanlığı’na gönderdiği şu yazıda gizliydi:
“Sanık avukatlarının, yani katilin avukatlarının öncelikle bu suikastı Türk boyunduruğuna karşı acı çeken Hristiyan bir halkın, yani Ermenilerin hürriyet uğruna kahramanca atılımı olarak yansıtacakları beklenebilir.”
Osmanlı ordusunda görev yapan Korgeneral Bronsart von Schellendorf hem bu durumu hem de kendilerinin tanık olarak dinlenmemesini protesto etmek amacıyla 24 Temmuz 1921’de Deutsche Algemenie Zeitung’da bir açık mektup yayınladı.
Mektubunda doğu illerindeki isyanlara da dikkat çeken Schellendorf, “Talat, ne yapacağı belli olmayan kindar bir katil değil, ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Talat, Ermenilerin bölgeden çıkarılmaları konusunun, ’Türkler Hristiyanlara zulmediyor’iddiasını ortaya atarak propaganda amaçlı kullanılacağını tahmin ediyordu ve sadece bu yüzden her türlü sert uygulamalardan kaçınırdı. Haklı çıktı. Propaganda başlatıldı ve yurt dışında her yerde, Hristiyanlara zulüm yapıldığı şeklindeki bu inanılmaz aptallığa inanıldı?” diyordu.

YİNE İNGİLİZ PARMAĞI
Talat Paşa’nın ölümünden kısa süre sonra Alman gazetelerinde ilginç bir haber yayımlandı. Berlin’de yaşayan Hintli bir zengin, şoförü tarafından öldürülmüştü. Eşinin ifadesine göre bu kişi, İngilizlerin Talat Paşa’yı katlettiren komiteye verdiği ödülle ilgili sırlara vakıftı. 1935 yılında yaşanan bir başka ilginç olayda ise Amerikan polisi, Tehleryan’ı azmettirenlerin izini bulduklarını açıklamasına karşın konunun üstü kapatılmıştı.

Öpmekle doyamam... Vatan toprağını yiyeceğim!
Berlin’de bir dostuyla sohbeti sırasında Selanik’te sürgün cezasına çarptırılan Bulgar komitacıların, vatanlarından ayrılmadan önce rıhtım üzerinde toplanıp, hep birden eğilerek toprağı öptüklerini, bunun onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesi olduğunu anlatan Talat Paşa, dostunun “Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz...” demesi üzerine şu cevabı verir:
“Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki... Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim...”

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66205

Çarşamba, Nisan 18, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -8-

Cami avlusu bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülüydü
Selcan Tasci - Yenicag Gazetesi

Bu vahşet karşısında işgalci Rus askerlerinin bile kanı dondu.
Rus belgeleri, Talat Paşa’nın hatıralarında önemli bir yere sahip. Erzurum ve Deveboynu Mevkileri Muvakkat ve Topçu İkinci Alayı Kumandanı Rus Yarbay Twerdokhleboff’un tanık olduğu Ermeni katliamlarını not ettiği 16 Nisan 1918 tarihli belge de onlardan biri.
“Ermenilerin Türklere tahammül edemedikleri herkesçe malumdur; buna rağmen daima bir mazlum rolü takınmış ve bilgi dereceleri ve dinleri neticesi olarak en ağır muamelelerin kurbanı olduklarına bütün dünyayı hakikaten ikna edebilmişlerdir” diyen Twerdokhleboff, Erzurum’da karşılaştığı insanlık dışı manzarayı şöyle anlatıyor:
Yetmiş yaşında iki Türk’ü hapishaneye götürmekte olan bir gruba rastladım. Ermeni asker hırs içinde idi ve telle örülmüş bir kamçıyı sallayarak vahşi bir tavırla biçareleri sürüyordu. Bu askerleri biçare yetmişliklere daha insanca muamele yapmaları lüzumuna ikna etmeğe çalıştım. Güruhu idare etmekte olan Ermeni üzerime geldi ve kamçısı ile beni tehdit ederek “Bizleri kana boğmuş olanları müdafaa ve onlara yardım etmeğe cesaret ediyorsunuz” diye haykırdı...

KÖR SATIRLA KAFASI KOPARILAN ÇOCUKLAR
Erzincan’dan Erzurum’a çekilen Ermeni çetelerinin yolları üstündeki bütün Müslüman köylerini “en vahşi şekilde” yok ettiğini kaydeden Twerdokhleboff, Rus Başkumandanı Odişeliceve Yarbay Girasnoff’dan işittiklerini dehşetle aktarıyor:
İlice köyünden kaçamamış olan bütün Türklerin katledildiklerini ve başları kör satırla koparılmış olan sayısız çocuk cesedi gördüğünü bana söyledi.
28 Şubat’ta yani katliamdan üç hafta sonra İlice’den dönen Yarbay Girasnoff bana şunları anlatmıştır:
Köye giden yollarda uzuvları hurdahaş olmuş cesetlere rastlanmıştır; yoldan geçen her Ermeni bir de küfür savurarak bunlara tükürmekte imiş.
Caminin 10-15 Saşen (10 metre = 4.69 Saşen) büyüklüğündeki avlusu takriben bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülü idi. Bunlar arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar bulunuyordu. Kadınların vücutlarında ırza geçme alametleri gözüküyordu; kadın ve genç kızların tenasül aletlerine fişekler sokulmuştu. Yarbay Girasnoff Ermeni kıtalarında telefoncu olarak çalışan birkaç genç Ermeni kızını cami avlusuna çağırarak, vatandaşlarının yaptığı vahşeti göstermiş ve kapalı bir tekdir mahiyetinde olmak üzere bununla iftihar edebileceklerini söylemiştir. Fakat bu manzara karşısında dehşet içinde kalacakları yerde sevinçten güldüklerini görünce, Girasnoff’u nefretle karışık bir hayret kaplamıştır. Heyecana kapılarak onlara küfretmiş ve Ermenilerin kadınları da dahil en alçak ve barbar bir millet olduğunu söylemiştir...

BİR GECEDE 3 BİN CİNAYET
Twerdokhleboff’un kaleme aldığı Rus belgesinde Ermeni itirafları da var:
Alaca mıntıka kumandanının müteahhidi olan bir Ermeni, yapılan gayri insani muameleler hakkında şunları anlatmıştır:
Ermeniler bir Türk kadınının kalbini çıkardıktan sonra bir duvara baş aşağı çakmışlardır.
Talat Paşa’nın Twerdokhleboff’’tan yaptığı alıntıda Büyük Erzurum Katliamı sonrasında yaşananlar da anlatılıyor:
26 Şubat’ı 27’ye bağlayan gecede Rus subaylarını aldatmış olan Ermeniler yeni bir katliama sebebiyet verdiler. Bu katliam tesadüfi değildi. O zamana kadar tevkif edilmiş Türkler toplattırılarak bir bir öldürüldüler. Ermeniler bu gece işlenen katliamların sayısının üç bini bulduğunu iftiharla anlatıyorlardı...

Hayvanlar gibi boğup kuyulara attılar
İkaz ettikleri Ermenilerden, “Çok ufak bir ekalliyet teşkil eden Ermeniler tarafından yapılan cinayetlerin bütün milletin şerefine halel getirmeyeceği ve makul Ermenilerin (...) bu muamelelere mani olmak için mümkün olan her şeyi yapacakları” cevabını aldıktan hemen sonra, bakın hangi haberi almış Yarbay Twerdokhleboff:
Tekrar ve tekrar edilen bu teminatlardan az sonra Erzincan’daki Türklerin öldürüldüğü haberini aldık. Çeteler tarafından değil, fakat şehrin doktoru ve ordu müteahhitleri tarafından tertip olunan bu katliamın izah edeceğim teferruatını bizzat Başkumandan Odişelice’nin ağzından işittim:
Silahsız vesair her türlü müdafaa vasıtalarından mahrum olan sekiz yüz Türk öldürülmüştü. Ermeniler büyük kuyular kazmış ve oraya götürülen zavallı Türkleri hayvanlar gibi boğduktan sonra üst üste içeri atmışlardır. Bu idam ameliyelerini idare etmekte olan bir Ermeni bedbaht kurbanlarını sayarak “Yalnız yetmişe mi vardık, o halde daha on kişi için yer var haydi bakalım” diye bağırmıştır. Bunu müteakip boşluğu doldurmak üzere on biçare daha öldürülmüş ve üstü toprakla örtülmüştür. Müteahhidin kendisi eğlenmek maksadı ile seksen biçareyi bir eve kapamış ve evden çıkanları birer birer kafalarına vurmak sureti ile bizzat öldürmüştür...

Hiçbir Ermeni’nin bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür?
Yarbay Twerdokhleboff’un, haklı bir sebep olmaksızın bir Türk’ü öldürdüğünü tespit ettiği Ermeni’yi hapsedip, Divan-ı Harb’e verilmesini emrettikten sonra şahit olduğu şu konuşma manidar:
Ermeni subaylardan biri kendisine asılacağını söylediği zaman katil hiddetle yerinden fırlayarak hayretler içinde, “Hiçbir Ermeni’nin bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür” diye bağırdı!

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=66161

Salı, Nisan 17, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -7-

Önce Nusret Bey’i, peşinden Türk milletini idam ettiler!..

“Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor” diye kendisine çıkışmaya kalkışan İngiliz subaylarına “Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz” diyen Nusret Bey’in Ermeni şahitlerin ifadelerine dayanarak idamından beş gün sonra Türk Milleti’ni tarihe gömmek üzere hazırlanan Sevr imzalandı. Tarihi ihanet-nefret ve cinayet şebekesinin hakkı teslim edilmemiş kurbanlarından birini, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i konuk ediyoruz bugün. O, 14 Ekim 1922 günü, Kaymakam Kemal Bey ve Dr. Reşit Bey ile birlikte TBMM’de “Milli Şehit” ilan edilen üçüncü kişiydi. “Tehcir sırasında Ermeniler’in ölmesi, mallarının gasp edilmesi, ırzlarına geçilmesi”nin sorumlusu olmakla suçlanan Nusret Bey, 5 Ağustos 1920 günü yani İstanbul Hükümeti’nin, “Türk Milleti’nin ölüm fermanı” Sevr’i imzalamasından sadece beş gün önce Beyazıt Meydanı’nda idam edilmişti. Bu sona uğratılacağına uzun müddet ihtimal vermemişti. Hem Bayburt’ta kaymakam olduğu sırada hem de bizzat dönemin Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal tarafından atandığı Urfa’daki mutasarrıflığı sırasında varlığını milletine adamıştı. Bayburt’ta katliamcı Ermenilerin Erzincan’a sevkini sağlamış, Urfa’da da Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra işgale karşı Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı’nın kurucuları arasında yer almıştı. SAVUNMASI ENGELLENDİ 6 Kasım 1919 günü Erenköy’deki evine gelen sivil polisler tutuklama gerekçesinin “Ermeni tehcirindeki hareketleri” olduğunu söylediğinde en küçük tedirginlik hissetmemişti. Daha önce aynı iddiayla yargılanmış ve suçsuz bulunmuştu. Beraat ettiği suçtan yargılayıp bir de cezalandıracaklar mıydı! Nusret Bey’in aklının ucundan geçmeyen başına geldi. Tutuklandı, Damat Ferit’in, başına Nemrut Mustafa’yı atadığı I. Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi’nde yargılanmasına başlandı. Bu sırada mahkemenin “Teşkilat ve Vazifeleri” hakkındaki genelge açıklandı; “Ermeni tehciri” davaları öncelikli görüşülecek, yargılamalar gizli yapılacak ve sanıklar avukat bulunduramayacaktı! GAZETE İLANIYLA ŞAHİT Nusret Bey hakkındaki suçlamalar öyle asılsızdı ki, mahkeme “gazete ilanıyla şahit aramak” durumunda kalmıştı. 29 Nisan 1920 tarihli Serbesti gazetesinde şöyle bir ilan yayınlandı: “Divan-ı Harb-i Örfi Riyasetinden, Bayburt ve Ergani Madeni taktil ve tehciri meselesine dair malumat ve meşhudatı olanların Divanı Harbe gelmeleri ilan olunur.” 30 Nisan 1920’de Peyam-ı Sabah’ta çıkan ilan metni ise şöyleydi: “Divan-ı Harb-i Örfi Riyasetinden, Bayburt ve Ergani Madeninden tehcir olunup ahiren avdet eden müslim ve gayrimüslimlerden Dersaade’de bulunanların önümüzdeki cumartesi günü zevali saat 10’da Divan-ı Harb-i Örfi’de hazır bulunmaları beyan olunur.” Hazır bulundular... İçlerinden üç kadının; Agoni Markayan, Varsenik Arisyan Arakel ve Erfahi Arakel’in, hakimin “Nusret Bey burada mı? Kendisini tanıyor musunuz?” sorusuna, önce Nusret Bey’in suratına baka baka “Tanıyoruz. Ama burada değil” cevabını vermiş, dışarıya çıkarılıp sözleri yeniden ezberletildikten sonra ise salonda bulunan Nusret Bey’i işaret etmiş olmaları bu yargılamanın da Kemal Bey’inkinden farklı olmayacağının kanıtıydı. İddialara konu olan olaylar sırasında 7, mahkeme esnasında da 12 yaşında olan Hampartsun adlı çocuğun Nusret Bey’den bahsederken, sadece ailesi ve nüfus memurlarının bildiği ön adını da kullanıyor (Mehmet )olması, “fişleme” nin tam tekmil yapıldığının işaretiydi. ENGİZİSYONDAN BETER Nusret Bey dava sonunda beraat edeceğinden emindi. Hatta Mülazım Reşat Bey ve Süreyya Sami Bey’in “kaçıp Anadolu harekatına katılma” yönündeki tekliflerini hep reddetmişti: - Muhakemem bitmek üzere. Beraat edeceğim muhakkak. Bu vaziyette niçin kaçayım? Beraat edince toplanan maaşlarımı alır, borçlarımı öder, Anadolu’ya geçerim! Nemrut Mustafa ve patrikhanenin yalancı şahitleri böyle inançlı birini bile isyan ettirdi: - Hayatımda ne böyle bir muhakeme gördüm, ne de böyle bir mahkeme heyeti... Tarihte okuduğumuz engizisyon mahkemeleri bile bu derece tarafgirane ve zalimane davranmamışlardır! Bir duruşma dönüşünde, Nusret Bey’in Bekirağa Bölüğü’ndeki arkadaşlarına anlattığı “mahkeme tiyatrosu” şöyleydi: - İçeri bir Ermeni getirdiler. Başladı anlatmaya. Mübarek, bülbül gibi ötüyordu... Filan senenin, filan ayının, filan gününde, filan kasabanın şu kadar kilometre doğusunda tehcir kafilesiyle beraber bir vadinin içinden geçiyormuş. Karşılarına ben çıkmışım. Altımda beyaz bir at varmış. Tepeden tırnağa kadar silahlı imişim. Kafileyi durdurtmuş ve jandarmalara “vur” emri vermişim. Müthiş bir yaylım ateş, bir daha... Feryatlar, iniltiler, can çekişme hırıltıları ve sonra derin bir sessizlik. Peki hepsi öldüğü halde bu şahit efendi şimdi burada nasıl bulunuyor? NEMRUT MUSTAFA’NIN HÜKÜM USULSÜZLÜĞÜ Mahkeme üyelerinden Ferhat Bey’e göre Nusret Bey görevi ihmalden yargılanmalı ve en çok üç yıl ceza almalıydı. Nemrut Mustafa “idam” da ısrarlı olunca tartışma çıktı. Nusret Bey hakkında verilen ilk karar “15 ay kürek cezası” ydı. Ancak Ermenilerin talepleri üzerine Nusret Bey’i idam etmeyi kafasına koyan Nemrut Mustafa hükmün imzalanmış olmasını umursamadı ve Ferhat Bey olmaksızın topladığı azalara istediği kararı aldırdı. İnfaz Ferhat Bey’in imzasıyla mümkündü. Bu “engeli” aşmak için idama karşı çıkan Ferhat Bey III.Divan-ı Harbi Örfi azalığına atandı, yerine Mirliva Niyazi Bey getirildi. Karar 4 Ağustos 1920’de padişah tarafından onaylandı ve 5 Ağustos 1920’de Nusret Bey Beyazıt Meydanı’nda idam edildi. Vatanım yaşasın, elbet bir gün hesabı sorulur Nusret Bey, idam locasına gitmek üzere Bekirağa Bölüğü’ndeki koğuş arkadaşlarından ayrılırken onlara “intikamının alınmasını” vasiyet etti: “Düşmanlarımıza hoş görünmek için masum bir Türk kellesi daha uçurmak istediler. İktidar ellerinde yaparlar. Fakat bunların hesabını sizler sorup arayacaksınız. Anadolu’daki kahramanlar benim intikamımı behemehal almalıdırlar.” ÇOCUKLARIMI SOKAKTA BIRAKMA Son mektubunda ailesini kardeşi Cevdet’e emanet ederken, kanına girenin Nemrut Mustafa olduğunu not düşüyordu: “Küçük çocuklarımı, zevcemi yalnız ve pek fakir bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bile kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklarda bırakma. Validesi çocuklarımın terbiyesine baksın. Babaları mücrim değil, şehittir. İşte son nefesimde hiçbir şeyden korkmayarak vicdanımdan kopup gelen şu ifadelerimi sana iblağ ediyorum. Vatanım yaşasın, elbet bir gün gelir hesabı sorulur. Masumların ahı büyüktür. Bir masumun kanıyla oynayan şu Mustafa Paşa’nın hainane hareketleri bu dünyada kendisine kar kalacak mı?.. Elveda kardeşim, hakkınızı helal edin.”

ERMENİ MEZALİMİ -6-

“Ermeni tazıları”nın eğlencesi olacağıma ölmeyi tercih ederim

Tehcir kararını uyguladığı için “kara liste”ye alınan Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey’i intihara sürüklediler. Yıl 1919... Ocak ayının son günleriydi. Bekirağa Bölüğü’nden başlayan kovalamaca Beşiktaş’ta bir sokak arasından yükselen tek el silah sesiyle bitti. Beynine sıktığı mermiyle hayata gözlerini yuman genç adamın cebinden çıkan not şöyleydi: AİLESİNE BÖYLE VEDA ETTİ “Pek sevgili refikam ve çocuklarım. Firarımdan dolayı Muhafız Paşa ile Polis Müdürü bütün şiddet ve kuvvetleriyle beni arıyorlar, Ermeni tazıları da bunlara iltihak etmişlermiş. Gayretsiz ve hissiz bazı dostlarımın ihmali programımı sekteye uğrattı. Utanmadan teslim olmaklığımı tavsiye ediyorlar. Neticeyi karanlık görüyorum. Yakalanıp hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için son dakikada intihar etmek fikrindeyim. Rövelverim bir dakika yanımdan ayrılmıyor ve hazırdır. Hayatımın bence hiçbir kıymeti kalmadı. Bir müsait vakitte milletime son vazifemi yapar ve hayatımın bakiyesini tamamıyla size hasr ve tahsis ederim ümidiyle yaşamak isterdim. Ne çare her istenilen olmadı. Sizi milletim için ihmal ettim. Herkes beni Ermeni malı ile zenginleşmiş biliyor. Halbuki sizi temin-i maişetten aciz bırakıyorum. Bu da talihin bir cilvesi...” MÜSLÜMAN AHALİYİ KATLEDECEKLERDİ Son günlerini peşindeki “Ermeni tazıları” ndan kaçmakla geçiren ve ne yazık ki mütareke İstanbul’unda sığınabileceği bir “dost evi” bulmakta zorlanan kişi Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey’di. Şehirde bulunduğu süre içinde “Tekalifi Harbiye ambarları, askeri nakliyat ve bütün önemli işlerin Ermeni Komitecilerin ellerine bırakıldığını, Ermeni ruhani reis ve papazların ” kurtuluş günü erişti, hazırlanınız, gerekirse çift hayvanlarınızı satıp silahlanınız, muvaffak olduktan sonra Müslümanların serveti, mülkleri bize kalacaktır “ türünden konuşmalarla cemaatlerini zehirlediğini, Ermeni istiklal şarkıları ve ” Şimdiye kadar siz hakim millet idiniz, bundan sonra biz hakim, siz mahkumsunuz “ hitaplarıyla halkın tahrik edildiğini” görmüş, yaptığı aramalarda “bütün Müslüman ahali katledilecektir” yazılı harekat planları bulmuştu. Kafasını ellerinin arasına aldı ve “Hey Doktor Reşit” dedi kendi kendine; “Ortada iki ihtimal var; ya Ermeniler Türkleri temizleyecek, bu memlekete sahip çıkacak veya Türkler tarafından temizlenecekler...” Seçimini yaptı. Ve bir an dahi tereddüt etmeksizin “tehcir” kararını uyguladı. Mensubu olduğu milletin ve memuru olduğu devletin menfaatini korumaktaki kararlılığı onun da Kemal Bey gibi “kara liste” ye alınmasına sebep oldu. İTİLAF DEVLETLERİNE MEYDAN OKUMA Ocak 1919’da İstanbul’da yakalanarak Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilen Reşit Bey’in cezaevinden kaçışı en çok idamını planlayan İngilizleri öfkelendirdi. Amiral Calthorpe’un ikinci müsteşarı Mr. Ryan aracılığıyla Tevfik Paşa’ya yolladığı mesaj netti: “Olayı pek vahim görmekteyim. Bu, yalnız Türk hükûmetine karşı değil, aynı zamanda İtilâf devletlerine karşı bir meydan okumadır... Ermeni kırımı İngiltere’de duyulduğu zaman İngiliz devlet adamları ilgili kişilerin sorumlu tutulacaklarını uygar dünyaya vaadetmişlerdi. İngiliz hükûmeti sözünü yerine getirmeye kararlıdır. Reşit Bey’in kaçışını, küçük memurların gevşekliğine bağlamak yararsızdır. Bu bir Türk oyunudur. Hükûmet üyelerinin kendileri de sorumluluktan kurtulamazlar... ” Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bize arkadan vurdular, biz de vurduk. Ziya Gökalp (17 Mayıs 1919’da “Ermeni Kırımı”ndan yargılandığı mahkemede söylediği söz...) Canlı bir tek Türk bırakmayacaklardı Dr. Reşit Bey, İttihat Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri Mithat Bleda’ya “suçu” nun ne olduğunu ve neden böyle bir “suç” işlediğini şöyle anlatır: “Hekim olmam bana milliyetimi unutturamazdı. Reşit, elbette bir doktordu ve doktorluğun gerektirdiği çerçeve içinde davranışlarını ayarlamak zorundaydı. Ne var ki Doktor Reşit, her şeyden önce dünyaya bir Türk olarak gelmişti. Milliyetim her şeyden önce gelir, Diyarbakır’da bulunduğum süre içinde o bölgedeki Ermenilerin dışarıdan ve içeriden nasıl yardım gördüklerini ve kendilerine nasıl vaatlerde bulunarak zehirlendiklerini, aldıkları yardımlar ile nasıl ferah içinde yaşadıklarını, bütün bunların sonucu memlekete karşı korkunç duygularla beslenip, vatanımızın hayatına kast ettiklerini benim gibi yakından görüp tetkik etme imkanını ve fırsatını bulmuş olsaydınız bugün burada bana böyle tavizlerde bulunmazdınız. ORDUYU YOK EDECEK CEPHANELERİ VARDI Doğudaki Ermeniler aleyhimize öylesine kışkırtılıyorlar ki şayet onlar yerlerine bırakılmış olsalardı çevremizde canlı olarak tek Türk bulmak ve bir tek Müslüman’ın yaşadığını görmek imkansız olacaktı. Diyarbakır’da bulunduğum zaman süresinde bunların sicillerini inceledim, yaşantılarını takip ettim, düşüncelerini öğrendim, evlerinde yaptırdığım araştırmalar, gayeleri hakkında bana kesin kararlar verme imkanını bahşetti. Bazı evlerde ele geçirdiğim silah ve cephane koca bir orduyu yok edecek sayı ve vasıflarda idi. Korkunç ve müthiş bir teşkilatları var ve yalnız bulundukları bölgede değil, memleketin dört bir yanına uzanan kolları ile bu teşkilat serbest bırakıldığı takdirde çok geçmeden Anadolu da Türk’ü mumla aramamız gerekecekti. Yani anlayacağınız, bizleri meşru müdafaa için harekete sevk eden onlardır.”

Pazartesi, Nisan 16, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -5-

Türkiye’deki İngiliz Gestaposu gibiydiler

İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold Malta’ya sürgüne gönderilecek kişilerle ilgili olarak bilgi toplanmasında başlıca kanalın Ermeni Patrikhanesi olduğunu söylemişti. Devrin emperyalistlerinin Osmanlı işgaline “meşruiyet” kazandıracak biçimde düzenlenen Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. İngilizler İstanbul’a ayak basar basmaz ilk iş “mütarekenin uygulanması” için uygun ortamı hazırlamaya girişti. Nitekim Malta sürgünlerine yüklenen suçlardan biri de bu, yani “Mütarekenin uygulanmasına karşı çıkmak” idi. Vatanı savunmaya kalkışmak suç kapsamına girmişti. Kilikya boşaltılır ve orada bir Ermeni tampon bölgesi oluşturulurken, Anadolu pay edilirken, “dur” demesi muhtemel kişiler etkisizleştirilecekti. Türklerin “yenildiklerini” anlayıp, seslerini kesmeleri için “ibret” lik hadiseler gerekliydi.Kaymakam Kemal Bey’in idamı bunlardan biriydi. Ancak işler hiç de hesaplandığı gibi gitmedi. Bir Tıbbiye öğrencisinin, Kaymakam Kemal Bey’in mezarı başındaki “Felâketimizi hazırlayan İngiliz’i yok etmek zorundayız” sözleri Londra’da paniğe neden oldu. ALLAH’TAN SONRA İNGİLTERE! Padişah Vahdettin, 10 Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliğine ilettiği mesaja bakılırsa “Her zaman İngiliz taraftarı olmuştu ve Yüksek Komiserliğin bir işaretine göre harekete hazırdı...” Amiral Webb’in Londra’ya aktardığına göre 9 Mart 1919 günü Damat Ferit de “Kendisinin ve efendisi padişahın Allah’tan sonra İngiltere’ye umut bağladıkları yolundaki güvencesini birçok kez tekrarlamıştı. Ermeni kırımından sorumlu olan kişilerin yakalanacaklarına ve cezalandırılacaklarına söz vermişti...” ( 11 Mart 1919 günü Webb’in Londra’ya bildirdiği üzere “av” başladı.) Ermeni Patrikhanesi’nin ihbarcıları sayesinde vatan uğruna direneceği belli olan kimseleri Bekirağa Bölüğü’ne tıkmak, idamlarını sağlamak zor değildi. Ama ya sonra? Kemal Bey’in cenazesinde Beyazıt Meydanı’nı dolduran on binler; korkacak gibi değildi. Bir İngiliz Dışişleri görevlisinin “...bu idamı, İttihat ve Terakki Komitesi kendisine bir sermaye yaptı, idamlar devam ederse yine sermaye yapacak... Tutuklu suçluları Türkiye dışına sürmek bizim lehimize olabilir... Sadrazam cezalandırmaktan pek fazla korkmuşsa suçluları bize teslim etmekten memnun olabilir” sözleri sürgünlerin işaret fişeğiydi... FİŞLEME TEKNİKLERİ Nihayetinde “Mondros Mütarekesi hükümlerine karşı gelmek”, “İngiliz savaş esirlerine kötü muamele”, “Ermenilere karşı katliam suçları”nı işledikleri bahanesiyle aralarında sadrazamlık, şeyhülislamlık, genelkurmay başkanlığı, ordu komutanlığı, nazırlık, mebusluk yapmış olanların da bulunduğu 150’ye yakın toplum önderi Malta’ya sürgün edildi Ermeni Patrikhanesi’nin sürgünlerdeki rolünü bizzat İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold itiraf etti: “Bilgi toplanmasında başlıca kanal Ermeni Patrikhanesiydi.” Patrikhane’nin “100 Suçlu Türk” raporu dönemin ünlü fişlemelerindendi. Amiral Calthorpe, Bilal Şimşir’in Malta Sürgünleri’nde “Türkiye içinde bir çeşit İngiliz Gestaposu gibidir” dediği İngiliz Yüksek Komiserliği Ermeni-Rum Şubesi’nin çalışma tekniklerini şöyle özetlemişti: “Ermeni Rum Şubesi iki çeşit fiş tutar: Kişi fişleri, olay fişleri. Kişi fişlerinde 600-700 “suçlu” Türk’ün adları bulunmaktadır. Kişilerle ilgili ihbarlar, bilgiler bu fişlere işlenir. Olay fişlerinde, suç olayının yeri, buna karışanların adları bulunur. Bütün bilgiler İstanbul’da Ermeni Haberleri Bürosundan ya da İstanbul dışındaki Ermenilerden toplanır. Şubenin kendisi, seyrek durumlarda mahkeme önünde tanıklık edebilir. Ama mahkemelere kimlerin tanıklık edebileceklerini gösterir. Şube, “suçlu” kişilerle ilgili fişlerinin sayısını çok arttırabilir.” Bu doğrultuda hazırlanan iddianameler akıllara zarardı. Sait Halim Paşa “...altı vilayette Ermeni tehlikesine dikkati çekmek ve broşür yayımlamak”la suçlanıyordu! Kanıt kendisini ziyaret eden Ermeni Patriğine söylediği şu sözlerdi: “Siz Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğundan sizi ayırmaları için İtilaf devletlerine yanaştınız. Olaylar bunun sonucudur.” Mithat Şükrü (Bleda) “Talat, Enver Paşalarla, Bahattin Şakir ve Dr. Nazım Beylerin arkadaşı olarak, onlarla birlikte İttihat ve Terakki’nin bütün kötülüklerinin sorumluluğunu paylaştığı... Kibar ve ölçülü görünüşü altında İttihatçıların Panturanist idealinin teşvikçisi olduğu... Balkan savaşından sonra bütün nefretini Ermenilere çevirdiği” için suçluydu! Nitekim 28 Nisan 1919 günü Osmanlı Sıkıyönetim mahkemesinin açılış celsesinde “Ermenilere karşı işlenmiş cinayetlerin sorumluları” arasında yer aldı. SUÇLARINI BİLMİYORLAR İddianameler gibi dönemin yazışmaları da bugünle örtüşüyordu. Malta Valisi Mareşal Plumer Londra Konferansı’ndan hemen önce Londra’ya gönderdiği mektupta bakın ne diyordu: “Halen burada 115 tutsak var. Bunların çoğu yüksek sosyal sınıflardan olan kimselerdir. Kimileri iki yıla yakındır, kimileri de bir yıl ile birkaç aydan beri tutukludur. Bu tutsaklar suçlarını bilmiyorlar!.. Türkiye’de karşı partilerce, Rumlar ve Ermenilerce, siyasal ve kişisel nedenlerle sık sık bu gibi suçlamalar (iftiralar) görüldüğünü belirtiyorlar. Kendilerinin bugünkü durumlarına, Türkiye’deki İngiliz makamlarının hizmetinde bulunan Ermenilerle Rumların sebep olduklarını ekliyorlar... Türkler aleyhinde delil yok “Ermeni kırımından dolayı yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan Konsolosları raporlarını incelemesine müsaade edildi. Üzülerek arz edeyimk ki belgelerin içinde, Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur.” Sir A.Geddes - İngiltere’nin Washington Büyükelçisi

Pazar, Nisan 15, 2012

ERMENİ MEZALİMİ -4-

Milli duruştan tedirgin olan İngilizler kararlarını verdi.

İlk şehidi Kemal Bey olan haklı davayı sonlandırma vakti. Kemal Bey “Beni ecnebilere yaranmak için asıyorlar” derken haksız değildi. İkdam gazetesi ipucunu vermişti: “Kemal Beyi idam etmek için mahkeme heyetinin en az Ermeni Patrikhanesi kadar gayret sarf ettiğini söyleyebiliriz.” AJANLARIN FİŞLEMELERİ Cenaze törenini yakından izleyen İngiliz İstihbarat subayı E. La Fontain o gün olan biteni bütün ayrıntısıyla iki rapor halinde Londra’ya bildirmişti. Cenazenin, “Üyelerinden birini kaybetmiş olan İttihat ve Terakki Komitesince hükümete karşı düşmanca bir kasıtla düzenlenen gösteri” olarak tasvir edildiği ilk raporu tamamlayıcı nitelikteki ikinci belgede Fontain tam manasıyla fişlemeye gitmişti: “Cenaze törenini Şeyhi Münip Efendi yönetti. Münip Efendi, törene katılmaları için mollalara emir vermiştir. Törende, Tıbbiye öğrencilerinden başka, çok sayıda subay ve er de bulundu. Elinde bir buket çiçek tutan tıbbiye öğrencilerinden biri, mezarın başında bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan aşağıdaki parça aynen çevrilmiştir: ‘Dinle ey millet! Dinleyin ey Müslümanlar! Burada toprağa verdiğimiz insan, Kahraman Kemal Bey’dir. İngiliz’i Odesa’dan attılar; haydin biz de İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz? İngiliz’i atmak borcumuzdur. Felâketimizi hazırlayan İngilizi yok etmek zorundayız. Allah’ın yardımıyla yakında İngilizin kafasını ezeceğiz.’ Bu öğrenciden sonra, bir başkası da aynı sertlikte bir konuşma yapmıştır. Her iki konuşmanın tonu, açıkça ayaklanmaya kışkırtmak için hesaplanmıştır...” Bir başka İngiliz ajanı H.A.D Hoyland Kemal Bey’in ‘Masum İslâm Şehidi’olarak adlandırıldığını raporuna özellikle kaydetmişti. “Cenaze törenine katılanların, Müslüman halkın büyük çoğunluğunun duygularına tercüman oldukları kuşkusuzdur” diyen Amiral Calthorpe endişeliydi. BİR MİLLET SANIK SANDALYESİNDE Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nejdet Bilgi’nin anlattıkları gösteriyor ki Calthorpe’un endişeleri yersiz değildi: “Yıllarca ülke nüfusunu adeta öğüten ve ülkeyi harabeye çeviren savaşı sona erdirdiği için Mondros Mütarekesi olumlu karşılanmıştı. Kısa sürede ülkenin dört bir yandan işgal edilmesi ve adeta esir alınmış ülke ikliminin yaratılması, halkta bir yılgınlık ve tükenmişlik duygusu yaratmıştı. Kaybedilecek bir şey kalmamıştı. Kemal Bey’in her gün gazetelere sayfa sayfa yansıyan ve yaklaşık iki ay süren yargılanma süreci, Türk halkında Kemal Bey’le özdeşleşme duygusu yarattı. Mahkemenin sonlarına doğru, sanık sandalyesinde bütün Türkler oturuyormuş gibi bir mazlum millet psikolojisinin oluştuğu söylenebilir. Tam da durum böyle iken, idam kararı verilmesi ve kararın infaz edilmesi, üstelik bu uygulamanın İtilaf devletleri askerleri ve Ermeniler tarafından sevinçle karşılanması, büyük bir tepki patlamasına yol açtı. Hükümet bunu izale etmek, tepkileri söndürmek için elinden geleni yaptı. Ama bu tepki, İngilizleri yeterince tedirgin etti ve çeşitli önlemler almaya yöneltti. Daha da önemlisi, işgal altında ortaya çıkan bu tepki, kısa süre sonra İzmir’in işgaline gösterilen devasa tepkilerin kaynağı oldu. Ve çarpan etkisi yaparak Türk toplumunu harekete geçirdi.” Velhasıl İngilizler için “İlk şehidi Kemal Bey olan haklı davayı sonlandırmak” vaktiydi. Kemal Beğe yükletilen suç, bugün hâlâ iftira ve yalan mirasını ödemekte olduğumuz Ermeni sürgünleri ve öldürülmeleridir... Ferit Paşa hükûmetinin ve bu kabinenin tuttuğu felâket yolunu tasdik eden Padişahın tarih önündeki mes’uliyetini aradan geçen zaman unutturmayacaktır... Ali Fethi Okyar Bütün Türkler idam edilmeli! Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in cenaze törenine katılanlar son dönem Türkiye’sinde çok sık tanık olduğumuz bir yöntemle hedef gösterildi. Mihran Nakkaşyan’ın Sabah Gazetesi törene katılanları “münasebetsizlik yapmakla” suçlarken, Refii Cevat, “sırmalı haydutlar” olarak nitelendirdi ve daha da ileri giderek cenazeye katılan askerlerin “Kemal Bey’le aynı akıbete uğratılmalarını” istedi: “Devletin resmi üniformasını taşıyan bir sürü haydut, devlet tarafından asılmış bir haydutun cenazesine karışarak kargaşa yaratmışlardır. Bunların da yakalanarak, cenazesine katıldıkları haydutun akıbetine uğratılması gerekmektedir.” Refi Cevat’a göre Kemal Bey’in cenazesini mezarına taşımak için “4 hammal” yeterdi. Aşağıdaki satırlarını okuduktan sonra Cevat pekala “kindar neslin” dedeleri arasında sayılabilir değil mi? “... O bir kol idi. Şeriatın kuvvetli satırı insanlık için zararlı bir unsur olan bu kolu kopardı. Sıra onu düşünen dimağlardadır. Bu kafalar taşın altında ezilmeli!..” *** Amiral Calthorpe, “bir doktor, bir tıbbiye öğrencisi, bir dışişleri memuru, bir tekke şeyhi ve diğer bazı kimseler” in tutuklandığı cenaze töreni için “Türklerin böyle bir caniden yana gösteriler yapmalarında şaşılacak bir şey yoktur” derken Yardımcısı Webb’in dahiyane çözümü şöyleydi: “... Ermeni zulmünden suçlu kimseleri cezalandırmak için bütün Türklerin idam edilmeleri gerekir!”
¾